Sanatçı, Akademisyen / Artist, Academician
TÜRKİYE
Başkent Üniversitesi, Seramik Sanat ve Uygulama Merkezi, sibelaktas@baskent.edu.tr

ÖZGEÇMİŞ

Sibel Aktaş, Gazi Üniversitesi Seramik Alanında Lisans ve Yüksek Lisans Mezunudur. Eğitim hayatı boyunca seramik sanatı ve teknolojilerine olan ilgisini derinleştirerek, Gazi Üniversitesi'nde Seramik Teknolojileri dersi öğretim elemanı olarak görev yapmıştır. Aktaş, Yüksel Seramik Fabrikası’nda kurmuş olduğu Sanat Atölyesi’nin de yöneticiliğini üstlenmiş ve burada birçok sanatsal projeye imza atmıştır. Şu an Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi'nde öğretim görevlisi olarak görev yapmanın yanı sıra, Başkent Üniversitesi, Seramik Sanat ve Uygulama Merkezi’nin müdürlüğünü yürütmektedir.

Sanat kariyerinde, ulusal ve uluslararası birçok sergiye ve bienale katılarak uluslararası sanat platformlarında yer alan Aktaş, eserlerinde geleneksel ile moderni harmanlayarak, sanatı geniş kitlelere ulaştırmayı hedeflemektedir. Ayrıca sanat alanında aktif projeler geliştirmekte; ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlarla iş birliği yaparak çeşitli sanat projelerini hayata geçirmektedir. Sanatın gücünü toplumsal fayda için kullanmaya büyük önem veren Sibel Aktaş, dezavantajlı gruplara gönüllü olarak destek sağlamaktadır. Bu bağlamda, Japon Müziği ve Sanatları Derneği’nde Başkan Yardımcılığı, Anadolu Görsel Sanatlar Derneği’nde Yönetim Kurulu Başkanlığı, Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltraşlar Derneği’nde Yönetim Kurulu Üyeliği, Kağıt Sanatçıları Derneği’nde Yönetim Kurulu Üyeliği gibi, önemli görevlerde bulunmaktadır. Ayrıca, Uluslararası Sanat Yoluyla Eğitim Derneği (InSEA) üyesi olarak, sanat yoluyla eğitim alanında da uluslararası işbirlikleri geliştirmeye devam etmektedir. Sibel Aktaş, sanatın toplumsal etkisini artırmak ve sanatsal üretimle insanlığa katkıda bulunmak amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir.

Sibel AKTAŞ | Sanatın Toplumsal Dönüşümdeki Rolü: Kültürel Değişim ve Sanatsal Yansımalar

ÖZET

Sanat, tarih boyunca toplumsal değişimin hem bir yansıması hem de bir katalizörü olmuştur. Toplumsal yapılar sanatı şekillendirirken, sanat da bireylerin ve toplumların düşünce yapısını dönüştürerek kültürel değişime yön verir. Sanatçılar, eserleri aracılığıyla savaş, yoksulluk, çevre kirliliği, ırkçılık ve cinsiyet eşitsizliği gibi sorunlara dikkat çekerek farkındalık yaratır. Sanat, estetik bir üretim olmanın ötesinde, politik, sosyolojik ve felsefi bir ifade alanıdır. Enstelasyon sanatı, izleyiciyi aktif bir katılımcı yaparak toplumsal değişim süreçlerinde daha etkili bir rol oynar. Sosyal ve politik sanat hareketleri, 20. yüzyılda güçlenerek sanatın kolektif bir değişim dinamiği yaratmasına olanak sağlamıştır.

ANAHTAR KELİMELER

Sanat, Toplumsal Değişim, Kültürel Hafıza, Enstelasyon, Eleştirel Sanat, Adorno, Benjamin, Bourdieu, Rancière, Bourriaud

Giriş

Sanat, tarih boyunca toplumsal değişimin hem bir yansıması hem de bir katalizörü olmuştur. Sanatçılar, eserleri aracılığıyla mevcut sosyo-politik yapıyı eleştirirken, aynı zamanda izleyicilere farklı gerçeklikler sunarak toplumun dönüşümüne katkıda bulunurlar. Sanat, yalnızca bireysel bir yaratım süreci değil, aynı zamanda ideolojik, kültürel ve toplumsal olarak şekillendirilen bir olgudur (Bourdieu, 1979). Özellikle modern ve çağdaş sanat anlayışında, sanatın yalnızca estetik bir değer taşımaktan öte, bir düşünce ve eleştiri platformu olarak gördüğü işlev kabul edilmektedir (Rancière, 2009).

Karl Marx (1867), ideoloji ve sanat ilişkisini ekonomi-politik bağlamda ele alarak, sanatın, üretim ilişkileriyle doğrudan bağlantılı olduğunu ve egemen sınıfın ideolojik bir aracı olarak işleyişini uzun süre devam ettirebilceğini söyler. Marx'a göre, üretim araçlarına sahip olan sınıflar, sanatı, değer sistemi yaymak ve toplumsal düzeni meşrulaştırmak için kullanılır (Marx ve Engels, 1845). Bu bağlamda sanat, yalnızca bireysel bir ifade biçimi değil, aynı zamanda sınıfsal mücadelenin bir varlığıdır. Bu görüş, özellikle Frankfurt Okulları tarafından geliştirilen ve ideolojik olarak gücü yetenlerin elindedir (Horkheimer ve Adorno, 1947).

Theodor W. Adorno (1970), sanatın bireyleri yönlendiren ve mevcut düzeni sorgulamalarını sağlayan, eleştirel bir estetik araç olduğunu savunmuştur. Adorno'ya göre, modern kültür toplumlarında, sanat giderek metalaşmış ve sanayinin bir parçası haline gelmiştir. Kapitalist sistemin özgünlüğü kaybolmuş, tüketim nesnesi haline gelmiş ve eleştirel düşünmeyi sürdürmüştür (Adorno ve Horkheimer, 1947). Ancak avangard sanat akımları ve sıra dışı sanat biçimleri, bu hegemonik düzeni kırarak, toplumsal mirasın önemli araçları haline geldi. Dadaizm, Sürrealizm ve Kavramsal Sanat gibi hareketler, sanatın yalnızca bir estetik deneyim olmadığını, aynı zamanda politik ve kültürel bir biçimde sunulduğunu göstermektedir (Bishop, 2005).

Jacques Rancière (2009), sanatın demokratikleşme sürecinde aktif bir rol oynadığını ve izleyiciyi yalnızca varlığından çıkararak politik bir özneye dönüştürdüğünü savunmaktadır. Rancière'in görüşüne göre, sanat, toplumsal eşitlik desteği veren ve bireyleri düşünme özgürlüğüne yönlendiren bir alan oluşturur. Özellikle enstelasyon sanatı, sanat ve performans sistemi, izleyiciyi sanatın bir parçası haline getirerek, toplumsal dönüşümde etkili olmuştur (Bourriaud, 2002).

Sanatın toplumsal değişimlerindeki rolü, tarihsel açıdan farklı dönemlerde ortaya çıkmaktadır. Orta Çağ'da sanat, daha çok dini ve monarşik bir araç olarak kullanılırken, Rönesans ile birlikte, insan merkezli bir anlatı gelişmiştir (Panofsky, 1955). 19. ve 20. Yüzyıllarda sanatın politikleşmesi, küresel üretimin toplumsal olayların ve devrimlerin bir parçası haline gelmesi sistemin eleştirel bozulması güçlenmiştir (Nochlin, 1971). Özellikle toplumsal devrim sanat, işçi hareketleri ve devrimci mücadelelerde hareketin rolünü vurgulayan bir estetik biçimin sürdürülebilir olduğu vurgulandı (Berger, 1972).

Sanat, yalnızca mevcut toplumsal düzeni yansıtmakla kalmayıp, aynı zamanda bu düzeni değiştirme potansiyeline sahiptir. Nicolas Bourriaud'nun (2002) ortaya koyduğu ilişkisel estetik, sanatın, yalnızca sanatçının yoğunluğundan ibaret olmadığı, izleyicinin de sürece dahil olduğu bir iletişim alanı sürdürüldüğü süre boyunca devam etmektedir. Bu bağlamda, çağdaş sanat pratiği, bireyler arası ilişkilere dönüştürülen bir güç olarak değerlendirilmelidir.

Sanatın toplumsal özelliği statik değil, dinamik bir durumdur. Sanat, yalnızca mevcut gerçekliklerin yansımasıyla kalmaz, aynı zamanda, yeni görünüm biçimlerinin ve toplumsal değişimlerin yaygınlığını sağlar. Bu, sistemin toplumsal dönüşümdeki rolü, çağdaş ve estetik açılardan incelenerek ve sanatın yalnızca bir yaratım süreci değil, aynı zamanda toplumsal bir müdahale aracı olarak ortaya çıkmasıdır.

Sanat ve Toplumsal Sorunlara Dikkat Çekme

Sanat, tarih boyunca toplumsal sorunlara dikkat çekmek için kullanılan, güçlü bir araç olmuştur. Gerek resim, heykel, fotoğraf ve edebiyat, gerekse enstelasyon sanatı ve performans sanatı gibi çağdaş yaklaşımlar, toplumsal adaletsizlikleri, savaşın yıkıcı etkilerini, çevre krizlerini ve insan hakları ihlallerini görünür kılmada etkili olmuştur.

Walter Benjamin (1936), sanatın kitleselleşmesiyle birlikte politik bir araç haline geldiğini, özellikle savaş karşıtı sanat eserlerinin, toplumda farkındalık yaratmada ve muhalif bir söylem oluşturmada, etkili olduğunu belirtmektedir. Savaş ve şiddet karşıtı sanat eserleri sanatın politik yönünü ortaya koyan, önemli örneklerdir. Pablo Picasso’nun Guernica (1937) eseri, İspanya İç Savaşı’ndaki vahşeti ve sivil halkın maruz kaldığı dehşeti anlatan, çarpıcı bir yapıttır. Benzer şekilde, Banksy’nin sokak sanatında sıkça ele aldığı savaş, göçmen krizi ve polis şiddeti temaları, izleyiciyi toplumsal adaletsizlik üzerine düşündüren etkili sanatsal müdahaledir. Çevre bilinci oluşturan sanat çalışmaları, küresel ısınma, kirlilik ve doğal kaynakların tüketimi gibi çevresel tehditleri vurgulamaktadır. Olafur Eliasson’un buzullarla ilgili projeleri ve Agnes Denes’in ekolojik sanat uygulamaları, çevresel farkındalık yaratmada, sanatın gücünü göstermektedir. Sanat, yalnızca bir eleştiri aracı olmakla kalmaz, aynı zamanda çözüm üreten bir platform olarak da işlev görmektedir.

Sanatın Toplumsal Değerleri ve Normları Sorgulama Gücü

Sanat, yalnızca estetik bir üretim biçimi değil, aynı zamanda mevcut normları sorgulayan ve eleştiren bir araçtır. Toplumsal değerler, zaman içinde belirli gruplar tarafından şekillendirilmiş ve kültürel hegemonya içinde, bir norm haline getirilmiştir (Gramsci, 1971). Sanat, bu normları sorgulayarak, bireyleri ve toplumları dönüşüme teşvik eder. Pierre Bourdieu (1979), sanatın sosyal statüyle doğrudan ilişkili olduğunu ve belirli gruplar tarafından kültürel sermaye olarak kullanıldığını savunurken, sanatsal beğeni ve üretim, toplumun belirli sınıfları tarafından bir ayrım aracı haline gelmektedir. Ancak, çağdaş sanat pratikleri, bu ayrımı sorgulayan ve sanatı daha demokratik bir hale getiren yeni yaklaşımlar geliştirmiştir. Örneğin, feminist sanat hareketi kadın sanatçılara alan açarken, toplumsal cinsiyet normlarını eleştiren eserler üretmiştir. Linda Nochlin’in Why Have There Been No Great Women Artists? (1971) adlı makalesi, sanat tarihindeki cinsiyetçi yapıları sorgulayarak, bu alandaki eşitsizliklere dikkat çekmiştir. Barbara Kruger’in tipografi ve görsel sanatları birleştiren çalışmaları da kadın bedeni üzerindeki toplumsal kontrol mekanizmalarını eleştiren, önemli eserler arasındadır.

Günümüzde ise göçmen sanatçılar ve marjinalize edilmiş topluluklar tarafından üretilen eserler, geleneksel normları sarsan ve alternatif anlatılar sunan sanat akımları olarak dikkat çekmektedir.

Sanatın Kültürel Hafızayı Koruma Rolü

Sanat, yalnızca günümüz toplumuna ayna tutmakla kalmaz, aynı zamanda geçmişin önemli olaylarını belgeleme ve aktarma işlevini de yerine getirir. Kültürel hafızanın korunması açısından sanat, toplumsal belleğin oluşturulmasında ve tarihsel olayların unutulmasını önlemede, kritik bir role sahiptir.

Holokost, soykırımlar ve insan hakları ihlalleri üzerine üretilen sanat eserleri, geçmişin travmatik olaylarını hatırlatma ve gelecekte benzer hataların tekrarlanmasını önleme amacı taşır. Almanya’daki Berlin Holokost Anıtı, toplumsal hafızanın bir parçası olarak kamusal alanda yer alırken, Ai Weiwei’nin mülteci krizini ele alan enstalasyonları, sanatın tarihsel belgelerle nasıl ilişkilendiğini gösterirken, yerli halkların sanatını, kültürel mirasın korunmasını ve geleneksel anlatıların modern dünyaya aktarılmasını sağlamaktadır. Avustralya’daki Aborjin sanatı veya Kızılderili sanatçıların eserleri, sömürgecilik sonrası hafıza politikalarının bir parçası olarak büyük önem taşımaktadır.

Sanatın Toplumsal Hareketlere Destek Olma Gücü

Sanat, siyasi ve sosyal hareketlerin destekçisi olarak geniş kitlelere ulaşma gücüne sahiptir. Tarih boyunca sanatçılar, toplumsal hareketleri destekleyen eserler üreterek değişim sürecinde aktif bir rol oynarken, Jacques Rancière (2009), sanatın, toplumsal eşitlik ve özgürlük mücadelelerinde etkili bir araç olduğunu savunmaktadır. Örneğin, Afro-Amerikan sanat hareketi, Amerika’daki sivil haklar mücadelesinin önemli bir parçası olmuştur. Kara Panterler hareketinin görsel propagandaları ve hip-hop kültürünün sanatsal boyutu, sanatın, politik aktivizme entegre olabileceğini gösteren önemli örneklerdir.

Sokak sanatı ve grafiti, günümüzde en etkili toplumsal protesto araçlarından biri haline gelirken; Banksy, JR ve Shepard Fairey gibi sanatçılar, küresel eşitsizlikleri ve baskı mekanizmalarını eleştiren eserler üretmişlerdir. Tahrir Meydanı’ndaki devrim duvar resimleri veya Şili’deki feminist protesto sanatları, sanatın, doğrudan aktivizmle nasıl kesiştiğini göstermektedir.

Sanatın Empati ve Toplumsal Bağları Güçlendirme Etkisi

Sanat, bireyler arasında empati geliştirmeye yardımcı olurken toplumsal bağları da güçlendirmektedir. Nicolas Bourriaud’nun (2002) ilişkisel estetik kavramı, sanatın yalnızca bir bireysel ifade biçimi olmadığını, aynı zamanda insanlar arasındaki ilişkileri dönüştüren bir pratik olduğunu öne sürmektedir. Özellikle katılımcı sanat projeleri, izleyiciyi sanatın içine dahil ederek, bireylerin empati kurmasını sağlar. Marina Abramović’in The Artist is Present (2010) performansı, sanatçının izleyicilerle doğrudan göz teması kurarak duygusal bir bağ oluşturduğu, etkileyici bir deneydir. Benzer şekilde, Yoko Ono’nun Cut Piece adlı performansı, bireylerin birbirleriyle kurdukları ilişkilerde güç dinamiklerini sorgulayan bir sanat pratiği olmuştur. Toplumsal kutuplaşmanın arttığı çağımızda sanat, insanlar arasında duygusal bağlar kuran, kolektif deneyimler yaratan bir alan olarak giderek önem kazanırken, sanat, yalnızca estetik haz sunan bir araç değil, insanları bir araya getiren, farkındalık yaratan ve kolektif dönüşümü tetikleyen bir güçtür.

Sonuç
Sanat, yalnızca toplumu yansıtan bir araç değil, aynı zamanda toplumsal dönüşümü tetikleyen güçlü bir mekanizmadır. Sanatçılar, eserleriyle mevcut yapıları sorgulayarak kolektif hafızayı canlı tutmakta ve toplumsal bilinç oluşturmaktadır (Adorno, 1970). Sanatın etkisi bireysel farkındalığın ötesine geçerek, geniş kitleleri harekete geçiren ve toplumsal hareketleri destekleyen bir dinamik yaratmaktadır (Benjamin, 1936).

