Fotoğrafçı, Küratör, Kültür Yöneticisi / Photographer, Curator, Cultural Manager
LİTVANYA / LITHUANIAN
mindaugas@kavaliauskas.eu

ÖZGEÇMİŞ

Mindaugas Kavaliauskas Litvanyalı fotoğrafçı, fotoğraf küratörü ve kültür yöneticisidir. Lisans ve yüksek lisans derecelerini Kaunas'taki Vytautas Magnus Üniversitesi'nde Sanat Tarihi alanında aldı. Ayrıca ENSP Arles, ENSB-A Paris, Lozan Üniversitesi'nde sanat ve fotoğraf eğitimi aldı ve Rencontes d'Arles (Fransa) ve Musée de l'Elysée'de (Lozan) staj yaptı. KAUNAS PHOTO festivalinin (2004-2022) ve F Galerija'nın (Kaunas, 2004-2012) kurucusu ve yöneticisi, Litvanya Havacılık Müzesi'nin (2019-2024) direktörüdür.

Çalışmaları Litvanya, Avrupa ülkeleri, ABD ve Avustralya'da 30'dan fazla kişisel serginin yanı sıra çok sayıda kolektif sergide yer aldı. “Litvanya Fotoğrafçılığı” gibi sanatsal fotoğraf projelerinin küratörlüğünü yapmıştır. Litvanya'nın Fransa'daki Mevsimi (2024) için “Bakışların Yağmuru” gibi sanatsal fotoğraf projelerinin küratörlüğünü yapmıştır. Mindaugas Kavaliauskas, aralarında “Portrait of Kražiai”, “travel'AIR”, “Views of Welcome in Lithuania” çalışmalarının da bulunduğu dört monografik fotoğraf kitabı yayınlamıştır. Beşinci kitabı “A-SPOT: A Journey into the World of Airplane Spotting” Mart 2025'te yayınlanacak.

Mindaugas KAVALIAUSKAS | A-SPOT: UÇAK GÖZLEMLEME DÜNYASINA BİR YOLCULUK

ÖZET

Havacılığa duyulan hayranlık, ilk uçan makinelerin havalanmasından bu yana süregelmektedir.
Uçak gözlemciliğinin belgesel fotoğrafçılığı, havaalanları çevresindeki kentsel, endüstriyel ve rekreasyonel alanların dinamik genişleme ve gelişimine tercüman olurken, jet çağı hızıyla birlikte, görüntüler, artık var olmayan ortamların belgelerine dönüşüyor, uçaklar fazlalık haline gelerek yok oluyor.
“A-Spot”, M. Kavaliauskas'ın insanoğlunun yolcu uçaklarıyla olan ilişkisini araştıran seyahat havası projesinin ikinci bölümüdür.

ANAHTAR KELİMELER

A-Spot, Belgesel Fotoğraf, Görsel Antropoloji, Görünenin Ötesi, Hayalin Peşinde, Uçak Gözlemciliği.

Photo by Mindaugas Kavaliauskas; From “A-Spot” series. While everyone on Maho beach is anxiously waiting for the arrival of the day (Boeing 747 by KLM) and rehearses the shots and selfies on the plane coming before Jumbo, a girl from Michigan stays calm and contemplates the seaview. SXM. 2016

Photo by Mindaugas Kavaliauskas; From “A-Spot” series. The Couple on the embankment of Marmara Sea enjoying the artificial sunset of landing lights of air planes lining up for the final approach to Istanbul Atatürk airport. IST. 2016

Photo by Mindaugas Kavaliauskas. From “A-Spot” series. The Young Men from Salvador playing football (soccer) in the park of Gravelly Point, near Ronald Reagan National airport. DCA. 2018


Mindaugas KAVALIAUSKAS | A-SPOT: A JOURNEY into the WORLD of AIRPLANE SPOTTING

ABSTRACT

Admiration for aviation has been around ever since the first flying machines took to the air.

Documentary photography of plane-spotting translates the dynamic expansion and development of urban, industrial and recreational areas around airports and with the speed of jet age, images become documents of settings no longer existing, airplanes vanish into redundancy.

“A-Spot” is the second part of the travel’AIR project by M. Kavaliauskas, exploring man’s relationship with passenger aviation.

KEYWORDS

A-Spot, Documentary Photography, Visual Anthropology, Beyond Obvious, Chasing the Dream, Airlane Spotting.

Admiration for aviation has been around ever since the first flying machines took to the air. While many kids in the second half of the 20th century remember a weekend ritual of being taken by their parents to watch planes, today plane spotting has become a more complex phenomenon, composed of numerous wheres, whys, whens, whats, hows and wows.
Today, from Vilnius to Istanbul, from Auckland to Los Angeles, people come to areas near airports to take pictures, note the tail numbers of planes, combine the thrill of aviation viewing with other activities, such as eating and drinking, teaching their kids, romance and even therapy. The quest for proximity of airplanes might be either an ad-hoc event or of a lifetime project.
Airports are places where people say goodbye to loved ones before watching their planes depart, while others contemplate airliners coming and going in attempt to overcome their homesickness. For a true aviation geek, visiting one viewing area is but a small part of a greater pilgrimage to the next place of adventure, outside a different airport, maybe abroad or even on a different continent.

A decade spent photographically documenting the places and the ways people spend time in sight and feel of passenger airliners, traveling to 35 airports on 5 continents, revealed that plane spotting has a lot between the lines. Documentary photography of plane-spotting translates the dynamic expansion and development of urban, industrial and recreational areas around airports and with the speed of jet age, images become documents of settings no longer existing, airplanes vanish into redundancy.

"A-Spot" photographs accompanied by stories of their heroes are testimonies of the power of dreams of looking up to "huge flying objects" and quest for discoveries, thrill, but also overcoming homesickness, live moments of mourning, seek rest and hope. Presence of a picture from Ukraine that since 2022 has been suffering the brutal war reminds us about the dreams and hopes of the sky clear of rockets or drones, but the one with passenger airliners.
“A-Spot: A Journey into the World of Airplane Spotting”, a series of photographs was started in 2015 and became a book in 2025. “A-Spot” is the second part of the travel’AIR project by M. Kavaliauskas, exploring man’s relationship with passenger aviation.

BIOGRAPHY

"Mindaugas Kavaliauskas is Lithuanian photographer, curator of photography, cultural manager. He obtained his Bachelor and Master’s Degrees in Art History at Vytautas Magnus University in Kaunas. He also studied art and photography at ENSP Arles, ENSB-A Paris, University of Lausanne and was interning at Rencontes d'Arles (France) and Musée de l'Elysée (Lausanne). He was founder and director of KAUNAS PHOTO festival (2004-2022) and F Galerija (Kaunas, 2004-2012), director of Lithuanian Aviation Museum (2019-2024). His work has exhibited internationally in over 30 solo exhibitions in Lithuania, European countries, USA, Australia as well as in numerous collective exhibitions. He has curated artistic photographic projects, such as "Lithuanian Photography: Rain of Gazes" for the Lithuania's Season in France (2024). Mindaugas Kavaliauskas has published four monographical photo books, among them "Portrait of Kražiai", "travel'AIR", "Views of Welcome in Lithuania". His fifth book "A-SPOT: A Journey into the World of Airplane Spotting" appears in March, 2025.

Sanatçı, Yazar, Akademisyen / Artist, Writer, Academician
TÜRKİYE
www.orhancemcetin.com
gmail@orhancemcetin.com

ÖZGEÇMİŞ

1960 Yılında, İstanbul'da doğdu. Fotoğraf alanında kendisini yetiştirdi. Boğaziçi Üniversitesi, Psikoloji Bölümü'nde lisans; İstanbul Bilgi Üniversitesi, Görsel İletişim Tasarımı Bölümü'nde yüksek lisans derecelerini tamamladı. İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor.