Sanat, bireyler arasındaki ilişkileri dönüştürerek, kültürel çeşitliliği görünür kılan bir platform sunar. Bourdieu (1979), sanatın sosyo-kültürel statüyle doğrudan ilişkili olduğunu; hem güç mekanizmalarını hem de direniş pratiklerini şekillendirdiğini belirtmektedir. Dijitalleşme ve yeni medya sanatı daha erişilebilir hale getirerek, farklı toplulukların seslerini duyurmasına olanak sağlamaktadır.

Sanatın eğitim sistemleriyle entegrasyonu, toplumun geniş kesimlerine erişimini artıracak ve kolektif bilinç oluşturma gücünü daha da pekiştirecektir. Alternatif sanat pratikleri, sanatın etkileşim alanını genişleterek toplumun her kesimiyle diyalog kurmasını sağlayacak ve çok boyutlu bir değişim sürecine katkıda bulunacaktır.

KAYNAKÇA

  1. Adorno, T. W. (1970); Aesthetic Theory. London: Routledge.
  2. Adorno, T. W., & Horkheimer, M. (1947); Dialectic of Enlightenment. New York: Continuum.
  3. Benjamin, W. (1936); The Work of Art in the Age of Mechanical Reproduction. London: Verso.
  4. Berger, J. (1972); Ways of Seeing. London: Penguin Books.
  5. Bishop, C. (2005); Installation Art: A Critical History. London: Tate Publishing.
  6. Bourriaud, N. (2002); Relational Aesthetics. Dijon: Les Presses du Réel.
  7. Bourdieu, P. (1979); Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste. Harvard University Press.
  8. Horkheimer, M., & Adorno, T. W. (1947); The Culture Industry: Enlightenment as Mass Deception. London: Verso.
  9. Marx, K., & Engels, F. (1845); The German Ideology. London: Lawrence & Wishart.
  10. Nochlin, L. (1971); Why have there been no great women artists? ARTnews, 69 (9), 22-39.
  11. Panofsky, E. (1955); Meaning in the Visual Arts. Chicago: University of Chicago Press.
  12. Rancière, J. (2009); The Emancipated Spectator. London: Verso.

Sibel AKTAŞ | THE ROLE of ART in SOCIAL TRANSFORMATION: Cultural Change and Artistic Reflections

ABSTRACT

Art has been both a reflection and a catalyst for social change throughout history. While social structures shape art, art also transforms the thinking of individuals, and societies, steering cultural change. Artists raise awareness about global and local issues such as war, poverty, environmental pollution, racism, and gender inequality through their works. Art is not just an aesthetic form of production, but also a political, sociological, and philosophical mode of expression. Installation art allows the viewer to become an active participant, playing a more effective role in social transformation processes. Social and political art movements, especially in the 20th century, have empowered art to create a collective dynamic of change beyond being just an individual form of expression.

KEYWORDS

Art, Social Transformation, Cultural Memory, Installation, Critical Art, Adorno, Benjamin, Bourdieu, Rancière, Bourriaud

BIOGRAPHY

Sibel Aktaş is a graduate of Gazi University in the field of Ceramics, holding both a Bachelor's and a Master's degree. Throughout her academic career, she deepened her interest in ceramic art and technologies and worked as a teaching assistant in Ceramics Technologies at Gazi University. Aktas also served as the manager of the Art Workshop she established at Yüksel Ceramic Factory, where she initiated and completed numerous artistic projects. Currently, she works as a lecturer at the Faculty of Fine Arts, Design, and Architecture at Başkent University, and also serves as the director of the Department of Ceramic Arts and Application. Throughout her artistic career, Aktaş has participated in many national and international exhibitions and biennials, gaining recognition on international art platforms. Her work aims to combine tradition and modernity, making art accessible to a broader audience. In addition, she is actively involved in developing projects in the art field and collaborates with both national and international institutions to realize various artistic initiatives.

Sibel Aktaş places great importance on using the power of art for social good and has volunteered to support disadvantaged groups. She holds significant roles in various organizations, including serving as the Vice President of The Japanese Music and Arts Association, the President of the Board of Directors of The Anatolian Visual Arts Association, a Board Member of The United Painters and Sculptors Association, and a Board Member of The Paper Artists Association. She is also a member of The International Society for Education Through Art (InSEA), where she continues to foster international collaborations in the field of art education. Sibel Aktaş continues to work with the aim of increasing the societal impact of art and contributing to humanity through artistic production.

Sanatçı, Akademisyen, Yazar / Artist, Academican, Writer
TÜRKİYE
Dr. Öğr. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi, ozyavuz@metu.edu.tr

ÖZGEÇMİŞ

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Ozan Yavuz, Sanatta doktora eğitimini 2019 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Bölümü’nde tarihsel üstkurmaca, fotoğraf, göç ve kendi kişisel hikayesine dayalı bir anlatı üzerine kurduğu tez çalışması ile tamamlamıştır.
‘Fotoğrafçının Eğitimi’ (The Education of a Photographer), kitabının ortak çevirisinde yer almış ve 2020 yılında ”Antropoloji ve Fotoğraf: Yöntem ve Temsil Üzerine”’ başlıklı kitabı Espas Sanat ve Kuram Yayınları’ndan yayınlanmıştır. 2024 yılında yine Espas Sanat ve Kuram Yayınları’ndan yayınlanan, Gülay Doğan ile ortak çevirisini yaptığı “Görsel Metodolojide Gelişmeler” kitabının editörlüğünü üstlenmiştir. Yavuz, dört kişisel sergi açmıştır: İşçiler (Patti ve Rusty Rueff Galleries, Purdue, Indiana, ABD, 2016), Zambak ve Ahlat (Halka Art Project, İstanbul, Türkiye, 2019), Noir (Firuzen Olşen Gallery, Ankara, 2023) ve Tuzun Tadı (Fotokolektif, Ankara, 2024).
Halen oyun fotoğrafçılığıyla ilgilenmekte olup şu sergilere katılmıştır: “MetaNature”, (18-21.05.2023), Eindhoven, FotoFestival (Art and Technology); “The Americans”, (09-12. 02. 2023), Rotterdam Photo (Freedom Redefined). Araştırma ilgi alanları arasında görsel antropoloji, oyun içi fotoğrafçılık, yapay zeka tarafından üretilen görüntüler ve fotoğraf teorisi yer almaktadır.

Ozan YAVUZ | Fotoğraf: Hayaletsi Bir Gerçek

ÖZET

Fotoğraf her zaman spektral bir niteliğe sahip olmuştur. Baskın teorik bakış açılarının aksine, gerçeklikle bağlantısı doğası gereği kameraya veya camera obscura'ya bağlı değildir. İndekssellik, nedensellik ve referansa odaklanan geleneksel söylem, fotoğraf eğitimini ve yorumunu derinden şekillendirmiştir. Bazin, Peirce ve Krauss gibi akademisyenler fotoğrafın otomatik doğasını ve gerçeklikle bağlantısını vurgulamışlardır, ancak son bakış açıları bu varsayımlara meydan okumaktadır. Flusser'dan yararlanan Toister, fotoğrafçılığı tekil bir ortam olmaktan ziyade örtüşen uygulamalar alanı olarak yeniden tanımlamaktadır. Fontcuberta ise fotoğrafçılığı nesnel temsil yerine yanılsama ve hayaletsi olanla hizalamaktadır. Fotoğrafçılık, mistik ve metafizik geleneklerde kök salmış olarak mekanik icadından önce gelir. Capa'nın Düşen Asker’ini çevreleyen tartışmayı inceleyen makale, Yapay Zekâ’nın metinden görüntüye modeller aracılığıyla tarihsel imgeyi yeniden yapılandırmadaki rolünü soruyor. Sonuç olarak, fotoğrafçılık akışkan, döngüsel ve rizomatiktir; gerçek anlamda "sonrası -post" olmamış, ancak gerçeklik ve kurgunun katı ikiliklerinin ötesinde sürekli olarak gelişmiştir.

ANAHTAR KELİMELER

Fotoğraf Teorisi, İndeksellik, Referans, Rizom, Gerçeklik, Yapay Zekâ


Ozan YAVUZ | Photography: A Phantom Truth

ABSTRACT

Photography has always possessed a spectral quality. Contrary to dominant theoretical perspectives, its connection to reality is not inherently tied to the camera or camera obscura. The traditional discourse- centered on indexicality, causality, and reference -has deeply shaped photographic education and interpretation. Scholars like Bazin, Peirce and Krauss have emphasized photography’s automatic nature and its link to reality, yet recent perspectives challenge these assumptions. Toister, drawing from Flusser, redefines photography as a field of overlapping practices rather than a singular medium. Fontcuberta, in turn, aligns photography with illusion and the ghostly rather than objective representation. Photography predates its mechanical invention, rooted in mystical and metaphysical traditions. Examining the controversy surrounding Capa’s Falling Soldier, the essay explores AI’s role in reconstructing historical imagery through text-to-image models. Ultimately, photography is fluid, cyclical, and rhizomatic—never truly “post” but continuously evolving beyond rigid binaries of reality and fiction.

KEYWORDS

Photography Theory, Indexicality, Reference, Rhizome, Reality, Artificial Intelligence

Site Icon

Ever since the fifteenth century, Occidental civilisation has suffered from the divorce into two cultures: science and its techniques-the 'true' and the 'good for something'-on the one hand; the arts-beauty-on the other. This is a pernicious distinction. Every scientific proposition and every technical gadget has an aesthetic quality, just as every work of art has an epistemological and political quality. More significantly, there is no basic distinction between scientific and artistic research: both are fictions in the quest of truth (scientific hypotheses being fictions). Electromagnetized images do away with this divorce because they are the result of science and are at the service of the imagination. They are what Leonardo da Vinci used to call 'fantasia essata'. A synthetic image of a fractal equation is both a work of art and a model for knowledge.
Vilém Flusser, 1986

Photography has always had a ghostly character. Contrary to the early and dominant theorists, the connection or ontology of photography with reality was not actually related to the camera or camera obscura. Here, the dominant discourse that concerns the majority and draws photography to itself, the theories created by the concepts of reference, trace, indexicality and causality, have become so entrenched that photography education, as in most geographies, has not been able to go beyond this theory in our country. The influences of theorists such as Andre Bazin (1960), Charles Sanders Peirce (Lefebvre, 2007), Roland Barthes (1981), Rosalind Krauss (1977a; 1977b) and Walter Benjamin (1972), while confronting photography only with the question of whether it is real or not, have also attracted postmodern discourse and have brought the automatic nature of photography and its indexical relationship with reality to the forefront. Based on this interpretation, Toister adopts the concept of similarity in reassessing the ontology of photography – arguing that photography should be understood as a set of diverse practices with overlapping characteristics rather than as a medium with a single defining feature. The author ultimately argues that photography is not a unified medium with a fixed essence, but rather as a set of media with diverse characteristics. Drawing on the philosophy of Vilém Flusser, Toister (2020) reinterprets the term “photography” not as “light” but as “appearance”, allowing photography to contain illusions and possibilities beyond fixed realities. In parallel, Fontcuberta’s argument regarding the literal definition of photography is related to “ghost” and “imagination (or dream, imagination, fiction)” in relation to appearance, rather than “brightness (light)” or “spark”. Here, Fontcuberta unwittingly refers to the classical again, to Walter Benjamin’s (1999) ability to see and commission photography as a savior of history, to moments of gleaming. Fontcuberta (1997, p. 166) argues that photography is more concerned with appearances - illusions or phenomena - rather than an objective reality derived from light. He criticizes the historical role of the medium as a means of representing reality and instead argues that photography should be understood as "the writing of appearances" and is inherently linked to illusion and constructed meaning.

Therefore, photography is not a camera obscura first of all [1] . Because before it became a camera obscura, the idea of photography always existed in the Platonic and Neoplatonian period. According to Mikuriya, the invention of photography is only a material manifestation of what has always existed. The existence of photography at the root of this emergence can be revealed in the roots of Western metaphysics, in the discourses of magic, mysticism and spiritual practice (2017,11). Slater (2017) explains these images by arguing that the scenario revealed by the diaroma exceeds the objective goal of modernity to explain the mysteries of the world. Photography, on the contrary, revives enchantment. Paradoxically, it aims to re-enchant the world with natural magic rather than rational analysis. In this sense, the diaromas created by Daguerre were not just representations; they were simulations full of immersive virtual experiences. Photography is, in a sense, a rhizomatic event: a fluid, cyclical and ghostly image. Therefore, photography has never been post-. The aftereffect is the state of the image disintegrating, becoming fluid, waiting for a new rethinking process that needs time to emerge, just to overcome the dominant discourse. In other words, it is the field of image study that necessitates the end of the discourses of the first theorists who created dichotomies such as reality and truth. Likewise, as Fontcuberta also states, post-photography is not a new technique, style or movement in the digital age, but a complete rethinking of the image. In a time when the internet and social media are proliferating, it uses new media in both its theory and practice as a way of investigating what constitutes the post-photographic image (Moreiras, 2017).

Now, since 2014, we are immersed in the images produced by the machine learning model Generative Adversarial Networks (GAN; Goodfellow et al, 2014), which consists of two neural networks working in opposite directions to produce new data. The first topic of discussion was, of course, whether these images were photographs or real. In her definition of “mean images,” Hito Steyerl (2023) redefines these images in the context of machine learning (ML) and artificial intelligence (AI), arguing that images generated by AI are no longer bound to the indexicality of traditional photography, but instead represent statistical representations, that is, images generated according to probabilities rather than real-world references. Steyerl compares this change to historical traditions of photography, which relied on the direct effect of light on film or sensors. Rather than recording reality, AI-generated images average out large data sets, producing “mean images” in both a statistical sense (mathematical average) and a socio-political sense (pejorative, reductionist, and shaped by societal biases), she says. [2]

We can reconsider this dual approach through Robert Capa’s famous photograph, The Falling Soldier. Following its capture, the image became the center of intense debate, with critics questioning whether it was an authentic moment or a staged composition. Richard Whelan (2017) explains the inextricable situation of the photograph as follows: “I struggled with the dilemma of how to deal with a photograph that was believed to be real, but was not a genuine document. With a title that spoke of the doubts raised about its authenticity? Did the stain of doubt render it permanently ineffective? Should Capa’s photograph be consigned to the dustbin of history? As I will try to show here, the truth about the “Falling Soldier” is neither black nor white. It is neither a photograph of a man pretending to be shot nor an image taken at a moment we would normally recognize as the heat of battle.” Leaving us in a ghostly space, this photograph reveals the photograph’s intention to document something that does not exist. We may define this as fiction or propaganda. On the other hand, the definition of photographs produced by artificial intelligence is that they are not real because they are data belonging to another data set. The photographs produced with this data have been called non-human photography (Zylinska, 2017), neural photography (Zylinska, 2023) or hyperobject [3] . From here, let’s consider Capa’s photo again with a GAN-based text-to-image model, which is a type of artificial intelligence that uses machine learning algorithms to understand the meaning of a text prompt and generate a corresponding image, that is, it generates images based on a textual description provided as input. Let’s assume that Capa actually saw the moment of the incident and was unable to photograph it even though he had a camera in his hand. To obtain the “Falling Soldier” photo, let’s use the following text about the moment of the incident: “A Republican soldier at the moment of death. The soldier, shot in the head, falls backwards with his rifle flying out of his right hand. The soldier is wearing civilian clothes, trousers and a white shirt with the sleeves rolled up, but he is wearing a leather cartridge belt around his waist. The photo is set from a low angle in a rural area with the sky as the background.”

Re-creation of Robert Capa's "Falling Soldier" photograph by adding text to the Leonardo AI program

Therefore, we only have a text that we can convey the moment of the event. When we enter this text, the photograph that appears before us shows us another moment of the fallen soldier that we have never seen before or that is similar to the original. As a medium without a camera obscura, that is, without a camera, it presents us with the photograph of the text requested, even if it is synthetic: It is neither a photograph of a man acting as if he has been shot, nor is it an image taken at a moment that we would normally consider the heat of battle: Fluid, cyclical, that is, rhizomatically, without any reason, in a ghostly way, just like in Socrates' dream.