İlk kişisel sergisi olan Tanıdık Şeyler (1988), alternatif fotoğraf yaklaşımı ile dikkat çekti. O tarihten bu yana, çok sayıda kişisel proje gerçekleştirdi; farklı disiplinlerden sanatçılar ile birlikte, çok sayıda, ortak projede yer aldı. Eserleri, çeşitli kurumsal ve kişisel koleksiyonlara dahil edilmiştir.

Orhan Cem Çetin sergi, gösteri ve performanslarında, kavramsal ve disiplinler arası tutumu ile tanınmakta; denemeleri ve fotoğraf kültürüne dair metinleri çeşitli basılı ve çevrimiçi dergilerde, kitap bölümlerinde yer almaktadır.

Sanat çalışmalarının yanı sıra, hayatını, tanıtım ve kültür fotoğrafçılığı; editoryal fotoğrafçılık; fotoğraf teknikleri/teknolojisi alanında, danışmanlık, editörlük, fotoğraf eğitmenliği ve çevirmenlik yaparak kazanmaktadır. Halen Bahçeşehir Üniversitesi ve Koç Üniversitesi eğitmen kadrosundadır.
Kitapları:
Bedava Gergedan (2004, 2018)
TutKeep (2018)

Orhan Cem ÇETİN | GERÇEK ve SANAT

ÖZET

Sanat hakkında günlerce konuşabiliriz.

Gerçek, hakikat, gerçeklik hakkında haftalarca konuşabiliriz. Konuşmuşuzdur da. Fakat bu ikisini, gerçeği ve sanatı ilişkilendirerek konuşmak yıllarımızı alabilir. Zira, Frank Zappa’nın müzik için sarf ettiği ünlü sözünü uyarlayarak “Sanat hakkında yazmak, mimarlık hakkında dans etmeye benzer.”

Gerçekler. Gerçek. Herkesçe malum olan. Gözlenen, işte orada karşımızda duran, hayalden, rüyadan kolaylıkla ayırt edebildiğimiz gerçeklik.

Ama, bu kadar bariz, bu kadar göz önünde ve alelade olan bir şeyin mi peşindeyiz biz? Neredeyse bütün insanlık seferber olmuş, büyük bir sırmış gibi gerçeği tanımlama ve izah etme peşinde.

Bir olguyu tanımladığımızda, onu, aynı zamanda izah da etmiş olur muyuz?

Hayır olmayız. Zira, izahın içinde başka bir şey var. Tanımlamada olmayan bir şey: Nedensellik.

Hakikat hakkındaki çatışma işte burada ortaya çıkıyor.

İnsanın türleştikten ve çevresini idrak etmeye başladıktan sonra gözlediği doğa olayları, bugüne dek, hiç değişmedi. Gündüz ve gece vardır. Gece gökyüzünde çok sayıda ışık noktaları vardır ve bunlar belli bir düzenle, eş merkezli daireler biçiminde rotalar izleyerek yavaşça dönerler; taşı suya atınca batar; canlılar ölümlüdür vs. … Bu örnekleri zihninizde çoğaltın.

O günlerden bugüne, gözlemde, yani somut verilerde herhangi bir değişiklik olmadı. Tabii ki, sadece çıplak gözle gözlenebilecek olayları kastediyorum. Gözlem değişmezken, onbinlerce yıl içinde değişen, bu gözlemlere atfettiğimiz nedenselliktir.

O halde -artık ona “hakikat” diyelim- hakikate ulaşmaya çabalarken, biz, aslında görülenin yani çıplak gerçeğin arkasındaki süreci, onu var edeni, bu varoluşun içindeki tutarlılığı, düzeni, yani nedenselliği bulmak peşindeyiz. Bu o kadar da kolay değil, ne yazık ki!

Öncelikle zamansal sorun var karşımızda. Biz, bir hakikat arayışına girdiğimiz anda, ister istemez geçmişe, yani olmayana bakıyor oluyoruz.

ANAHTAR KELİMELER

Gerçek, Gerçeklik, Nedensellik.


Orhan Cem ÇETİN | REALITY and ART

ABSTRACT

We can talk about art for days.

We can talk about reality, truth and what is real for weeks. And we've probably done this. However, it could take years to talk about these two: reality and art in relation with each other. Because -adapting Frank Zappa's famous quote about music- "Writing about art is like dancing about architecture.".

Facts. Reality. The obvious and well known. Readily observed, standing right there in front of us with all its realness, easily distinguish from a dream or imagination.

But are we after something so obvious, so blatant and so mundane? Almost all of humanity is trying to describe and explain reality as if it is a huge secret.

When we describe a phenomenon, do we also explain it?

No, we don't. Because there is something else in explanation which does not exist in definition: Causality.

This is where the conflict about truth arises.

The natural phenomena that humanity, since its beginning, has observed and began to comprehend in the environment have never changed until today. There is day and night. There are many points of light in the night sky, and they rotate slowly in a certain order, following paths in the form of concentric circles. When a stone is thrown into the water, it sinks; living things are mortal, etc. You may add many other examples in your mind.

Since then, there has been no change in the observation, the solid data. Of course, I mean only those phenomena that can be observed with the naked eye. While the observation does not change, what changes over tens of thousands of years is the causality we attribute to these observations.

Therefore, while we are trying to reveal reality – or let's call it "truth" – we are actually trying to find out the process behind what is seen as the naked truth, what brings it into being, the coherence and order in this existence, in other words, the causality. Unfortunately, this is not an easy task.

First of all, there is the temporal problem. As soon as we embark on a search for truth, we inevitably look at the past, which means something that does not exist anymore.

KEYWORDS

Reality, Truth, Causality.

Sosyolog, Akademisyen / Sociologist, Academician
TÜRKİYE
Dr. Öğretim Üyesi, ODTÜ – Sosyoloji Bölümü
besimcan@gmail.com

ÖZGEÇMİŞ

Dr. Besim Can Zırh, ODTÜ Sosyoloji Bölümü’ndeki lisansı (2002) sonrası aynı üniversitesinin siyaset bilimi Bölümü’nden yüksek lisans (2005) derecesini aldı. Avrupa’daki Türkiyeli göçmenlerin cenaze uygulamaları üzerinden mekân ve kimlik inşası konusundaki doktora araştırmasını University College London, Sosyal Antropoloji Bölümü’nde tamamladı. Doktorasını tamamladığı 2012 yılından bu yana, ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Dr. Zırh; Alevilik, göç, diaspora siyaseti, kentleşme ve sosyal araştırma yöntemleri üzerine çalışmaktadır. Göç Araştırmaları Derneği’nin (GAR – 2017) kurucu üyesidir.