[1] Socrates’ dream, recounted in Plato’s Phaedo, includes a recurring vision of a woman in white telling him, “Make music and work on it,” which he ultimately interprets as an encouragement to pursue philosophy, the highest form of music. This dream, occurring on the brink of his death, resonates with photography’s ability to capture fleeting moments and suspend time in a revealing yet fatal moment. Derrida connects this dream to Socrates’ execution in Demeure, Athènes , likening the sudden appearance of the ship’s sails—a sign of his impending death—to the momentary nature of a photographic exposure, a flash of an image that appears and fades at the same time. Photography, like Socrates’ dream, interacts with light and overexposure, recalling the Neoplatonic notion that an encounter with the divine is overwhelmed by brightness, like an overexposed image. The dream also suggests an archetypal photographic process akin to a latent image waiting to be developed, reflecting the tension between revelation and concealment. Just as Socrates equated music with philosophy, both seeking to give form to the ineffable, photography shares this longing and attempts to grasp ephemeral realities through light and time. In this sense, Socrates’ dream becomes a metaphor for the photographic impulse to capture moments of illumination and mortality, always bounded by the boundaries of vision and disappearance. See Mikuriya, J. T. (2017). A history of light: The idea of photography. Bloomsbury.

[2] The dataset or big data required for the formation of the average image not only reveals different problems in terms of anthropology, politics, sociology and ecology, but also ignites the typical comparison mentioned above in terms of photographic ontology. In this sense, such a situation brought about by data colonization also brings up a series of different problems, from bringing up a different dimension of historical colonialism between the Global South and the Global North to ecological degradation. See: Thatcher, J., O’Sullivan, D., & Mahmoudi, D. (2016). Data colonialism through accumulation by dispossession: New metaphors for daily data. Environment and Planning D: Society and Space, 34(6), 990–1006. https://doi.org/10.1177/0263775816633195

[3] The definition of a hyperobject can be applied to AI-based photography as an object that can emerge in a fluid, data-driven large-scale structure: “In Ecological Thought, I introduced the term hyperobject to refer to things that are vastly distributed in time and space relative to humans. A hyperobject could be a black hole. A hyperobject could be the Lago Agrio oil field in Ecuador or the Florida Everglades. A hyperobject could be the biosphere or the Solar System. A hyperobject could be the sum of all the nuclear materials on Earth; or it could just be plutonium or uranium. A hyperobject could be a very long-lived product of direct human production, like Styrofoam or plastic bags, or the sum of all the whirring machines of capitalism. Thus, hyperobjects are ‘hyper’ relative to some other entity, whether or not they were directly produced by humans.” (Morton, 2013: 1)

REFERENCES

BIOGRAPHY

Ozan Yavuz is a lecturer at Middle East Technical University. He completed his PhD in Art and Design at Yıldız Technical University in 2019 with a dissertation that explored historical metafiction, photography, migration, and personal narrative. He contributed to the co-translation of The Education of a Photographer and published his book Anthropology and Photography: On Method and Representation with Espas Art and Theory Publications in 2020. In 2024, he edited the book Advances in Visual Methodology, co-translating it with Gülay Doğan, also published by Espas. Yavuz has held four solo exhibitions: Workers (Patti and Rusty Rueff Galleries, Purdue, Indiana, USA, 2016), Lily and Wild Pear (Halka Art Project, Istanbul, Turkey, 2019), Noir (Firuzen Olşen Gallery, Ankara, 2023), and The Taste of Salt (Fotokolektif, Ankara, 2024). He is also engaged in in-game photography and has participated in exhibitions such as MetaNature (May 18-21, 2023, Eindhoven FotoFestival – Art and Technology) and The Americans (Feb 9-12, 2023, Rotterdam Photo – Freedom Redefined). His research interests include visual anthropology, in-game photography, AI-generated imagery, and photography theory.

Akademisyen, Araştırmacı / Academician, Researcher
TÜRKİYE
Doç. Dr., Altınbaş Üniversitesi, hulya.sahiner@altinbas.edu.tr

ÖZGEÇMİŞ

Hülya Toksöz Şahiner, 1990 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde Lisans eğitimini tamamladı. 1992-93 California State University Los Angeles’da başladığı MFA çalışmalarını 1993-94 Claremont Graduate University’de tamamlayarak, MFA derecesi ve 1995-2002 M.S.Ü. S.B.E.’den “Sanatta Yeterlik” derecesi aldı. Sanatsal ve akademik çalışmalarını, yirmi yılı aşkındır bir süredir yürüten Şahiner, 2012 yılında Doçent unvanı almıştır. 2015-16 Güz ve Bahar döneminde akademisyen sanatçı olarak davetli bulunduğu New York’da, üç boyutlu dijital tasarım ve çoğaltma tekniklerine yönelik çalışmalar yapan sanatçı, akademisyen olarak görev aldığı İstanbul Altınbaş Üniversitesi’nde Grafik Tasarım Bölüm Başkanlığını sürdürmektedir.

Hülya Toksöz ŞAHİNER | Yapay Zekâ Çağında Fotoğrafın Yeniden Keşfi ve Görsel İletişim

ÖZET

Yapay Zekâ (AI) ve algoritma teknolojilerinin ortaya çıkışı, fotoğrafın çehresini önemli ölçüde değiştirerek görsel iletişim paradigmasında yeni anlayışların ortaya çıkmasına ve bu süreçlerin yeniden gözden geçirilmesine olanak sağlamıştır. Fotoğraf görünenin çekilmesi (yakalanması) ya da kadraja alınanın kaydedilmesi, çoğaltılabilmesi ya da imajların sanatçı tarafından çoklu ortamlarda deneysel olarak üretilmesi için farklı teknik ya da teknolojilerin kullanıldığı bir iletişim aracıdır. Günümüzde gelişen Yapay Zekâ teknolojileri fotoğrafın üretim, ifade ve anlatı süreçlerinde geleneksel doğasının sınırlarını hem biçimsel hem de içeriksel düzeyde aşabilen nitelikler kazanmasını sağlamaktadır. Fotoğraf böylece farklı ifade yollarının ortaya çıktığı, akışkan, düzenlenebilir, kurgusal ve tamamen yeniden üretilebilir hale gelmiştir.

Bu durum, fotoğrafın yalnızca üretilme süreçlerinde değil, aynı zamanda alımlanma biçimlerinde de ezber bozan değişikliklere yol açmıştır.
Böylece GAN'lar (Generative Adversarial Network: Üretken Çekişmeli Ağ), dijital resim düzenleme algoritmaları ve derin öğrenme resim oluşturucuları gibi Yapay Zekâ teknolojilerinin görsel iletişim kurma şeklimizi değiştirdiği günümüzde fotoğrafların oluşturulması, anlamlandırılması ve güvenirliği de yeniden inşa edilmektedir. Bu bildiride, görüntülerin niteliklerini iyileştiren, değiştiren ve çeşitlendiren algoritmaları ele alınacak, bu teknolojilerin özgünlük, yaratıcılık, müelliflik ve etik açılardan yarattığı tartışmalı süreçler açımlanmaya çalışılacaktır. Fotoğraf ve Yapay Zekâ arasındaki ilişkiyi keşfederek, bu evrimin kültürel etkileri ve görsel medyanın geleceği hakkındaki anlayışımızı nasıl yeniden şekillendirdiği irdelenecektir.

ANAHTAR KELİMELER

Yapay Zekâ, Üretken Çekişmeli Ağlar, Deepfake Teknolojisi, Dijital Medya Etiği, Görsel İletişim, Görüntü İşleme

Giriş
Başlangıcından bu yana teknolojik devrimlerle birlikte gelişen bir sürecin en önemli tanığı olan fotoğrafın icadı hiç kuşkusuz ki insanlığın en önemli dönüm noktalarından biridir. Işığın yüzeye kaydedilmesine dayanan analog teknolojilerin zamanla sayısal sinyal işleme ve kodlama sistemlerine dönüşmesi, görüntülerin üretilme, dağıtılma ve tüketilme biçimini yeniden şekillendirmiştir. Analogdan dijital fotoğrafçılığa geçiş, görüntü oluşturmayı daha da demokratikleştirerek, fotoğrafı günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir.

Görsel bilişim (visual computing) teknolojileri ve GAN'lar gibi Yapay Zekâ sistemleri artık standart fotoğrafçılık süreçlerine dahil edilmiştir. Örneğin görüntü düzenleme uygulamaları, fotoğrafın çekildiği sıradaki ortam şartlarını iyileştirecek ya da değiştirecek bir hassasiyetle, parlaklık ve kroma dengesinden, doku ve keskinliğe kadar, görüntülere ince ayar yapılmasına olanak tanımaktadır. Öte yandan GAN'lar tamamen yeni, tipik olarak hiper-gerçekçi görüntülerin yaratılmasına izin vererek gerçek fotoğraflara benzeyen ancak daha önce var olmamış görsel çıktılar üretebilirler. Bu teknolojiler, yaratıcılığın sınırlarını yalnızca algoritmalar üzerinden geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda özgünlük, yaratıcılık, müelliflik ve etik gibi geleneksel kavramlara da meydan okuyarak, fotoğrafın içeriksel ve işlevsel rolü üzerine de yeni tanımlar ve tartışmalar yaratıyor.

Fotoğrafçılıkta AI destekli uygulamaların yaygın erişilebilirliği önemli kültürel, sosyal ve etik tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Yapay Zekâ destekli araçlar profesyonellerin yanı sıra amatör fotoğrafçılara da destek vererek, fotoğrafın herkes tarafından üretilebilir ve erişilebilir bir sanatsal ifade, görsel hikâye anlatım öğesi ve iletişim aracı olmasına olanak sağlıyor. Bununla birlikte, Yapay Zekâ ile fotoğrafçılık arasındaki etkileşim salt teknolojik gelişmelerin ötesine geçerek, kurgu ile belgeleme arasındaki sınırları yeniden tanımlamış, geleneksel fotoğraf estetiğinin nasıl algılandığını etkilemiştir. Bir zamanlar kadrajdakinin ilk elden temsili olarak görülen fotoğrafçılık, artık sentetik imgelerin, artırılmış algının ve algoritmik yaratıcılığın görsel okuryazarlığımızı zorladığı karmaşık bir hal almaktadır. Yapay Zekâ tarafından oluşturulan deepfake'ler, algoritmik sistemlerle görsellerin otomatik olarak geliştirilmesi, görsel güvenilirlik ve manipülasyona dair soruları da beraberinde getirmektedir.

Bu konudaki soruları başlatan ilk örneklerden biri Mart 2023’de Sony Dünya Fotoğrafçılık Ödülleri, yaratıcı fotoğraf kategorisinde ödül kazanan PSEUDOMNESIA: The Electrician adlı yaşlı bir kadının genç bir kadını kucakladığı siyah-beyaz bir fotoğraf olmuştur. Alman sanatçı Boris Eldagsen’in, Yapay Zekâ’ya ürettirilen bir görüntüyü "arsız maymun" rumuzuyla bir fotoğraf yarışmasına gönderdikten sonra, bu yarışmada ödüle layık görülmesi, Yapay Zekâ’nın sanat dünyasındaki yeri hakkında bir tartışma başlatmış oldu. Çalışmanın ödüle layık görülmesinin nedeni basın bülteninde; "akıldan çıkmayan" ve "1940'ların aile portrelerinin görsel dilini anımsatan" olarak duyuruldu. Ancak Berlin'de yaşayan sanatçı Boris Eldagsen ödülü geri çevirdi. Çalışmasının aslında özğün bir fotoğraf olmadığını açıkladı: Bunu, bir Yapay Zekâ görüntü üreteci olan DALL-E 2'nin yaratıcılığıyla hazırlamıştı. Eldagsen, web sitesinden yaptığı açıklamada; "[Yarışmaların] Yapay Zekâ görüntülerinin girmesi için hazır olup olmadığını öğrenmek için ‘arsız bir maymun’ rumuzuyla başvurdum." dedi. Bu durum Yapay Zekâ tarafından oluşturulan veya desteklenen görüntülerin sanat olarak kabul edilip edilemeyeceği konusunda yoğun tartışmalara yol açmıştır (Parshall, A. 2023; Glynn, P. 2023).

Boris Eldagsen tarafından DALL-E 2'ye ürettirilen PSEUDOMNESIA: The Electrician, 2023.

Fotoğrafçılıkta Yapay Zekâ ve Algoritmalar
Yapay Zekâ teknolojileri, manuel olarak yapıldığında tonlarca enerji ve zaman alacak karmaşık görevleri basitleştirmekte, otomatik ayarlamalar, makine öğrenimi destekli kompozisyon ve görüntü oluşturma yoluyla fotoğrafçılıkta devrim yaratmaktadır. Örneğin, Adobe Sensei GAN AI Sinir Ağları tamamen sentetik görüntüler üretiyor, videoyu otomatik olarak rotoskopla görüntülüyor, Yapay Zekâ destekli kameralı telefon uygulamaları kendi başlarına ışığı değiştirebiliyor, akıllı ayarlamalar yapabiliyor ve nesneleri tanıyabiliyor. Bu tür gelişmeler yaratıcı süreci kolaylaştırırken, Yapay Zekâ destekli bir ortamda üretilen görüntülerin, sanat ve fotoğraftan, orijinal fotoğraftan ayırt etmeyi giderek zorlaştırıyor, Yapay Zekâ ve algoritmalar çağında sanatçı, fotoğrafçı ve müellif rolünü de yeniden gündeme getiriyor.

Adobe Sensei Adobe'nin Yapay Zekâ (AI) ve Makine Öğrenimi (ML) teknolojisi olarak, Adobe'nin kataloğundaki açıklamasına göre Adobe Experience Cloud, Creative Cloud ve Document Cloud dahil olmak üzere Adobe platformunda çok yönlü olarak kullanılabilmekte.

Yapay Zekâ Destekli Görüntü İyileştirme Araçları
Fotoğrafçılıkta Yapay Zekânın en yaygın ve erişilebilir kullanımı belki de otomatik görüntü iyileştirme uygulamalarıdır. Adobe Photoshop'un Neural Filters veya Skylum'un Luminar AI gibi Yapay Zekâ destekli yazılımları, bir fotoğrafın kompozisyonunu analiz edebilir ve bir profesyonelin dokunuşunu gerektirecek değişiklikleri uygulayabilir (Adobe, 2025; Skylum, 2025). Yazılım pozlamayı, renk sıcaklığını ve keskinliği otomatik olarak iyileştirebilir veya bir görüntüdeki istenmeyen nesneleri ortadan kaldırabilir. Örneğin, Luminar AI'nın Gökyüzü Geliştiricisi, bir görüntüdeki gökyüzünü tanımlamak ve görüntünün diğer bölümlerini değiştirmeden, kontrollü bir şekilde üst üste bindirerek renklendirmek ve dokuyu optimize etmek için, Yapay Zekyı kullanır. Bulutlu havalarda çekilen dış mekân fotoğrafları genellikle kasvetli ve soluk görünürler. Sky Enhancer AI gibi Yapay Zekâ uygulamaları, gökyüzünü anında daha canlı bir gün batımına veya kontrasta dönüştürebilir ve normalde donuk olan bu çekimi göz alıcı hale getirebilmektedir (Skylum, 2025).
Bu durum, Yapay Zekâ destekli fotoğraf uygulamalarının ne kadar yaratıcı ve üretken olduğunu göstermekte, fotoğrafçılar için, çoğu zaman teknik uzmanlık dersleri almak zorunda kalmadan, görüntülerle ilgili ayarlamalar yapmayı kolaylaştırmaktadır. Bu kapsamda; Zapier Otomasyon Platformu'na göre, 2024 için 30'a yakın fotoğraf düzenleme ve tasarım uygulamasının özellikleri incelenerek yapılan değerlendirmeler ve tercihlere göre en iyi bilinen ve etkili Yapay Zekâ görüntü düzenleyicileri olarak; Adobe Photoshop, Yapay Zekâ destekli bir fotoğraf editörü için Luminar Neo, Yapay Zekâ destekli bir tasarım uygulaması için Canva, kullanımı kolay bir çevrimiçi Yapay Zekâ editörü için Pixlr, mobil bir Yapay Zekâ fotoğraf editörü için Lensa olarak değerlendiriliyor (Guinness, 2024).

Reklam ve Moda İçin Yapay Zekâ Tarafından Üretilen Fotoğrafçılık
AI, kişiselleştirilmiş görsel içeriklerin oluşturulmasında, kullanıldığı reklam ve moda sektörlerini de etkilemeye başladı. NVIDIA'nın GauGAN ve Runway ML gibi araçları, fotoğrafçıların ve tasarımcıların yeni fikirleri anında denemelerine ve geleneksel yöntemlerle elde edilemeyecek görüntüler oluşturmalarına olanak tanıyor (NVIDIA, 2025; Runway, 2025).