Besin Can ZIRH | BİR ARADALIK MEKAN OLARAK GURBETE FOTOĞRAFLARLA BAKMAK

ÖZET

Türkçe’de, “doğup yaşanılmış olan yerden uzak yer” anlamında kullanılan gurbet sözcüğü, köken aldığı Arapça’da aynı zamanda “yabancılık, sürgün” anlamına gelirken, etimolojik akrabası garb sözcüğünün “günbatımı” ve “Batı” gibi yön bildirmesinin yanında, “yabancı” ve “tuhaf” anlamlarını taşıyor olmasıyla da göç-mekânı tanımlamak açısından, oldukça özgün bir duygu taşır. Bu özgün sözcük; modern Türkiye’nin yakın tarihinde, önce kırdan kente, sonrasında, 1960’larda ise “Avrupa kapısı”nın açılmasıyla Almanya başta olmak üzere, Batı Avrupa ülkelerine yaşanan göç dalgalarıyla ayrıksı bir toplumsal tip olarak, gurbetçi kavramına köken teşkil etti. Gerek göç veren gerekse de göç alan ülkelerin sosyal bilim çalışmaları, göç olgusuna, uzun yıllar “iki aradalık” üzerinden baktığı için, gurbetçiliği toplumsal aidiyetler açısından bir sorun olarak görmekte ısrar etti. Buna karşın, edebiyat ve sinema ise farklı ülkeler arasında geniş bir duygu coğrafyası kuran göçmenleri anlamamız açısından, çok değerli kayıtlar bıraktı günümüze. Bu kayıtlara, bugün yorumsamacı (hermenötik) bir açıdan baktığımızda, göçmenlerin birden fazla toplumsal ve kültürel alan arasında sıkışmadıklarını (arada kalmadıklarını), bilakis, bu alanlardan beslenerek, bu alanları kültürel ve duygusal olarak kuşatan, farklı bir toplumsallık kurduklarını görüyoruz. Uzun göç serüveni içerisinde fotoğraf ise oldukça önemli, fakat kıymeti geç keşfedilmiş bir yerde duruyor.

Bu sunum, Türkiye’den Almanya’ya yaşanan işgücü göçünün 60’ıncı yılı vesilesiyle 21 Haziran ve 31 Ekim 2021 tarihleri arasında, Almanya’nın Ruhr Müzesi’nde, Ergun Çağatay’ın, 1990 yılının Mart ve Mayıs aylarında Almanya gezisinde çektiği 3477 kare fotoğraftan bir seçkiye dayanan “Biz Buralıyız” (Wir sind hier) retrospektif sergisinden doğru, bir aradalık-mekan olarak, gurbetçilerin gündelik yaşamına fotoğraf üzerinden bakmayı amaçlıyor.

ANAHTAR KELİMELER

Almanya, Ergun Çağatay, Fotoğraf, Göç, Gurbet.

Fotoğraf ve Sosyoloji: Toplumsalın Keşfinde İki Yakın-Uzak Komşu

Amerikalı sosyolog Howard Becker, 1970’lerin ortasında kaleme aldığı “Fotoğraf ve Sosyoloji” (1975) başlıklı makalesinde, insani durumlara dair düşünüşün bu iki yeni biçiminin akran olduğuna dikkat çeker. Sosyoloji disiplininin kurucuları arasında sayılan Auguste Comte’un uzun erimli Cours de Philosophie Positive (Pozitivist Felsefenin Seyri) çalışmasının ilk metni 1830 yılında yayımlanırken, Herbert Spencer, The Study of Sociology (Sosyoloji Çalışmaları) kitabını 1873 yılında yayımlar. Tarihimizdeki ilk “fotoğraf” ise bu yeni aracın mucitleri arasında sayılan, Fransız fotoğrafçı Louis Daguerre tarafından 2 Ocak 1839 tarihinde çekildi.

Becker bu sürecin hemen başında ortaya çıkan ve aşılması uzun zaman alan bir mite (myth) de işaret eder. Bu mite göre, kamera sadece önünde duran şeyi kayıt altına alan tarafsız bir makinedir. Bu haliyle de bir hakikat inşasına hizmet eder. Becker’in çalışmasıyla çok yakın tarihlerde fotoğraf üzerine kaleme aldığı denemesinde Sontag da bu kabule işaret etmektedir, “Fotoğraflar bize kanıt teşkil eder. Hakkında bir şey işitip de şüpheyle karşılaştığımız bir şey, onun bir fotoğrafı bize gösterildiğinde kanıtlanmış sayılır” (2023 [1973]: 18).

Bu mitin gölgesinde sosyolojinin daktilosundan dökülen kelimelere karşın fotoğrafın objektifinden ölümsüzleşen imajlar arasında kendiliğinden bir karşıtlık kurulur. Fotoğraf makinesinde “objektif” (lens) olarak anılan parçanın adının ve sosyolojinin pozitivizm egemenliğinde olduğu uzun yıllardaki temel iddiası “objektivizm” (nesnellik) kavramının (“zihnin önüne konan veya zihne sunulan bir şey”, “doğru atılmış” ya da “açığa çıkarılmış olan” gibi anlamlara gelen) Latince objectum kelimesine dayanıyor olması bu anlamda manidardır. İster bir mercekten görülen fiziksel bir nesne, ister kişisel önyargılar olmaksızın incelenen bir kavram olsun bir şeyin (gören gözün, düşünen aklın) benliğin (self) dışına yerleştirilmesi fikri etrafında farklı konumlanan bu iki düşünüş biçimi zaman zaman birbirlerinden uzaklaşsa da amaçladıkları “fotografik toplumsal keşif” (photopgrahic social exploration) (1975: 3) arayışındaki birçok temel tartışmada komşu olduklarını iddia ediyor Becker.

Fotoğraf ve sosyoloji arasındaki ilişkinin anlaşılması açısından, Batı merkezli ortaya çıkmakla birlikte, küresel ölçekte etkili olan insanlığa dair iki yönelimli bir farkındalık genişlemesine işaret etmek gerekir. Öncelikle, geleneksel sömürgeci güçler olan Portekiz ve İspanyol imparatorluklarının denizcilik alanındaki atılımlarıyla 15’inci yüzyılda başlayan “Keşifler Çağı” döneminde oldukça farklı kültürlerin keşfedilmesi bu yeni ve uzak ötekilere karşı bir meraka neden oldu. 18’inci yüzyılın ortalarında etkisi küresel ölçeğe yayılan “Endüstri Devrimi” ise feodalizmin çözülmesi ve kırdan kente göçle birlikte modern kentlerin ortaya çıkması gibi Batının kendi içinde önemli dönüşümlere neden oldu.

Modern kentler yeni bir toplumsal tip olarak (sosyolog Simmel’in 1908 tarihli makalesine konu ettiği) “yabancı”nın (the stranger) görkemli bir sahnesine dönüştüğünde toplumsal yakınlık ve uzaklıklar dengesinin yeniden tanımlanması gerekti. Dolayısıyla fotoğraf ve sosyoloji bu dönem içerisinde iki temel mesele üzerinden yakınlaşır: (a) insana dair birer düşünüş ve bakış açısı olarak kentleşme, göç, topluluklar arası ilişkiler ve yoksulluk gibi merak konuları ve (b) bu merak konularını çalışma yöntemleri ve elde ettiklerini sunma biçimleri. Bu iki temel meselenin odağında ise yukarıda işaret edilen insana dair farkındalık genişlemesine koşut olarak yine iki temel odak vardır: (a) endüstrileşme sürecinde yeni ortaya çıkan toplumsal sınıflar ve/veya alt-kültür kümeleri keşfetmek (söz gelimi motosiklet cemaatleri) ve (b) görünmez kılınmış ya da unutulmuş toplulukları göstermek, alıcısını bu toplulukların varlığından haberdar etmek (söz gelimi uzak bir diyardaki “yerliler” ya da kentin yoksul mahallerindeki göçmenler). Özdamar-Akarçay henüz 2023 yılında yayımlanan kitabından sosyolojik tahayyülle desteklenmiş fotografik imgelemi şöyle tanımlıyordu:

Fotoğrafçılar, inceledikleri toplumlardaki insanlar arasında uzun süreler geçirerek, neyin fotoğraflanmaya değer olduğunu, yüzeysel dramdan ziyade altta yatan nedenlerin neler olduğunu, bu dramın fotoğrafın biçimsel diline en etkili şekilde nasıl aktarılabileceğini öğrenmişlerdir. Toplum, kendini, yoldan geçen birinin hızlı bakışlarına değil, uzun süre dikkatle izleyen insanlara göstermektedir. Sosyolojik imgelem, saha deneyimi ve fotoğrafçılık yeteneği etkili çalışmaların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu çalışmaların daha güçlendirilmesi ve kamusal alanda daha güçlü bir etkiye sahip olabilmeleri için de sosyolojik kuram gerekmektedir” (2023: 93).