Sektörel düzeyde, özellikle moda ve reklam fotoğrafçılığında, tamamen dijital olarak yaratılmış veya manipüle edilmiş moda fotoğrafları oluşturmak için algoritmaların üretken güçleriyle birlikte Yapay Zekâ’nın stilleri anlama yeteneğinden yararlanıyorlar. Örneğin; moda endüstrisi 2020 yılında AI modelleri ve sanal influencer'lar ile işbirliği yapmaya başladı (Jhawar, A. ve arkadaşları, 2023). Bunun bir örneği, AI kullanılarak yaratılan ve sosyal medyada geniş bir takipçi kitlesine sahip, sanal bir model olan Lilmiquela (Miguela Sousa)'dır. Prada ve Balenciaga gibi markaları tanıttığı, gerçekçi moda fotoğraf çekimlerinde yer almaktadır. Bu AI modelleri geleneksel fotoğrafçılık, reklamcılık ve hatta görsel içerikte, insan varlığına meydan okumaktadır (Hiort, A. 2021).

Görsel 3. AI kullanılarak yaratılan sosyal medyada fenomeni Lilmiquela (Miguela Sousa).

Üretken Çekişmeli (Karşıt) Ağlar (GAN'lar)
Bu algoritmalar, gerçek fotoğraflardan ayırt edilmesi çok zor olan tamamen yeni görüntüler oluşturabildiği için, büyük ilgi uyandırmaktadır. Algoritmaları gerçek dünya görüntülerinden oluşan devasa veri kümeleri üzerinde eğiterek, daha önce hiç oluşturulmamış hiper-gerçekçi sentezlenmiş görüntüler oluşturarak, “gerçek” tanımının yeni bir kavramsallaştırmasını başlatmaktadır. GAN'lar, kurgusal portreler oluşturmaktan fotogerçekçi binalar tasarlamaya kadar çeşitli sanatsal disiplinlerde kullanılmaktadır.

Yapay Zekâ ile yaratılan rondom yüz üretici sitesi This Person Does Not Exist tarafından insanların hiper-gerçekçi bir fotoğraf.
https://this-person-does-not-exist.com/en [Erişim Tarihi: 16.03.2025]

Örneğin; GAN'ların en popüler kullanımlarından biri, var olmayan ve yalnızca Yapay Zekâ tarafından yaratılan insanların hiper-gerçekçi fotoğraflarını içeren bir rondom yüz üretici sitesi olan This Person Does Not Exist'tir (https://this-person-does-not-exist.com/en). O kadar gerçekçidirler ki, gerçek kişileri fotoğraflardan ayırt etmek neredeyse imkansızdır. Ticari dünyada moda markaları, sanal kıyafet denemelerinde veya reklam panolarında kullanılmak üzere bilgisayar yapımı modeller oluşturmak için GAN'ları kullanarak gerçeklik ve kurgu arasındaki ayırımı belirsizleştirmektedir (Karras, T. ve arkadaşları, 2019).

Deepfake Teknolojisi ve Etik Kaygılar
Yapay Zekâ yaratıcılığı artırabilirken, aynı zamanda etik zorlukları da beraberinde getirmektedir. Video ve fotoğraflardaki yüzleri başka kişilerin yüzleriyle değiştirmek için Yapay Zekâ’yı kullanan Deepfake teknolojisi, yanlış bilgilendirme ve manipülasyon potansiyeli ile ilgili sorunları gündeme getirmiştir (Chesney, R. ve Citron, D. K. 2019). Deepfake'ler bireylerin söylemedikleri bir şeyi söylemiş ya da yapmış gibi gösterme kabiliyetine sahiptir ve bu da siyaset, medya ve eğlence alanlarında nasıl kullanılacaklarına dair endişeleri artırmıştır. Özellikle; Yapay Zekâ’nın ve Deepfake teknolojisinin kamuoyunu nasıl etkileyebileceğini göstermek için sanatçıların ve araştırmacıların gösteri amaçlı olarak ürettikleri “deepfake haberler” bu durum için çarpıcı örnekler teşkil etmiştir. 2018'de Washington Post haber kuruluşu, Yapay Zekâ’nın Barack Obama'nın yüzünü ve sesini sentezlediği bir video hazırlayarak Obama'nın hiç yapmadığı bir konuşmayı yapıyormuş gibi görünmesini sağlamıştır (The Washington Post, 2018) (Vaccari, C. ve Chadwick, A. 2020). Bu, AI'ın izleyicileri nasıl etkileyebileceğini, fotoğraf ve video kanıtlarının gerçekliği nasıl çürütebileceğini göstermektedir.

Mirage, altyazılara göre konuşan videolar oluşturmak ve düzenlemek için tasarlanmış dünyanın ilk Yapay Zekâ UGC (User-Generated Content / Kullanıcı Tarafından Oluşturulan İçerik) modelidir. Mirage, lisans kısıtlamalarından tamamen muaf, doğal ifadelere ve beden diline sahip orijinal aktörler üretir.

Fotoğrafçılığın Yapay Zekâ’ya giderek daha fazla bağımlı hale gelmesinin bir sonucu olarak, fotoğrafların meşruiyeti ve gerçekliği konusunda doğal endişeler bulunmaktadır. Fotoğraf üretme araçları geliştikçe gerçeklik ve kurgu arasındaki ayrımı yapmak zorlaşıyor. Bu durum, görsel medyanın kültürel anlatılar inşa etmede ve kamu algısını etkilemede bu kadar etkili olduğu bir dönemde özellikle endişe vericidir (McQuillan, D. 2020). Yapay Zekâ’nın sanatsal, siyasi veya ticari olsun, şaşırtıcı bir hassasiyetle fotoğraf işleme ve üretme yeteneği, fotografik içeriğin doğruluğunu teyit etmek için önemli zorluklar ortaya çıkarmaktadır. Deepfake'ler, çarpıtılmış fotoğraflar ve yanlış bilgilendirmeler, görsel malzemenin görünüşteki geçerliliğini çoktan aşındırmaya başladığı için artık neyin yapay neyin gerçek olduğunu söylemeyi giderek zorlaştırıyor.

Barack Obama'nın yüzünü ve sesini sentezlediği bir video hazırlayarak Obama'nın hiç yapmadığı bir konuşmayı yapıyormuş gibi gösteren Deepfake Haber (The Washington Post, 2018).

Bu sorunlara rağmen, AI fotoğrafçılığının ilerlemesi aynı zamanda fotoğraf üretimini demokratikleştirmekte, daha fazla bireyin, özel ekipmana veya yüksek teknik yeterliliğe ihtiyaç duymadan fotoğraf düzenleyebilmesine ve görüntü oluşturmasına izin vermektedir. AI platformları ve uygulamaları, fotoğrafçılık konusunda hiç deneyimi olmayan ya da çok az deneyimi olan amatör fotoğrafçıların profesyonel kalitede fotoğraflar üretmesine olanak tanıyarak, yaratıcı üretim için yeni yollar açarken alanı herkes için eşitlemekte ve erişilir kılmaktadır (Elgammal, A. ve arkadaşları, 2017). Bireylerin çoğu için AI, geleneksel fotoğraf pratiğinin sınırlarının ötesini keşfetme ve yeni estetik fikirleri ve teknikleri deneme fırsatı sağlayan bir araçtır.

Ancak fotoğrafçılığın AI aracılığıyla demokratikleştirilmesi, fotoğrafçının bir sanatçı olarak rolünü ve fotoğrafçılık eyleminde insan hayal gücünün değerini de sorguluyor. Şu anda olduğu gibi tek taraflı olsa da AI insanlar tarafından üretilenlere eşit veya onlardan daha iyi görüntüler üretebilmektedir. Bu nedenle, sanatı neyin/ kimin ürettiği, insanlar ve makineler tarafından üretilen sanat arasında herhangi bir ayrım olup olmadığı konusunda tartışmalı bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. AI yapımı bir fotoğraf hala fotoğraf mıdır, yoksa görsel sanatlarda yeni ve farklı bir şey midir? AI gerçek bir yaratıcı ortak olarak kabul edilebilir mi, yoksa yalnızca insanın hayal gücünü genişleten bir araç mıdır?

AI'ın fotoğrafçılık üzerindeki etkisi, bireysel düzeyin ötesinde derin kültürel, sosyal ve endüstriyel sonuçlara sahiptir. Kültürel bir perspektiften bakıldığında, AI aracılığıyla yaratılan görüntülerin her yerde bulunması, sanat ve onu yaratanlara ilişkin eski varsayımlara meydan okuyor. Bireylerin daha fazla izlediği, gözlemlediği ve internet aracılığıyla fotoğraflarını paylaştığı bir çağda, AI ile fotoğraf düzenleme, her gün televizyonda, haber bültenlerinde, sosyal medyada veya internet haberlerinde gösterilen fotoğrafların gerçek olup olmadığını sorgulatıyor. Teknik olarak son derece gerçekçi ancak tamamen uydurma görüntüler yaratma yeteneği, kamu duyarlılığını etkileyebilir, yeni propaganda biçimleri yaratabilir ve görsel medyaya ilişkin dezenformasyon ve şüphecilik sorunlarını daha da kötüleştirebilir (Roshan, F. 2023).

Sektörel amaçlı olarak fotoğraf üretimi ve düzenlenmesinde Yapay Zekâ destekli sistemlerinden yararlanılmaktadır. Günümüzde reklamcılık, medya ve eğlence alanlarında giderek yaygınlaşan Yapay Zekâ çözümleri daha önce zaman alan ve pahalı olan süreçleri otomatikleştirmektedir. Örneğin; Yapay Zekâ, reklamlarda, insan fotoğrafçıların yerini aldı ve büyük miktarlarda görsel içeriğin toplu olarak oluşturulmasını sağlayabiliyor. Bu değişim, daha verimli ve uygun maliyetli olsa da iş yerinde ve görsel iletişime dayalı endüstrilerde, insan hayal gücünün yerini alması konusunda endişeleri de beraberinde getirmektedir (Roshan, F. 2023).

Yapay Zekâ zamandan ve ekonomiden tasarruf sağlayan sektörel çözümler sunar.

Sonuç olarak; Yapay Zekâ ve algoritmik çağ, fotoğrafçılığa hem fırsatlar hem de zorluklar getirmiştir. Yapay Zekâ teknolojisinin fotoğrafçılıktaki hızlı ilerleyişi, fotoğrafın görsel iletişimdeki yerine yenilikçi ve pratik gelişmeler, çözümler ve daha fazla erişilebilirlik kazandırabilir ancak bu, başta özgünlük, yaratıcık, orijinallik, müelliflik, doğruluk, yanıltıcılık ve etik olmak üzere özellikle görsel iletişim alanında önemli sorunların ortaya çıkma potansiyelini de beraberinde getirmektedir. Yapay Zekâ’nın fotoğraf uygulamalarını yeniden şekillendirmesiyle birlikte, görsel iletişim süreçlerini etkin ve güvenilir bir şekilde geliştirmek için görüntü analizi, eleştirel medya okuryazarlığı ve etik standartlarını geliştirmek önem arz etmektedir. AI teknolojisinin görüntüyü daha fazla demokratikleştiren devrim niteliğindeki olanaklarını fotoğrafçılığa dahil ederek görsel iletişim olanakları daha da genişletilebilir. Ancak Yapay Zekâ ile üretilen görüntülerin güvenirliğine ilişkin endişeler henüz yeterince giderilemediğinden şimdilik bu çığır açıcı gelişmelerin bizi nereye sürüklediğini öngörmek de pek kolay değil.

KAYNAKÇA


Hülya Toksöz ŞAHİNER | Rediscovery of Photography and Visual Communication in the Age of Artificial Intelligence

ABSTRACT

The emergence of Artificial Intelligence (AI) and algorithm technologies has significantly changed the face of photography, enabling the emergence of new understandings in the visual communication paradigm and the reconsideration of these processes. Photography is a means of communication in which different techniques or technologies are used to capture what is seen, or to record what is framed, to reproduce it, or to experimentally produce images in multiple media by the artist. Today, developing artificial intelligence technologies enable photography to gain qualities that can overcome the limits of its traditional nature in both formal and contextual levels in the processes of production, expression and narrative. Photography has thus become fluid, editable, fictional and completely reproducible, where different ways of expression emerge. This has led to game-changing transformations not only in the processes by which photography is produced, but also in the ways in which it is received.

Thus, as artificial intelligence technologies such as GANs, digital image editing algorithms and deep learning image generators are changing the way we communicate visually, the creation, interpretation and reliability of photographs are also being reconstructed. This paper will discuss algorithms that improve, modify and diversify the qualities of images, and try to elucidate the controversial processes that these technologies create in terms of originality, creativity, authorship and ethics. By exploring the relationship between photography and artificial intelligence, the cultural implications of this evolution and how it reshapes our understanding of the future of visual media will be examined.

KEYWORDS

Artificial Intelligence, Generative Adversarial Networks, Deepfake Technology, Digital Media Ethics, Visual Communication, Image Processing

Fotoğraf Sanatçısı, Yazar, Küratör / Photographer, Writer, Curator
TÜRKİYE
www.cemreyesil.com
www.filbooks.com
cemreyesil@me.com

ÖZGEÇMİŞ

Cemre Yeşil Gönenli İstanbul’da yaşayan bir fotoğrafçı ve sanatçı. Lisans eğitimini İstanbul Bilgi Üniversitesi, Fotoğraf ve Video bölümünde aldıktan sonra yüksek lisansını Sabancı Üniversitesi, Görsel Sanatlar bölümünde tamamladı. London College of Communication’ın Fotoğraf Bölümü’nde başladığı doktora programından 2017’de ayrılarak araştırmasına bağımsız olarak devam etti. İşleri The Guardian, International Centre of Photography New York, British Journal of Photography, Colors Magazine, La Fabrica, 6 mois, İstanbul Modern ve Salt Beyoğlu gibi yerlerde sergilendi ve yayınlandı.

2020 yılında çıkan kitabı Hayal & Hakikat, PhotoEspana 2021 Yılın Fotoğraf Kitabı Ödülüne layık görüldü. Aynı kitap hem Paris Photo Aperture Fotoğraf Kitabı ödülleri’nde Yılın Fotoğraf Kitabı kategorisine, hem de Recontres Arles 2021 Historical Book Ödüllerine aday oldu. 2014 ve 2021’de Amsterdam Photography Museum FOAM’ın Paul Huf Awards, 2016’da ING Unseen Awards ve Lead Awards’a aday gösterildi. Maria Sturm’la birlikte çalıştığı projesi For Birds’ Sake ile British Journal of Photography’nin Şubat 2015 sayısında takip edilmesi gereken 25 genç sanatçı arasında yer aldı. Aynı proje PHE OjodePez Award for Human Values and Renaissance Photography Prize, Arles Author Book Award and Prix Levallois Award’a aday gösterildi.

Eserleri Houston Center of Photography, New York Library, İstanbul Modern ve RISD Library’nin koleksiyonlarına dahil edildi. Halen Falmouth Üniversitesi Fotoğraf yüksek lisans bölümü ve İstanbul Bilgi Üniversitesi, Görsel İletişim Tasarımı lisans bölümünde ders vermekte olan Cemre Yeşil Gönenli aynı zamanda yazar, küratör ve yayıncı olarak da üretim yapmakta. Yakın zamanda Milli Reasürans Galerisi’ndeki sergisine paralel olan çıkan kitabı ‘Double Portrait’ PhotoEspana 2021 Best Photobook of the Year ödülüne aday oldu. 9 yıllık bir araştırma ve fotografik pratiğin ürünü olan bu kitap, çifte portre fotoğrafları, annenin kucağı ve yokluğu üzerine görsel ve metinsel denemelerden oluşuyor.

Cemre Yeşil Gönenli ayrıca Karaköy’de yer alan fotoğraf kitapları, sanatçı buluşmaları ve atölyelere adanmış olan ve 2017’de bir yayınevi olan FiLBooks’un kurucusu.

Cemre Yeşil GÖNENLİ | Hayal ve Hakikat - Bir Fotoğraf Projesi

ÖZET

Lütfen devam etmeden önce başparmağınızı ve işaret parmağınızı ölçün.

II. Abdülhamid, saltanatının 25. yılında, planlanan bir af için hazırlık olarak, mahkûmların elleri görünür şekilde fotoğraflanmalarını emretti. Bir suç romanında okuduğu, “başparmak eklemi işaret parmağı ekleminden daha uzun olan herhangi bir suçlunun cinayete meyilli olduğu” şeklindeki, sözde bilimsel bilgiden etkilenmiş.

O ölürse üzülür müydünüz?
– Çok.
– O zaman affedin.

“Hayal” (Rüya), bu mahkûmların affedilme arzusunu, tebaanın affedilmeyi bekleyen ellerini göstererek sembolize eder.