Kurulduğu 1883 yılından ve dijital yayıncılığa geçtiği 2008 yılına kadar en önemli uluslararası yayınlardan biri olan Life dergisinin özellikle 1930’larda sonrası sayfalarını Alfred Eisenstaedt (d. 1898) (Bair, 2021) ve Hansel Mieth (d. 1909) (Flamiano, 2017) gibi farklı ülkelerden fotoğrafçılara açmasıyla “fotoğraf gazeteciliği” (photo-journalism) ve “fotoğraf deneme” (photo-essay) olarak anılan sosyolojik tahayyülle desteklenmiş fotografik imgeleme dayalı bu yeni kulvarların kurumsallaşmasına da zemin hazırladı.

Bir kamu görevlisi olarak çalışan ekonomist ve fotoğrafçı Roy Stryker (d. 1893), Amerika Birleşik Devletleri’nde 1931 yılında başlayan ve tüm dünyayı etkileyen “Büyük Buhran” (the Great Depression) sonuçlarının araştırılması göreviyle 1930 yılında kurulan Çiftlik Güvenlik İdaresi (Farm Service Agency) kurumunun başına geçtiğinde fotoğrafla toplumsalın keşfi alanında bir diğer önemli sıçrama yaşandı. Stryker, ekonomik krizle birlikte ülkenin dört bir yanında yaşanmaya başlayan yoksulluğun belgelenmesi amacıyla proje kapsamında 16 fotoğrafçı istihdam edilmesini sağladı. Aralarında ünlü “Göçmen Anne” (Migrant Mother) (1936) fotoğrafını da çeken Dorothea Lange’ın (d. 1895) olduğu bu fotoğrafçılar ekonomik krizin sonuçlarına karşı yürürlüğe girecek ve refah devleti anlayışının temellerini atan “Yeni Düzen” (the New Deal) reformlarının siyasal ve toplumsal kabul görmesinde oldukça önemli bir işlev yerine getirdi (Carlebach, 1988).

Sonraki on yıllarda ise İsviçreli Amerikalı fotoğrafçı Robert Frank’in (d. 1924) Amerikalılar (the Americans) (1958) ve Danny Lyon’ın (d. 1942) Aşağı Manhattan'ın Yıkımı (The Destruction of Lower Manhattan) (1969) örneklerinde açıkça görüldüğü üzere sosyolojik tahayyülle desteklenmiş fotografik imgelem gerek İkinci Dünya Savaşı sonrası eski ve yeni kıta arasındaki toplumsal etkileşimin artmasında, gerekse de toplumların kendi içindeki farklılıkların görünür olmasında çok önemli bir rol oynadı. [1]

Toplumsal gerçeğin fotoğraf aracılığıyla keşfi ve temsili alanındaki bu çalışmalar bir sonraki on yıla güçlü bir siyasal renk kazanarak aktarıldı. Kelen’in belirttiği üzere en hareketli dönemi 1963 ile 1968 yıllar arasında yaşanan “Sivil Haklar Hareketi” (the American Civil Rights Movement), “eylemci fotoğrafçılık” (activist photography) olarak fotoğrafa yeni bir siyasi bağlam getirirken bu dönem siyasi eylemliliğinin ayrılmaz bir parçası haline gelen fotoğraf, Amerikan ulusunun kendini (yeniden) düşünüşünü ırk ve toplumsal cinsiyet tartışmaları, farklı kültürlerin nasıl içerileceği gibi meseleler temelinde geri dönüşsüz olarak etkiledi (2011: 12).