Öte yandan “Hakikat” (Gerçek), zincire vurulmuş ve ölüme mahkûm edilmiş mahkûmların gerçek koşullarını ortaya koyar.

Mahkûmların başlarını, sanki giyotinle kesilmiş gibi, çerçevenin dışında bırakmak, onları kurtarmak için bir jesttir; suçlular olarak kimliklerini yeniden kaydetmek, suçları ne olursa olsun onları bir kenara atmak için değil, onlara, ikinci bir şans vermek veya hatta özgürlüklerini geri vermek ve belki de onları affetmeye çalışmak için.

Bu fotoğraflar, 'Rüya' ile 'Gerçek' arasındaki çizginin sıklıkla endişe verici bir düzeyde bulanıklaştığı, içinde bulunduğumuz sıkıntılı döneme benzer bir ışık tutuyor. Baskı ve keyfi tutuklamaların olduğu bir zamanda, bu görüntüler tarih boyunca yazılmış özgür konuşma gibidir - sessiz bir protesto.

Hayal ve Hakikat, Türkiye'nin içinden geçtiği bu zor zamanlarda, keyfi olarak mahkum edilen veya bu güzel topraklardan ayrılmak zorunda kalan parlak insanlara adanmıştır.

ANAHTAR KELİMELER

Anahtar Kelimeler: Hayal, Hakikat, Hayal ve Hakikat, Baskı, Keyfi Tutuklamalar


Cemre Yeşil GÖNENLİ | Dream and Reality - A Photo Project

ABSTRACT

Please, measure your thumb and index finger before you continue.

Abdulhamid II, during the 25th year of his reign, ordered convicts to be photographed with their hands showing, in preparation for a planned amnesty. He has been moved by pseudo-scientific information he had read in a crime novel that “any criminal with a thumb joint longer than the index finger joint, is inclined to murder.”

Would you be upset if he dies?
– So much.
– Then, forgive.

“Hayal” (Dream) symbolizes the desire of these prisoners to be forgiven by showing the subjects’ hands awaiting forgiveness.

“Hakikat” (Fact), on the other hand, reveals the actual circumstances of the prisoners who are chained and sentenced to death.

Leaving the heads of the prisoners out of the frame, as if they had been cut by the guillotine is a gesture to save them; not to re-record their identities as criminals, discarding their crimes whatever they were, but rather to give them a second chance or even to give them back their freedom, and perhaps to try to forgive them.

These photographs shed a comparable light on the troubling era at hand, where the line between ‘Dream’ and ‘Fact’ is often blurred at an alarming level. In a time of repression and arbitrary detentions, these images are like free speech written through history —a silent protest.

Hayal & Hakikat is dedicated to bright people who are arbitrarily convicted or had to depart from this beautiful land in these difficult times that Türkiye is going through.

KEYWORDS

Imagination, Reality, Imagination and Reality, Repression, Arbitrary Arrests

BIOGRAPHY

Cemre Yeşil Gönenli is a Turkish photographer and artist living in Istanbul. Her BA in photography is from Istanbul Bilgi University and she holds an MA in Visual Arts from Sabancı University. In 2017, she dropped out her practice-based PhD in London College of Communication. Her work has been exhibited and published internationally including The Guardian, International Centre of Photography New York, British Journal of Photography, Colors Magazine, La Fabrica, 6 mois, Istanbul Modern Museum, and Salt Beyoğlu.

Her 2020 book Hayal & Hakikat was the winner of Best Photobook of the Year in PhotoEspana 2021 and the same book was shortlisted in Paris Photo Aperture Photobook Awards for the Photobook of the Year Category and Historical Book Award in Recontres Arles 2021. She was also nominated for the Paul Huf Award of Amsterdam Photography Museum FOAM in 2014 and 2021, for ING Unseen Talent Award 2016 and for Lead Awards 2016. British Journal of Photography - Ones to Watch issue (February 2015) introduced her amongst the 25 most promising new talents in global survey of emerging photographers with the work ‘For Birds’ Sake’ (in collaboration with Maria Sturm). The same work was finalist at PHE OjodePez Award for Human Values and Renaissance Photography Prize, Arles Author Book Award and Prix Levallois.

Her works are included in the collections of Houston Center for Photography, New York Library, Istanbul Modern Museum, and RISD Library. She currently lectures on photography in Falmouth University MA Photography and Istanbul Bilgi University BA Visual Communication Design. She also works as a writer, curator and publisher. Recently, she published her book titled ‘Double Portrait’ in paralel with her exhibition in Milli Reasürans Art Gallery which was shortlisted in PhotoEspana 2021 Best Photography Book of the Year Award. The work is an outcome of 9 years of research and practical work on photographic double portraiture; a hybrid book of photographs and essays on mother’s embrace and absence. Cemre Yeşil Gönenli is also the founder of FiLBooks; a space dedicated to photo books, artist talks and workshops which in 2017 became a publishing house in Karaköy, Istanbul.

Sanatçı, Akademisyen / Artist, Academician
TÜRKİYE
Doçent, Kırklareli Üniversitesi, Lüleburgaz MYO Grafik Tasarım Programı, erengorgulu@gmail.com

ÖZGEÇMİŞ

1982 yılında Ankara’da doğdu. 2007 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nü bitirdi. Aynı üniversitede tamamladığı Yüksek Lisans çalışmasının ardından, 2020 yılında, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Plastik Sanatlar Anasanat Dalında, Sanatta Yeterlik çalışmasını tamamladı.
Fotoğraf, Grafik Tasarım ve Plastik Sanatlar alanında kaleme aldığı yazıları, kitap ve dergilerde yayımlandı. Yurt içinde kişisel fotoğraf sergileri açtı. Birçok ulusal/uluslararası karma sergi, bienal, sempozyum ve kongreye katıldı. 2021 yılında Doçent unvanını aldı.
“Tekinsiz Fotoğraf: Fotoğraf Sanatında Tekinsiz İmgeler Üzerine Bir İnceleme” ve “Portre Fotoğrafına ‘Yeniden’ Bakmak” adlı kitap çalışmaları yayımlanan Eren Görgülü, Kırklareli Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine devam etmekte ve çalışmalarını sürdürmektedir.

Eren GÖRGÜLÜ | Fotoğrafta Gerçeklik ve Bellek Yitimi Üzerine Bir İnceleme

ÖZET

Dijital teknolojilerin hızlı bir şekilde yaygınlaşmasıyla birlikte bireylerin günlük yaşamları sürekli olarak üretilen/tüketilen görseller ile çevrelenmiştir. Böylesi bir görsel yoğunluk ve görsel yığılma hem kişisel bellek hem de toplumsal bellek yapısını dönüştürmekte ve aşındırmaktadır. Dijital görüntü üretiminin çarpıcı bir biçimde değiştiği günümüzde Facebook, Instagram ve Snapchat gibi platformlara her gün milyonlarca fotoğraf yüklenmekte, yapay zekâ çağında sanal fotoğraflar artık her yerden fışkırmaktadır. Bu yoğun görsel akış, bireylerin her bir fotoğrafa ayırabileceği zamanı minimize ederek, fotoğrafların algılanma ve hatırlanma süreçlerini zorlaştırmaktadır.
Günümüz insanı, fotoğraf çekme eylemini yalnızca bir bellek nesnesi olarak değil, aynı zamanda iletişim aracı olarak konumlandırmakta ve fotoğrafın toplumsal bellekteki yerinden ziyade, onun anlık paylaşım değeriyle ilgilenmektedir. Dijital çağın getirdiği görüntü fazlalığı, bireylerin bellek süreçlerinde ve gerçeklik algısında, köklü değişimlere yol açmaktadır.
Görsel materyallerin aşırı üretimi ve tüketimi hatırlama süreçlerini dönüştürmekte, bireysel belleği zayıflatmakta ve unutmayı hızlandırmaktadır. Uçsuz bucaksız ve sürekli büyüyen/sonu getirilemez bir görsel birikimin birey üzerinde yarattığı gerilim ve dikkat dağınıklığı belleksizleşmeye ve gerçekliğin yitimine doğru ilerlemektedir.
Post fotoğraf bakış açısıyla kendi özgün belleğini ve gerçekliğini yitiren fotoğraflar, günümüzün hızla değişen görsel ekosisteminde, fotoğrafa bakma ve fotoğrafla iletişim kurma arasındaki ayrımı derinleştirerek, giderek belleksizleşen bir yapıya doğru evrilmektedir.

ANAHTAR KELİMELER

Post Fotoğraf, Bellek, Gerçeklik, Hatırlama, Unutma

Giriş

İnsanlık tarihi boyunca bellek ve hatırlama, bireysel ve kolektif kimliğin inşasında merkezi bir rol oynamıştır. Antik Yunan’dan günümüze kadar uzanan süreçte bu kavramlar, felsefi, edebi, dini, bilişsel ve teknolojik bağlamlarda sürekli olarak yeniden yorumlanmış ve farklı disiplinler aracılığıyla incelenmiştir. Keos'lu şair Simonides (MÖ 556-468) belleğin sistematik bir şekilde nasıl geliştirilebileceğine dair önemli fikirler ortaya koymuş, özellikle yerleşim yöntemi olarak bilinen hafıza tekniğiyle hatırlama sürecine katkıda bulunmuştur. Paul Ricoeur’e (2020:81) göre Simonides “Unutmaya karşı kahramanca bir başarı elde etmiştir.”. Simonides, bellek ve hatırlama arasındaki ilişkiyi mekânsal imgelerle destekleyerek hafızanın güçlendirilebileceğini öne sürmüş, bu yöntem daha sonraki dönemlerde retorik ve eğitim alanlarında geniş bir yankı uyandırmıştır. Frances A. Yates’e (2020:17) göre ise “Simonides’in hafıza sanatını icat etmesi […] görme duyusunun bütün duyular içinde en güçlüsü olduğunu keşfetmesine dayanmaktadır.”. Orta Çağ’dan Rönesans’a kadar belleğin sistematik kullanımına dair geliştirilen teknikler, hatırlamanın sadece bireysel bir yeti olmanın ötesinde, kültürel mirasın aktarımı açısından da kritik bir unsur olduğunu göstermektedir. Modern dönemde ise bilişsel bilimler ve nöropsikoloji alanındaki çalışmalar, belleğin biyolojik temellerine odaklanarak, hatırlama süreçlerini daha derinlemesine anlamayı mümkün kılmıştır. Bilgilerin fiziksel hafızadan dijital ortamlara taşınması, bireysel ve toplumsal hatırlama biçimlerini köklü bir şekilde değiştirmekte, “unutma” kavramını dahi yeniden tartışmaya açmaktadır. Günümüzde dijital teknolojilerin gelişimi ile birlikte, bellek ve hatırlama kavramları yeni bir dönüşüm sürecine girmiştir. Bunun yanı sıra, dijital bellek sistemleri bireylerin hatırlama pratiklerini dönüştürürken, hipergerçeklik olgusu bireylerin gerçeklik algısını değiştirerek, sanal ve manipüle edilmiş bir dünya algısının yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Bellek ve gerçeklik arasındaki bu dönüşüm, görsel kültür ve medya çalışmalarının temel araştırma alanlarından biri haline gelmiştir. Bu süreçte, fotoğraf yalnızca bir arşiv veya hatırlama nesnesi olmaktan çıkıp, anlık etkileşim ve dolaşıma odaklanan bir medya pratiğine dönüşmüştür. Dijital görüntülerin yaratmış olduğu aşırı tüketimi, bireylerin hatırlama biçimlerini değiştirirken, aynı zamanda unutmayı hızlandıran bir etken haline gelmektedir (Van Dijck, 2007). Bu çalışmada, dijital çağda görüntü fazlalığının bellek ve gerçeklik algısı üzerindeki etkileri incelenecek ve bu bağlamda fotoğraf, görsel kültür ile bellek arasındaki ilişkiler ele alınacaktır.

Dijital Görselliğin Yaygınlaşması ve Görüntü Fazlalığı

Fotoğraf, video ve diğer görsel materyallerin dijital ortamda kolaylıkla üretilebilmesi ve paylaşılabilmesi, bireylerin görsel veriye maruz kalma miktarını artırmıştır. Özellikle sosyal medya platformlarında her gün milyarlarca fotoğraf ve video paylaşılarak, bireylerin maruz kaldığı görsel bilgi yoğunluğu sürekli olarak artmaktadır (Murray, 2008). Paul Connerton (2021)’a göre “İmge aktarımının kişisel deneyim ve ortak bellek arasındaki bağları zayıflatmasının diğer bir sebebi de imgelerin fazlalığıdır.” (s. 89). Connerton “Modernite Nasıl Unutturur” adlı kitabının ilerleyen sayfalarında bilişim teknolojilerinin “bellek” kavramını insan zihninin ötesine taşıyarak, kişisel belleğin bilişsel işlevlerini dönüştürdüğünü ve onun önceki bütünleştirici ve özümseyici kapasitesini kısıtladığına dikkat çekmektedir. Nitekim bireysel hafızanın, teknolojik araçlar tarafından dışsallaştırılması sonucunda, organik süreçlerden koparak daha parçalı ve dışa bağımlı bir yapıya evrilmeye başlayan süreç, yazara göre, “yakın geçmişi bile ‘gerçek’ olarak tasavvur edebilmeyi” (s. 137) gittikçe zorlaştırmaktadır. Görsel kültür çalışmaları içerisinde, imajların aşırı dolaşımı konusu oldukça önemli bir tartışma alanı oluşturmaktadır. Matthew Rampley, Geçmiş Şeyleri Hatırlamak adlı kitabında Aby Moritz Warburg ve Walter Benjamin’in görüşlerine atıfta bulunarak, imajların fazlasıyla dolaşıma girmesiyle bireysel imajın değersizleştiğini ve bunun da algısal bir körlüğe neden olduğunu belirtmektedir. Rampley’e (2023:35) göre, “Warburg ve Benjamin tarafından ifade edilen, imajların aşırı dolaşımının belirli, bireysel imajı değersizleştirerek bir tür algısal körlüğe neden olmakta” iken, Benjamin bir metalaşma sürecine vurgu yapmakta, Warburg ise biçimin anlamdan uzaklaşarak abartılması/şişirilmesi olarak tanımlamaktadır.

Günümüz dijital kültüründe Warburg ve Benjamin’in yaklaşımları daha da güncellik kazanmakta ve gerek sosyal medya platformlarında imajların hızlı ve yoğun paylaşımı gerekse engellenemez bir şekilde her yeri saran sanal fotoğraf anlayışıyla üretilen fotoğrafları anlamlandırmada teorik bir çerçeve sunmaktadır. İmajların aşırı dolaşımı, bir yandan bireysel imgelerin değerinin azalmasına sebep olurken diğer yandan da onları homojenleştirerek algısal olarak duyarsızlığa yol açmaktadır.

Görsellik ortamının dijitalleşerek çarpıcı bir şekilde hız kazandığı, görsel dünyanın işleyiş biçiminin değişime uğradığı ve gördüklerimizin ötesinde bir bağlantı noktasının hayat bulduğu çağdaş görsellik dünyası, hem gerçekliğin hem de bireysel ve toplumsal belleğin kaybolmasına neden olmaktadır. Nathan Jurgensen’e (2024:72) göre “Fotoğraf teknolojisi kullanıcı sayısını artırdıkça, fotoğraf nadir ve değerli bir varlık olmaktan çıkıp görsel hafızamızı işgal eden, sıradan bir hatıraya dönüşmektedir.”. Özellikle, akıllı iletişim araçlarının yaygınlaşması ve sosyal medya platformlarının görselliği teşvik eden ilgi çekici yapıları, bireyleri sürekli olarak fotoğraf çekmeye, paylaşmaya, dolaşıma sokmaya ve tüketmeye yönlendirmektedir. Nitekim fotoğrafın nadir ve değerli bir belge olma özelliğini kaybetmesine neden olan bu durum, dijital arşivlerimizi çabucak dolduran, geçmiş ile kurduğumuz nostaljik ilişkiyi hızlandıran ve oldukça sıradanlaştıran bir akışa dönüşmektedir. Daha önceden var olanın temsiline anlamlı bir karşılama anı sunan fotoğraflar, artık bu var olmanın ötesinde bir şeyler üretmektedir. Michael Peter Schofield’a (2024:704)’e göre “Ortamın doğuşundan bu yana çok tutarlı bir rol gibi görünse de fotoğrafçılık, görünüşte ölmüş ve tuhaf, yeni konfigürasyonlarda yeniden dirilmiştir”. Fotoğrafın gelişen teknolojilerle değişen yapısı ve fotoğrafın oynamaya devam ettiği kilit rolde, sanallık ve dijitallik konusu sıklıkla tartışılan bir konu haline gelmiştir.

Dünyaya ilişkin bakışımızı François Soulages’in de belirttiği üzere, “sonu getirilemez” bir yapıya sahip olan fotoğraflar, artık, görüntü fazlalığına ve görsel doygunluğa ulaşmış, yalnızca geçmişi hatırlatan bir araç olmaktan çıkmış, anlık üretilen ve hızla üretilip hızla unutulan bir veri akışı içerisinde değişime uğramıştır. Dolayısıyla böylesi bir ortamda hem gerçekliğin hem de görsel hafızanın nasıl şekilleneceği üzerine yeniden düşünmek gerekmektedir.

Fotoğrafın aşırı üretimi ve dolaşıma sokulması bireylerin anı biriktirme pratiklerini etkili bir şekilde değiştirdiği gibi, hatırlama biçimlerini de dönüştürmüştür. İmajların sayısız kez çoğaltılabildiği, paylaşılabildiği ve tüketilebildiği bu çağda, her anın belgelenmesi gerektiğine dair üzerinde bir baskı hisseden günümüz insanı, ironik bir şekilde ürettiği bu imgelerin birçoğunu zaman içinde unutmakta ve neredeyse hiç hatırlayamamaktadır. Dijitalleşmenin sonucunda yaşanan yoğun görsel üretim ve tüketimi bireysel belleği dışsallaştırarak, hatırlama süreçlerini teknolojiye bağımlı hale getirmekte ve bireysel belleği zayıflatmaktadır. Doğal hatırlama sürecinin giderek kaybolmaya başlaması ve ortaya çıkan yeni bellek durumu Andrew Hoskins’in (2001:334) de belirttiği üzere “Yeni bellek, giderek daha fazla tartışılan bir bellektir.”. Yanı sıra, hipergerçeklik olgusu, bireylerin belleğinin bir yansıması olan geçmiş algısını da değiştirerek, gerçekliğin ortadan kaybolmasına yol açmaktadır.

Gerçekliğin ve Belleğin Yitimi

Gerçeklik, insanların deneyimlerine ve algılarına dayalı olarak farklı şekillerde tanımlanabilmektedir. Var olan şeylerin bir toplamı ve bu şeylerin aynı zamanda nasıl algılandığıyla ilgili olarak gerçeklik kavramı felsefede, bilimde, sanatta ve gündelik hayatta farklı bağlamlarda ele alınmaktadır. Gerçeklik kavramı algısal, epistemolojik, sanatsal, sosyal/kültürel ve sanal/dijital gerçeklik gibi farklı ve geniş açılardan incelenmektedir.

Teknolojik gelişmelerin etkisiyle ve görsel kültürün hızla dönüşmesiyle birlikte fotoğrafların gerçeklikle olan ilişkisi, köklü bir biçimde, değişime uğramıştır. Yaşadığımız dijital çağda manipülasyon teknikleri ve yapay zekâ destekli görsel üretim biçimleri, imgelerin referans aldığı fiziksel gerçeklik ile arasındaki bağı zayıflatmış ve kimi zaman da koparmıştır. Jean Baudrillard’ın hipergerçeklik kavramı çerçevesinde ele alındığında, imajların, yalnızca gerçekliğin bir temsili olmaktan çıkmaları ve kendi başlarına yeni bir gerçeklik yaratmaları sıklıkla başvurulan bir kaynak olmuştur. Kevin Robins, zaman içerisinde değişime uğrayan gerçeklik tanımının gerçeğe olan bakış açışımızı değiştireceğinden bahseder. “Benzetilmiş ve vekaleten işleyen bu gerçekliğin yaratılmasıyla eski gerçekliklerle ilgili düşüncelerimizin, hatta bağlılığımızın tamamen biçim değiştirebileceği söyleniyor.” (Robins, 2020:80). Baudrillard’a (2013:19) göre, “İmajların işlevi gerçekliği yansıtmaktan gerçekliği gizlemeye, gerçekliğin yokluğunu izlemeye, nihayet gerçeklikle hiçbir ilişkisi olmamaya doğru değişmiştir.”. Kim Toffoletti’ye göre ise Baudrillard’ın simülakr ve hipergerçeklik kavramları imajların nasıl çalıştığı hakkında bizlere ipuçları vermektedir; “Bugün kendimizi bulduğumuz simülasyon ve sanallıkla belirlenen dünyaya bizi taşıyan ‘temsil’ ve ‘gerçeklik’ arasındaki değişen ilişki hakkında yardımcı olabilir.” (Toffoletti, 2020:24). Toffoletti, aynı zamanda, Baudrillard’ın “simülakr düzeni”nden bahsederek simülasyon ve hipergerçeklik kavramlarının üçüncü simülakr düzeni içerisinde yer aldığına değinmektedir. Dolayısıyla fotoğrafın ontolojik olarak gerçek bir temel referansa sahip olup olmadığını belirlemek, artık neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Baudrillard’a göre “bu evren ‘binaire’ 0/1 (ikili yapı) bir sayısal işlem evrenine” dönüşmektedir (Baudrillard, 2019:67). Dijitalleşme ile imajların hiç görülmemiş bir şekilde çoğalması ve yayılması aynı zamanda hatırlama pratiklerini dönüştürmüş, hipergerçeklik olgusu da bireylerin gerçeklik algısını değiştirmiştir. Bellek ve gerçeklik arasındaki bu dönüşüm, kültür ve medya çalışmalarının temel araştırma alanlarından birisi haline gelmiştir.

Gerçekliğin ve belleğin yitimini anlamlandırmak sadece teknolojik ilerlemelerin değil aynı zamanda, fotoğraf sonrası dinamiklerin de analiz edilmesini gerektirmektedir. Çağımızın hızla değişen görsel kültür ortamında, bu fotoğraf sonrasını tanımlayan post-fotoğraf kavramı, fotoğrafın, geleneksel bellek işlevlerinden uzaklaşarak anlık bir iletişim aracına dönüşmesini ifade eder (Fontcuberta, 2015). Fotoğrafların birer arşiv veya hatırlama nesnesi olmaktan çıkarak, anlık etkileşim ve hızlı tüketim araçlarına evrilmesi, bireylerin bellek süreçlerini de dönüştürmektedir (Zylinska, 2017). Yanı sıra, yapay zekâ destekli görseller, filtreler ve dijital manipülasyon teknikleri, bireylerin gerçeklik algısını kökten değiştirmekte ve bireylerin gördükleri ile yaşadıkları arasındaki sınırları belirsiz hale getirmektedir (Manovich, 2002). Fotoğraf ve görselliğin hipergerçeklik üretimi için bir araç haline gelmesi, bireylerin bellek süreçleriyle birlikte gerçeklik algısını da dönüştürmektedir. Zamanın izlerini taşıyan bir gerçekliğin yok olup gittiği bu iki katmanlı yapıda, artık belleğe ait izler de silinmektedir.

Sonuç

Gerçekliğe dair izlerin endişe verici bir şekilde eksik olduğu günümüz fotoğraflarında, bu eksikliğin yaratmış olduğu bir bellek yitiminden de bahsetmek mümkündür. Dijital çağın bizlere sunmuş olduğu olanaklar, gerçeklik ve bellek arasındaki sıkı ilişkinin değişmesine yol açarak hem toplumsal, hem kültürel hem de bireysel düzeyde, belleksiz bir algı biçimi ortaya çıkartmaktadır. Gerçeklik ve bellek yitimi, birbirine paralel işleyen ancak farklı dinamiklere sahip iki süreç olarak kavrandığında, gerçeklik yitimi, hipergerçekliğin etkisiyle simüle edilmiş görüntülerin fiziksel dünyayla olan bağlarını koparması, temsillerin gerçekliğin yerini alması ve bireyin hakikat ile kurduğu ilişkinin yapay olarak yeniden inşa edilmesi sürecine katkı sağlamaktadır. Bellek yitimi ise toplumların ve bireylerin geçmişle kurduğu ilişkinin zayıflamasına, hatırlama pratiklerinin git gide dijital arşive devredilmesine ve sürekli artmaya devam eden görsel enflasyonun unutmanın hızlandırılmasına teşvik etmektedir. Gerçeklik yitimi ve bellek yitimi arasındaki temel ayrışım; belleğin yitim sürecinin daha çok bireysel ve kolektif hatırlama mekanizmalarının zayıflamasıyla bağlantılıyken, gerçeklik yitimi ise daha çok bilişsel, algısal ve duyusal düzeyde, fiziksel dünyadan bir kopuş şeklindedir. Nitekim, bu iki süreç birbirinden bağımsız değildir ve dijital ortamda sürekli olarak üretilen, dolaşıma sokulan ve tüketilen görsellerin önlenemez aşırı yoğunluğu, hem unutmayı hızlandırmakta hem de gerçekliği temsil eden imajların anlamını yitirmesine neden olmaktadır. Gerçeklik ve bellek yitimi bir yandan hatırlama ve unutma arasındaki sınırları belirsizleştirirken diğer yandan yapay gerçekliklerle bireylerin zihnini kalıcı olarak meşgul etmektedir. Fotoğrafik görüntü üretme biçimi üzerine yapılan araştırmalarda, güncel verilere göre, dünya üzerinde çekilen ve depolanan fotoğraf sayısında, 2025’te daha önceki yıllara göre bir artış olacağı ve 2029’a kadar da sabit bir doğrusal oranda artmaya devam edeceği öngörülmektedir. Üretilen bu fotoğrafların çoğunun akıllı iletişim cihazları tarafından gerçekleştirileceği düşünüldüğünde, bu yıl içerisinde geçen yıla oranla %6’lık bir artış ile dünya çapında, yaklaşık 1,9 trilyon fotoğraf çekileceği hesaplanmaktadır.

Sonuç olarak, medya teknolojilerinin ve dijitalleşmenin hızlı gelişimi gerçeklik ve bellek algısının dönüşümünü kaçınılmaz bir hale getirmektedir. Dijital medya pratikleri ve görsel enflasyon, bireylerin geçmişle ve gerçeklikle kurmuş oldukları bağları sarsıcı bir şekilde değiştirerek, belleğin ve gerçekliğin anlamını değiştirmektedir.

Günümüz görsel kültürü çerçevesinden bakıldığında, gerçeklik ve bellek kavramlarını yeniden düşünmek, teknolojik gelişmelerin insan algısı üzerindeki etkilerini sorgulamak ve ortaya çıkan dönüşümün sosyal, kültürel, sanatsal, toplumsal ve bireysel sonuçlarını analiz etmek, görsel çalışmalar açısından, oldukça kritik bir gereklilik haline gelmektedir.

KAYNAKÇA

  • Baudrillard, J. (2013); Simülakrlar ve Simülasyon; Doğu Batı, Ankara.
  • Baudrillard, J. (2019); Şeytana Satılan Ruh yada Kötülüğün Egemenliği; Doğu Batı, Ankara.
  • Connerton, P. (2021); Modernite Nasıl Unutturur; Sel, İstanbul.
  • Fontcuberta, J. (2015); The Post-Photographic Condition; Mack.
  • Hoskins, A; (2001); New Memory: Mediating History; Historical Journal of Film, Radio and Television; Vol:21, No:4.
  • Jurgensen, N. (2024); Sosyal Fotoğraf: Fotoğraf ve Sosyal Medya; Espas Sanat Kuram, İstanbul.
  • Manovich, L. (2002); The Language of New Media; MIT Press.
  • Murray, S. (2008); Digital Images, Photo-Sharing, and Our Shifting Notions of Everyday Aesthetics; Journal of Visual Culture.
  • Rampley, M. (2023); Geçmiş Şeyleri Hatırlamak; Ketebe, İstanbul.
  • Ricoeur, P. (2020); Hafıza, Tarih, Unutuş; Metis, İstanbul.
  • Robins, K. (2020); İmaj, Görmenin Kültür ve Politikası; Ayrıntı, İstanbul.
  • Schofield, M., P. (2024); Camera Phantasma: Reframing Virtual Photographies in the Age of AI; The International Journal of Research into New Media Technologies, Vol: 30 (2).
  • Van Dijck, J. (2007); Mediated Memories in the Digital Age; Stanford University Press.
  • Yates, F., A. (2020); Hafıza Sanatı; Metis, İstanbul.
  • Zylinska, J. (2017) ; Nonhuman Photography; MIT Press.
    İnternet Kaynakça
  • Rise Above Research; https://riseaboveresearch.com/reports/

Master | MASTER

ABSTRACT

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

KEYWORDS

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

BIOGRAPHY

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

Sanat tarihçisi, Eleştirmen, Küratör / Art Historian, Critic, Curator
TÜRKİYE
Doç. Dr. Altınbaş Üniversitesi Ortak Dersler Bölümü; firat.arapoglu@altinbas.edu.tr

ÖZGEÇMİŞ

Sanat tarihçisi, eleştirmen ve bağımsız küratör olarak İstanbul’da yaşayan Fırat Arapoğlu, Altınbaş Üniversitesinde Ortak Dersler Bölümü’nde Doç. Dr. olarak çalışmaktadır. Türkiye ve yurt dışında birçok serginin küratörlüğünü yapmıştır.
Yakın tarihli projeleri arasında Anita Taylor, Moonraker Solo sergi (2024, Vision Art Platform, İstanbul), Bir Varış Bir Yokuş, Ahmet Rüstem & Hakan Sorar solo sergi (2024, Vision Art Platform, İstanbul), Bir Rüya Açılır, Aida Mahmudova solo sergi (2024, Vision Art Platform, İstanbul), Fire, Albena Baeva solo sergi (2024, Collect Gallery, İstanbul), Çoklu Perspektifte, Grup Sergisi (2022-2023, YARAT, Bakü) Diğer Kentsel Düzen(ler), Sophia Grancharova solo sergi (2022, the ICA, Sofya), Kazı İzleri, Uluslararası Gezici Sergi (2022, İstanbul, Dundee, Barcelona), 6. Uluslararası İstanbul Çocuk ve Gençlik Bienali (2022, İstanbul), “Unutulmayan Gelecek”, Krassimir Terziev solo sergi (2019, Versus Art Projects, İstanbul) sayılabilir. 3. Çanakkale Bienali, 3. ve 4. Uluslararası Mardin Bienalleri ve 1. Akdeniz Çağdaş Sanat Bienali’nin eş-küratörlüğünü yapmıştır.
Türkiye’de ve yurtdışında katkıda bulunduğu sanat dergileri arasında Sanat Dünyamız, Genç Sanat, Art-İst Modern & Actual, ICE, ARTAM, Art Unlimited, Eleştirel Kültür, RH+, İstanbul Art News, ArtDog İstanbul, Varlık ve Flash Art sayılabilir. Sanat ve sanat eğitimi üzerine makaleler yazmış, ulusal ve uluslararası sempozyumlarda bildiriler sunmuş ve kitap bölümleri kaleme almıştır. İstanbul Modern Sanat Müzesi, Moda Sahnesi, Atölye Maçka, Narmanlı Sanat, Nazım Hikmet Kültür Merkezi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde konuşmalar ve atölyeler gerçekleştirmiştir.
Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği üyesidir.

Fırat ARAPOĞLU | Çağdaş Sanatta Fotoğraf: İdeoloji, Sermaye ve Direniş

ÖZET

Fotoğraf, başlangıcından bu yana, gerçeklik algısının şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak dijital yeniden-üretim, yapay zekâ ve imgelerin her yerde hazır ve nazır olduğu bir çağda, fotoğraf ve çağdaş sanat arasındaki ilişki derin değişimler geçirmektedir. Bu araştırma, fotoğrafı eleştirel bir perspektiften inceleyerek, medyumun sermaye, ideoloji ve direniş yapıları içinde nasıl işlediğini analiz etmektedir. Walter Benjamin, Guy Debord ve kapitalizmin eleştirmenlerinin teorilerinden yararlanan bu çalışma, fotoğrafın hem bir ideolojik güçlendirme aracı hem de potansiyel bir devrimci eleştiri alanı olarak ikili rolünü araştırmaktadır. Araştırma üç temel alana odaklanmaktadır: fotoğrafın metalaşması, görüntü ekonomisinde emeğin dönüşümü ve fotoğrafın geç kapitalizmin gösterisindeki işlevi.

ANAHTAR KELİMELER

Fotoğraf, Sermaye, İdeoloji

Giriş
Fotoğrafın gerçekliği temsil etme niteliği, onu, belgeleme, sanatsal ifade ve politik direnişin temel bir aracı haline getirmiştir. Ancak algoritmik üretim ve sonsuz dijital çoğaltım çağında, fotoğrafın rolü giderek belirsizleşmektedir. Bu araştırma, çağdaş sanatta fotoğrafı eleştirel bir perspektiften inceleyerek, şu sorulara yanıt aramaktadır: Fotoğraf kapitalist sistem içinde nasıl bir işlev görüyor? Teknoloji, fotoğrafın emek ve değerle olan ilişkisini ne ölçüde değiştirmiştir? Fotoğraf hala bir direniş aracı olarak hizmet edebilir mi yoksa gösteri tarafından tamamen absorbe edilmiş midir?

1. Fotoğraf ve İdeoloji
Louis Althusser'in Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA) kavramı, kurumların ideolojiyi sürdürmek ve egemen sınıf çıkarlarının hakimiyetini korumak üzere nasıl işlediğini anlamak için eleştirel bir çerçeve sunmaktadır. Zorlama yoluyla işleyen Devletin Baskıcı Aygıtlarının aksine, DİA'lar, ideoloji yoluyla işleyerek, bireyleri özneler haline getirir (Althusser, L., 2003).

Fotoğrafın ideolojik işleviyse algılanan nesnelliği nedeniyle özellikle önemlidir. Susan Sontag (2005) ve John Tagg'in (1988) öne sürdüğü gibi, fotoğraflar genellikle gerçekliğin olgusal kayıtları olarak görülür, ancak doğaları gereği, inşa edilmişlerdir ve iktidar yapılarına derinden bağlıdırlar. Medyada, reklamcılıkta, gözetimde veya sanatta fotoğraf, algıyı ve toplumsal davranışı koşullandıran ideolojik bir güç olarak işlemektedir.

Althusser; medya, eğitim ve din kurumları ve kültürel üretimler de dahil olmak üzere, çeşitli DİA’lar tanımlar. Bu aygıtlar, ideolojiyi doğal görünen yollarla üretir ve yeniden-üretir, böylece egemen sınıfın değerlerinin hakimiyetini sürdürür (2004). DİA'lar kamu bilincini koşullandıran görsel anlatıları seçerek, çerçeveleyerek ve yayarak, bu süreçte oldukça önemli bir rol oynar.
Örneğin, foto-muhabirliği olayların nasıl anlaşıldığını ve hatırlandığını şekillendiren güçlü bir ideolojik müdahale aracıdır. Roland Barthes, fotoğrafların gerçekliği tasvir etmekle kalmayıp ona nasıl anlam yüklediğini vurgulamıştır (1996). Haber medyasındaki görüntülerin seçimi kamuoyunu etkileyerek egemen ideolojik konumları güçlendirir. Nick Ut'un Napalm Kız (1972) veya Eddie Adams'ın Bir Vietkong Mahkumunun İdamı (1968) gibi ikonik savaş fotoğrafları, politik söylemleri ve kamusal duyguları şekillendirerek imgelerin tarihsel bilinci nasıl inşa ettiğini göstermiştir. (Görsel 1 ve 2).

Nick Ut, Napalm Kız, 1972

Reklam fotoğrafçılığı da arzuyu inşa ederek ve tüketimi normalleştirerek kapitalist ideolojiyi sürdürür. Judith Williamson’ın belirttiği gibi, reklam görüntüleri yalnızca ürün satmakla kalmaz, toplumsal cinsiyet, sınıf ve kimlikle ilgili ideolojik mesajlar da kodlar (2000). Bununla birlikte fotoğraf, aynı zamanda, devletin gözetiminde iktidarın ve toplumsal kontrolün pekiştirilmesinde kullanılan bir araçtır. Michel Foucault, fotoğraf dahil olmak üzere görsel teknolojilerin nasıl biyoiktidar araçları olarak işlev gördüğünü, nüfusları nasıl kategorize ettiğini ve düzenlediğini tartışmıştır (1992). Alphonse Bertillon'un kriminolojideki antropometrik fotoğrafçılığından çağdaş yüz tanıma sistemlerine kadar, fotoğrafçılık bireyleri sınıflandırmak, gözetlemek ve kontrol etmek için kullanılmış ve genellikle, ırk ve sınıf temelli güç hiyerarşilerini pekiştirmiştir.

Alphonse Bertillo'un antropometrik veri sayfası

Böylece fotoğraf nötr bir araç değil, toplumsal gerçekliği şekillendiren ideolojik bir aygıt olarak görülmektedir ve bir DİA olarak gazetecilik, reklamcılık, gözetleme ve sanat aracılığıyla işlev görerek egemen ideolojilerin inşasına ve yeniden-üretimine katkıda bulunur.

2. Fotoğraf ve Sermaye
Marksist teori, sanatı, tarihsel materyalizmin geniş ölçekli sosyo-ekonomik çerçevesi içine yerleştirir. Sanayileşmenin bir ürünü olarak fotoğraf, kapitalist üretimin çelişkilerini somutlaştırır; yani imge üretimini demokratikleştirirken aynı zamanda meta kültürünü de güçlendirir. Marx'ın meta fetişizmi analizi, bir yandan fotoğrafın estetik veya toplumsal değeriyle birlikte aynı zamanda piyasa güçleri tarafından şekillendirilen bir nesne olarak anlaşılabileceğini göstermektedir (2011).

Başlangıçta hakiki temsiller olarak algılanan fotoğraflar, küresel sanat piyasasında metalaşmış mallar haline gelmiştir. Değişim değerleri çoğu zaman kullanım değerlerinin önüne geçerek kapitalist üretim biçimlerini pekiştirmektedir. Walter Benjamin'in ufuk açıcı makalesi Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı, mekanik yeniden-üretimin sanatın işlevini nasıl dönüştürdüğüne dair Marksist bir eleştiri sunar. Benjamin, makalenin ikinci bölümünün girişinde şunu belirtir: “En etkin düzeydeki yeniden-üretimde bile eksik olan bir yan vardır: sanat yapıtının şimdi ve burada’lığı -başka bir deyişle, bulunduğu yerde biriciklik niteliğini taşıyan varlığı.” (Benjamin, 2007; 53).

Guy Debord da imgelerin kapitalist ideolojinin sürdürülmesindeki rolünü eleştirir. Çağdaş sanatta merkezi bir araç olan fotoğraf, hiper-görünürlük, kitlesel yeniden-üretim ve dolaşım yoluyla bu gösteriye katkıda bulunur. Debord “Genel anlamda gösteri, yaşamın somut tersyüz edilişi olarak, canlı olmayanın özerk devinimidir.” tespitiyle gerçeklikten kopan imgelerin, kendi başlarına bir yaşam sürerek, yabancılaşmayı pekiştirdiğini savunur (1996). Fotoğraf, özellikle de kitlesel olarak yeniden-üretilen biçimiyle, yaşanmış deneyimleri metalaştırılmış temsillere dönüştürerek bu süreci örneklemektedir. Reklamcılıkta, gazetecilikte ve sosyal medyada görüntüler doğrudan deneyimin yerini alarak, algıları ve arzuları kapitalist çıkarlara hizmet edecek şekilde şekillendirir. Debord'un belirttiği gibi, “Doğrudan yaşanmış olan her şey, yerini bir temsile bırakarak uzaklaşmıştır.” (1996).

Debord'un meta fetişizmi eleştirisi, Walter Benjamin'in mekanik yeniden üretim kavramıyla örtüşmektedir. Debord, “Gösteri, öyle bir birikim aşamasındaki sermayedir ki, imaj haline gelir.” diyerek, görsel kültürün onu üreten ekonomik yapılardan nasıl ayrılamaz olduğunu vurgular (1996). Fotoğraf, yeniden-üretilebilirliği ile görsel deneyimin metalaşmasını örneklemektedir. İkonik fotoğraflar sanat piyasasında yüksek değerli metalar olarak alınıp satılmakta, bu da medium’u, kapitalist değişim sistemlerinin içine daha da fazla yerleştirmektedir.

3. Direniş
Fotoğraf genellikle egemen ideolojiyle uyumlu olsa da bir direniş alanı olarak işlev görebilir. Martha Rosler’ın İki Yetersiz Tanımlayıcı Sistemde Bowery (1974-75) ve Allan Sekula’nın Balık Hikayesi (1995) çalışmaları, toplumsal eşitsizlikleri ifşa ederek ve kapitalist hakikati sorgulayarak, hegemonik anlatılara meydan okur. Bu tür karşı-hegemonik fotoğrafik pratikler, dünyayı görmenin ve anlamanın alternatif yollarını sunarak ideolojik uyumluluğu bozar.

Martha Rosler, İki Yetersiz Tanımlayıcı Sistemde Bowery (The Bowery in Two Inadequate Descriptive Systems), 1974-75
Allan Sekula, Balık Hikayesi’nden (Fish Story),1993

Fotoğrafçılık, uzun zamandır, kapitalizme karşı muhalif direniş için güçlü bir araç olmuş, sistemik eşitsizlikleri eleştirmek, sömürüyü ifşa etmek ve ezilenlerin seslerini yükseltmek adına önemli bir araç olarak hizmet etmiştir. Fotoğrafçılar, egemen anlatılara meydan okuyan görüntüleri yakalayarak, kapitalist sistem tarafından yayılan filtrelenmiş imgeleri tarihsel olarak bozmuşlardır. Örneğin, Büyük Buhran sırasında Dorothea Lange gibi fotoğrafçılar, ekonomik çöküşün neden olduğu yoksulluk ve yerinden edilmenin sert gerçeklerini belgeleyerek, kamuoyunu, kontrolsüz kapitalizmin maliyetiyle yüzleşmeye zorlamıştır.

Dorothea Lange, Göçmen Anne (Migrant Mother), 1936

Günümüzde, fotoğraf bir direniş biçimi olarak hizmet etmeye devam etmektedir. Yes Men ve Subvertising gibi grupların kolektif çalışmaları, kapitalist sistemlerin saçmalıklarını ve adaletsizliklerini açığa çıkararak, kurumsal markalaşma ve tüketim kültürünün altını oymak için fotoğrafik hiciv kullanmaktadır.

Yes Men, Gerçeğe Sahip Çıkın, Çalışanlarınıza Ödeme Yapın (Own The Reality, Pay Your Workers), 2023

Fotoğrafın dijital platformlar aracılığıyla geniş çapta dolaşıma girebilmesi, direniş potansiyelini daha da güçlendirmektedir. Black Lives Matter hareketi veya iklim grevlerine dair sosyal medya kampanyaları, kolektif eylemi harekete geçirmek; ırksal ve çevresel adaletsizlikleri sürdüren kapitalist yapılara meydan okumak için fotoğrafı kullanmaktadır.

The All-Nite Images, New York'ta düzenlenen Black Lives Matter gösterisinde pankart taşıyan protestocular, 2014

Sanat piyasası uzun zamandır kültürel ve ekonomik değerlerin kesiştiği bir alan olmuştur. Son yıllarda, tarihsel olarak yeniden-üretilebilirlik ve demokratikleşme ile ilişkilendirilen bir mecra olan fotoğraf, sanat müzayedelerinde merkezi bir ürün haline gelmiştir. Andreas Gursky ve Cindy Sherman gibi sanatçılar, eşi benzeri görülmemiş bir finansal başarı elde etmişlerdir.

Marksist teori, kapitalizm altında tüm kültürel üretim biçimlerinin metalaşmaya tabi olduğunu göstermektedir ve fotoğraf da teknik olarak yeniden-üretilebilir olmasına rağmen, bu süreçten kaçamamıştır. Fotoğraf piyasası auranın nadirlik, özgünlük ve markalaşma yoluyla yapay olarak yeniden inşa edilebileceğini göstermektedir (Benjamin, 2007). Arzın bu şekilde kasıtlı olarak sınırlandırılması, Marx'ın, üretimin toplumsal ilişkilerinin metanın gizemiyle örtbas edildiği meta fetişizmi analiziyle örtüşmektedir (2011).

Sanat piyasasının spekülatif doğası, fiyatların genellikle içsel sanatsal değerden ziyade öngörülen gelecekteki değer tarafından yönlendirildiği fotoğrafçılık durumunda özellikle belirgindir. David Harvey, Charles Newman'dan yaptığı alıntıyla geç kapitalizmin, sanatın sermaye birikimi için bir araç haline geldiği kültürün finansallaşması ile karakterize olduğunu belirtir (Harvey, D.,1997; Newman, C., 1984). Marksist teori işçilerin emeklerinin ürünlerine yabancılaştığı kapitalizmde, emeğin yabancılaşmasını vurgular (Marx, 2011). Fotoğrafçılık bağlamında bu yabancılaşma, sanatsal emeğin fetişleştirilmesiyle daha da derinleşmektedir. Sanatçının adı bir marka haline gelir ve emeği, yaratıcı içeriği için değil değişim değeri için değerlendirilir.

Fotoğrafçılığın metalaşması, kültürün giderek daha fazla kâr ve birikim zorunlulukları altına girdiği geç kapitalizmdeki daha geniş eğilimleri yansıtmaktadır. Bu sürece direnmek için, sanat ve değer arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmek, değişim değeri yerine kullanım değerine öncelik vermek; daha demokratik ve eşitlikçi bir kültürel alanı teşvik etmek gerekmektedir (Jameson, 2008). Bununla birlikte, karşı-hegemonik bir araç olarak potansiyeli, fotoğrafın ideolojik sistemlere gömülü olmakla birlikte, aynı zamanda onlara meydan okuma ve onları altüst etme kapasitesine sahip olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, fotoğrafik pratiklerle eleştirel bir ilişki, ideolojik müdahale ve direnişteki rolünü anlamak için elzemdir.

KAYNAKÇA

  • Althusser, L. (2003); İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, çev. Alp Tümertekin, İthaki Yayınları, İstanbul.
  • Althusser, L. (2004); Lenin ve Felsefe, çev: Bülent Aksoy, Erol Tulpar & Murat Belge, İletişim Yayınları, İstanbul.
  • Barthes, R (1996); Camera Lucida: Fotoğraf Üzerine Düşünceler, çev: Reha Akçakaya, Altıkırkbeş Yayın, İstanbul.
  • Benjamin, W. (2007); Pasajlar, çev. Ahmet Cemal, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
  • Debord, G. (1996); Gösteri Toplumu, çev. Ayşen Ekmekçi & Okşan Taşkent, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
  • Foucault, M. (1992); Hapishanenin Doğuşu, çev: Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara.
  • Harvey, D. (1997); Postmodernliğin Durumu, çev. Sungur Savran, Metis Yayınları, İstanbul.
  • Jameson, F. (2008); Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı, çev. Nuri Plümer & Abdülkadir Gölcü, Nirengi Nirengi Kitap, Ankara.
  • Marx, K. (2011); Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi Cilt:1, çev. Mehmet Selik & Nail Satlıgan, Yordam Kitap, İstanbul.
  • Newman, C. (1984); The Post-Modern Aura: The Act of Fiction in an Age of Inflation, Salmagundi, S.63-64, Bahar-Yaz, s.3-199.
  • Sontag, S. (2005); Fotoğraf Üzerine, çev. Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, İstanbul.
  • Tagg, J. (1988); The Burden of Representation: Essays on Photographies and Histories, MacMillan Education, UK.
  • Williamson, J. (2000); Reklamların Dili: Reklamlarda Anlam ve İdeoloji, çev: Ahmet Fethi, Ütopya Yayınevi, Ankara

Fırat ARAPOĞLU | Photography in Contemporary Art: Ideology, Capital and Resistance

ABSTRACT

Photography has played an essential role in shaping the perception of reality since its inception. However, in an age of digital reproduction, artificial intelligence, and the omnipresence of images, the relationship between photography and contemporary art is undergoing profound changes. This research examines photography from a critical perspective, analyzing how the medium operates within structures of capital, ideology, and resistance. Drawing on the theories of Walter Benjamin, Guy Debord and critics of capitalism, this study explores the dual role of photography as both a means of ideological reinforcement and a potential site of revolutionary critique. The research focuses on three key areas: the commodification of photography, the transformation of labor in the image economy, and the function of photography in the spectacle of late capitalism.

KEYWORDS

Photography, Capital, Ideology

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

ÖZGEÇMİŞ

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

Master | MASTER

ÖZET

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

ANAHTAR KELİMELER

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.


Master | MASTER

ABSTRACT

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

KEYWORDS

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

BIOGRAPHY

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

Akademisyen, Araştırmacı / Academician, Researcher
TÜRKİYE
Prof. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi,
Sanat Bölümü, Bileşik Sanatlar Anasanat Dalı rsahiner@yildiz.edu.tr

Genellikle hakikat olarak adlandırılan şey, kesin bir dille ifade etmek gerekirse, köpürtülmüş bir hiçliktir. ~ Hugo Ball

Rıfat ŞAHİNER | Gerçekleri Söylemek: Jenny Holzer’in Işık Hattında Hakikatler ve Gizler

ÖZET

Hakikat ötesi (post-truth) dönemin söylem düzenine ve enformasyon aşırılığına odaklandığımızda, sanatın, bu süreçte sistemin işleyişine karşı farklı taktik ve stratejilerle söylem yapılarını ve düzmece gerçekliği yerinden etmesi, sistemin içine sızarak oradaki arızaları açığa vurması ve karar alma mekanizmalarını teşhir etmesi elzem hale gelmiştir. Amerikalı sanatçı Jenny Holzer’in 70’lerin ikinci yarısından beri giriştiği “gerçekliğe ilişkin söylem üretimi” günümüzde de en güncel etkinliklerde, dünyanın genel hakikatini (!) kurcalamak adına, bir farkındalık yaratabiliyor mu? Yıllardır Amerikan toplumunun sorunlarına kışkırtıcı dizeleriyle, aforizmalarıyla meydan okuyan Holzer, artık yetmişini geçtiği bugünlerde, halen dinç bir enerjiyle ABD’deki iç ve dış politik ve toplumsal sorunlara ne denli dokunabiliyor?

Bir hakikat oyununda gerçek varlıklar gibi algılanan ya da belli durumları ayırt edici hale getiren ifadeler, aforizmalar, direktif ya da komutlar işe yarayabilir mi? Sözün ve söylemin kolayca bir manipülatif unsur, sahte ve yalan haberlerin gerçeklikten daha gerçek hale geldiği böylesi bir süreçte, dilsel olana ne denli dayanabiliriz? Bilhassa, doğrudan dil oyunları üzerine çalışan bir sanatçının aforizmalarından, “Gerçekler”inden (Truisms) yola çıktığımızda, mevcut politizasyon dalgasında, iç ve dış politikadaki söz oyunlarının arkasına sızılabilir mi? İnternetin ve sosyal medyadaki dilsel akış ve anlam üretimi karşısında, Holzer’ın tavrı artık gerilemiş midir? Günümüz sanatının en önemli sanat mabetlerinden birinde yaptığı bu retrospektif sergi, Holzer’ın küresel ölçekte devam etmekte olan savaşlara dair ortaya koyduğu eleştirileri daha çekimser kılmış mıdır? Müzenin ideolojik kapsayıcılığı kamusal alanı etkin biçimde kullanan sanatçının tutumunda ve söyleminde ikircikli bir durumu ortaya çıkarır mı? İşte tüm bu sorulara Holzer’ın henüz geçtiğimiz yıl Solomon R. Guggenheim Museum’da açılan “Light Line” (Işık Hattı) başlıklı sergisinden hareketle yanıt bulmaya çalışacağız.

ANAHTAR KELİMELER

Gerçeklik, Hakikat, Işık Hattı, Kışkırtıcı Denemeler, Hakikat Ötesi,


Rıfat ŞAHİNER | TELLING the TRUTH: TRUTH and SECRETS in JENNY HOLZER’S LIGHT LINE

What is often called truth is, to put it bluntly, a frothy nothingness. ~ Hugo Ball

ABSTRACT

When we focus on the discourse order and information excess of the post-truth era, it has become essential for art to dislodge discourse structures and false reality with different tactics and strategies against the functioning of the system, to infiltrate the system to expose the failures there and to expose decision-making mechanisms. Does the American artist Jenny Holzer’s “production of discourse on reality”, which she has been engaged in since the second half of the 70’s, raise awareness of the general truth (!) of the world in the most current events? To what extent can Holzer, who has been challenging the problems of American society with her provocative verses and aphorisms for years, still touch the domestic and foreign political and social problems in the US with her vigorous energy now that she is over seventy?

Can expressions, aphorisms, directives or commands that are perceived as real entities or that distinguish certain situations work in a game of truth? To what extent can we rely on the linguistic in a process in which speech and discourse can easily become a manipulative element and fake and fake news more real than reality? Has Holzer’s attitude regressed in the face of the linguistic flow and production of meaning on the internet and social media? Has this retrospective exhibition in one of the most important art spaces of contemporary art made Holzer’s criticism of the ongoing wars on a global scale more reserved? Does the ideological inclusiveness of the museum reveal an ambivalence in the attitude and discourse of the artist who uses public space effectively? We will try to answer all these questions with reference to Holzer’s exhibition “Light Line”, which opened last year at the Solomon R. Guggenheim Museum.

KEYWORDS

Truisms, Truth, Light Line, Inflammatory Essays, Post-Truth

Fotoğraf Sanatçısı / Photographer
silvabingazstudio@gmail.com
TÜRKİYE

ÖZGEÇMİŞ

Türk ve Ermeni kökenli bir fotoğrafçı olan Silva Bingaz (d. Malatya), İstanbul'da yaşıyor ve çalışıyor. Eserlerinde, hümanist değerlere odaklanarak ve otoritenin dayattığı hiyerarşiden kendini koruma çabasıyla insan ruhunu en basit şekilde ortaya çıkarmaya çalışır. Kent manzaraları ve bireylerin portreleri, zaman ve mekân özelliklerinin ötesinde bir şehrin üzerindeki perdeyi kaldırmaya çalışırken, doğum ve ölüm, erkeklik ve güç, aşk ve bilinmeyene göndermeler yapar.

Sanatçının kişisel sergi ve özel projeleri; “Opus 3c”, Öktem&Aykut, İstanbul (2025); “Kayıp”, “İmalat-hane”, İstanbul (2023); “Beyan”, “Riverrun”, İstanbul (2019); “Kayıp”, “Empire Projects”, İstanbul (2017); “Balat”, “Öktem&Aykut”, İstanbul, (2015); “Doğu’nun Kıyısı”, “Pilevneli Project”, İstanbul (2013); “Beyan”, Diyarbakır Fotoğraf Festivali, Diyarbakır (2013); “Kıyı” & “Beyan”, Fotoğrafevi, İstanbul (2011); “Japan Works”, EU-Japan Festival, Tottori (2011); “Japan Works”, European Capital of Culture, İstanbul (2010); “Kıyı”, Photo Biennial, Thessaloniki (2008); “Kıyı”, ULİS Fotofest, DEPO, İstanbul (2007); “Beyan”, Minister of Culture Galleries, Sofia and Plovdiv (2004).

Grup sergileri arasında “Günaydın, ben yatmaya gidiyorum!”, Ka Mekân, Ankara (2025); “Night of the Year”, “Les Rencontres de la photographie d'Arles”, (2024); “Kolektif İyileşme”, “Metrohan”, İstanbul (2023); “Yüzümden Bu Camdan Gözyaşlarını”, Perasma, İstanbul (2023); “Zamane İstanbulları”, Pera Müzesi, İstanbul (2022); “Nu pour tous, tous pour nu!”, Espaces Sinibaldi, Arles (2022); “Gerçek Sevgi İz Bırakmaz”, Galerist, İstanbul (2022); “Kritik Mesafe”, “Ariel Sanat”, İstanbul (2017); “Büyük Çayır”, Ariel Sanat, İstanbul (2015); “Journeys: Wanderings in Contemporary Turkey”, “Espace Louis Vuitton”, Paris (2012); “Tekinsiz Karşılaşmalar”, İstanbul Modern, İstanbul (2011); “Komşu”, İstanbul (2009); “EU Women”, NY Photofestival, Ideal Glass Gallery, New York (2008); “EU Women”, Galerie Cobertura, Sevilla; Les Instant Chavirés, Paris; and Foto Festival Lodz (2007).

Silva BİNGAZ | Bir Proje: Varoluşun Kıyısı

ÖZET

Dünyanın neresine gidersem gideyim, hep aynı kozayı örmeye çalışıyorum. Aslında anlatmaya çalıştığım şey bir ülke bir şehir ya da bir kıyı değil: varoluşun kıyısı. Bazen, benden bile bağımsız tekil görüntülerle, bazen de epizodik girişlerle yapılanan, neredeyse zamansız ve mekânsız bir uydurmaca. Cervantes, Dostoyevski, Calvino, Kafka, Kundera, Pamuk, Murakami gibi ve benzeri romancılar ve edebiyatçılar bir şekilde endüstriyel zamanların vicdanını oluşturmaya çalıştılar. Ben de bu uydurmacayı yaparken esas itibariyle edebiyattan etkileniyorum diyebilirim. Zamandan ve mekândan kaçınma arzumda tıpkı roman sanatı gibi endüstriyel zamanların yıkıcılığı karşısında bir vicdan oluşturma arzusuyla ilgili.

Kıyı projemde aşka, ölüme, doğuma, erkeğe, eril dünyaya cinsiyetler arasında çatışmalara, paylaşılamayana göndermeler yapılırken bir şey daha vardır ki o da benim kimliğimde, yani benim kadın kimliğimde, aynı zamanda bir kadının erkeğe dokunuşu söz konusudur. Erkeğe, erile, eril olana, eril dünyaya dokunuşu söz konusudur. Bu dünyaya dokunuşu söz konusudur.
Bu serideki epizodik girişlerden bir tanesi de ölüme veya sona yönelik bir gönderme. Aslında hayatın sonunun ne olduğunu bilmiyorum. Burada hayatın sonu diyorum fakat aslında söylemek istediğim yaşam ve ölüm aralığının nasıl olduğunu hayal etmek. Bir şekilde ölümün varlığında doğumun sancısını çekmek gibi.

ANAHTAR KELİMELER

Varoluş, Tekil Görüntüler, Endüstriyel Zamanlar, Eril Dünya


Silva BİNGAZ | A Project: The Coast of Existence

ABSTRACT

Wherever I go in the world, I always try to weave the same cocoon. In fact, what I am trying to describe is not a country, a city or a coast, but the coast of existence. It is an almost timeless and spaceless fabrication, sometimes structured with singular images independent of me, sometimes with episodic entries. Novelists and literary figures such as Cervantes, Dostoevsky, Calvino, Kafka, Kundera, Pamuk, Murakami and others have somehow tried to form the conscience of industrial times. I can say that I am mainly influenced by literature in making this fabrication. My desire to avoid time and space is related to the desire to form a conscience against the destructiveness of industrial times, just like the art of the novel.

In my Coast project, while references are made to love, death, birth, man, the masculine world, conflicts between the sexes, the unshareable, there is something else, which is that in my identity, that is, in my female identity, there is also a woman touching a man. It is about her touching the man, the masculine, the masculine world. It is about touching this world.
One of the episodic entries in this series is a reference to death or the end. I don't actually know what the end of life is. I say the end of life here, but what I really mean is to imagine what the interval between life and death is like. It's somehow like suffering the pain of birth in the presence of death.

KEYWORDS

Existence, Single Images, Industrial Times, Masculine World

BIOGRAPHY

Silva Bingaz (b. Malatya), a photographer of Turkish and Armenian origins, lives and works in İstanbul. In her works, she attempts to reveal the human soul in the simplest way possible by focusing on its created values and efforts to protect itself from the hierarchy imposed by authority. Her images of urban landscapes and portraits of individuals allude to birth and death, masculinity and strength, and love and the unknown, all while searching to lift the veil on a city, beyond the specifics of time and place.

The solo exhibitions and special projects include “Opus 3c”, “Öktem&Aykut”, Istanbul (2025); “Loss”, “İmalat-hane”, Bursa (2023); “Beyan”, “Riverrun”, Istanbul (2019); “Loss”, “Empire Projects”, Istanbul (2017); “Balat”, “Öktem&Aykut”, Istanbul, (2015); “Coast of the East”, “Pilevneli Project”, Istanbul (2013); “Beyan”, Diyarbakır Photography Festival, Diyarbakır (2013); “Coast” & “Beyan”, Fotoğrafevi, Istanbul (2011); “Japan Works”, EU-Japan Festival, Tottori (2011); “Japan Works”, European Capital of Culture, Istanbul (2010); “Coast”, Photo Biennial, Thessaloniki (2008); “Coast”, ULİS Fotofest, DEPO, Istanbul (2007); “Beyan”, Minister of Culture Galleries, Sofia and Plovdiv (2004).

Recent group exhibitions include “Good Morning, I’m off to bed!”, Ka Space, Ankara (2025); “Night of the Year”, “Les Rencontres de la photographie d'Arles”, (2024); “Collective Healing”, “Metrohan”, Istanbul (2023); “From off my Countenance These Glassy Tears”, “Perasma”, Istanbul (2023); “Istanbul’s Today”, Pera Museum, Istanbul (2022); “Nu pour tous, tous pour nu!”, “Espaces Sinibaldi”, Arles (2022); “True Love Leaves No Traces”, Galerist, Istanbul (2022); “Critical Distance”, Ariel Sanat, Istanbul (2017); “Meadow of the Tempest”, Ariel Sanat, Istanbul (2015); “Journeys: Wanderings in Contemporary Turkey”, Espace Louis Vuitton, Paris (2012); “Uncanny Encounters”, İstanbul Modern, Istanbul (2011); “Neighbourhood”, Istanbul (2009); “EU Women”, NY Photofestival, Ideal Glass Gallery, New York (2008); “EU Women”, Galerie Cobertura, Sevilla; Les Instant Chavirés, Paris; and Foto Festival Lodz (2007).

Küratör, Espas Yayınevi Genel Yayın Yönetmeni / Curator, Editor-in-Chief of Espas Publishing House
espashuseyin@gmail.com
TÜRKİYE

ÖZGEÇMİŞ

Hüseyin Yılmaz, 1968 yılında Malatya’da doğdu. Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Fotoğraf Bölümü’nü bitirdi. 2010 yılında, Espas Sanat Kuram Yayınları’nda ortak kurucu olarak yer aldı. Halen bu yayınevinde, genel yayın yönetmeni olarak çalışmaya devam etmektedir.
Sokak Fotoğrafçılığı (Clive Scott), Fotoğrafçı Olmak (David Hurn/Bill Jay), Çağımızın Tanıkları: Belgesel Fotoğrafçılar Anlatıyor (Ken Light), Görsel Sosyoloji (Douglas Harper), kitaplarını Türkçe’ye çevirdi. Fotoğrafçının Eğitimi, Fotoğraf Felsefesi kitaplarında ortak çevirmen olarak yer aldı. Çok sayıda fotoğraf kitabının editörlüğünü yaptı.
2013’te, Bursa Fotoğraf festivalinde küratör olarak yer aldı. 2014-2017 yılları arasında, Fotoistanbul Uluslararası Fotoğraf Festivali’nde, Küratör olarak çalıştı.
Halen Ercümend Kalmık Müzesi’nde küratör olarak çalışmaktadır. İstanbul’da çalışmakta ve yaşamaktadır.

Hüseyin YILMAZ | Dijital ve Yapay Zekâ Çağında Fotoğraf Yayıncılığının Dönüşümü: Olanaklar ve Olasılıklar

ÖZET

Yüzyılda, matbaanın insanlığın hayatına girmesiyle birlikte, sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş büyük bir hız kazandı. Sözün düşüşü ve yazılı kültürün bu yükselişi, toplumlar tarihinde önemli gelişmelere yol açtığı gibi, toplumsal hafızanın kaydını ve görselleştirilmesini sağladı.

Yüzyılda hızla gelişen dijitalleşme ve Yapay Zekâ Çağı kültürü, hafızayı, kağıt metin yüzeyinden ekran yüzeyine, analog süreçleri dijital süreçlere taşırken, insanlık tarihinde, yeni bir kırılmayı ve süreci getiriyor. Bu yeni devrimsel dönüşümün yayıncılık sektörünü nasıl etkileyeceği, ne gibi dönüşümler yaratacağı fotoğraf yayıncılığı bağlamında irdelenecektir.

ANAHTAR KELİMELER

Dijitalleşme, Yayıncılıkta Dönüşüm, Toplumsal Hafıza


Hüseyin YILMAZ | The Transformation of Photo Publishing in the Age of Digital and Artificial Intelligence: Opportunities and Possibilities

ABSTRACT

In the 12th century, with the introduction of the printing press, the transition from oral to written culture gained great momentum. The humiliation of the word and the rise of written culture led to important developments in the history of societies and enabled the recording and visualisation of social memory.
In the 21st century, the rapidly developing age of digitalisation and artificial intelligence is bringing a new break and process in human history, as it moves culture and memory from the paper text surface to the screen surface, from analogue to digital processes. How this new revolutionary transformation will affect the publishing sector and what kind of transformations it will create will be analysed in the context of photography publishing.

KEYWORDS

Digitalisation, Transformation of Publishing, Social Memory

linkedin facebook pinterest youtube rss twitter instagram facebook-blank rss-blank linkedin-blank pinterest youtube twitter instagram