Bir Aradalık Mekan olarak Gurbet

“Hamburg’un ortasında şehir içinde kapalı bir şehir. Bu şehrin bir ismi yok ve bu şehir hiçbir haritada gösterilmez, yine de herkes görebilir. Bazı caddeleri St. Pauli’de, bazıları Hamburg’da, Altona’da veya Wilhelmsburg’dadır. Paralel şehrin kendisine ait restoranları, kafeleri, marketleri, terzileri, doktoraları, avukatları, bankaları, reklam ajansları, yakıt istasyonları, cenaze hizmetleri ve ibadethaneleri vardır. Sabah’tan Milliyet’e onüç adet günlük gazetesi, üç haber dergisi, kendi televizyon ve radyo istasyonları bulunur. Hafta sonu yüzlerce gencin eğlendiği gece kulüpleri ‘Alem’ veya ‘Club’ gibi isimler taşır. Bu şehirde 70 binden fazla insan yaşıyor. Çoğu burayı neredeyse hiç terk etmiyor çünkü ihtiyaç duydukları her şey buradadır: Aile, din, arkadaş, iş.”

Gazeteci Guido Geist’in 24 Eylül 1999 tarihinde Hamburg Abendblatt gazetesi için kaleme aldığı, ağırlıklı olarak Türkiye’den gelen göçmenlerin yaşadığı bu mahalle betimlemesi gurbeti bir aradalık mekanı olarak tartışmak açısından önemli bir belge sunuyor. Ne anavatan ne de göç edilen ülkelerin anaakım objektiflerinden bakıldığında pek görülemeyen ve dolayısıyla gösterilemeyen bu özgün göç mekanlarının nasıl temsil edildiği ya da edilebileceği uzun yıllar gerek sosyal bilimciler gerekse de siyasetçiler açısından bir gündem oldu. Fotoğraf ise 1960’lar sonrası başlayan yeni uluslararası göç dalgasının en yakın tanığıydı (Berger ve Mohr, 2011 [1975]). Büyük çoğunluğu göçmenlerle aynı mahallelerde yaşayan, bu “yeni konuklarla” kendiliğinden komşuluk ilişkileri geliştirmiş olan fotoğrafçıların bu tanıklığı göçmenler gibi sahipsizdi.

Bir yandan, göçmenlerle Essen’de tanışan Henning Christoph’un (d. 1944) fotoğraflarından Geo-Maganzin dergisinin “Die deutschen Türken” (Alman Türkler) özel sayısına hazırlanan seçkide olduğu gibi fotografik imge, göçmenlere dair klişeleri yeniden üretmek ya da onları egzotikleştirmek üzere sunuluyordu. Diğer yandan, kendisi de “Küçük İstanbul” olarak anılan Kreuzberg’de (Berlin) yaşayan ve mahallenin göçmen dünyasını 1970’lerden 1990’lara kadar fotoğraflamış olan Wolfgang Krolow’un (d. 1950) örneğinde olduğu üzere içeriden tanıklıklar resmi görsel hafızada kayıt altına alınmıyordu.

Ergun Çağatay Fotoğrafları Sergisi: Biz Buralıyız: Türk-Alman Yaşamı 1990

Türkiye’den Almanya’ya göçün 60’ıncı yılında Ruhr Müzesi’nde açılan bir sergi bu açıdan bir istisna teşkil ediyordu. Serginin küratörlerinden Meltem Küçükyılmaz ile yaptığım görüşmelerde (17 ve 30 Ekim 2021) Ergun Çağatay’ın 1990’lı yılların başında, Berlin Duvar’nın hemen ardından Almanya’daki Türkiye kökenli göçmenler üzerine çektiği fotoğrafların adete bir arkeolojik malzeme gibi ortaya çıkarıldığını öğrendim. Bu özel portfolyonun büyük ölçüde Müzenin bulunduğu Ruhr Bölgesi’ndeki göçmen yaşamlarına odaklandığı ve bu sergi vasıtasıyla farklı kuşaklardan göçmen ve Türkiye kökenli göçmenlerle ilişki kurulması amaçlanıyordu. Bu doğrultuda sergiyi destekleyecek şekilde Türkçe turlar, seminer ve kültür günleri de düzenleniyordu. [2] Küçükyılmaz, Çağatay Sergisi’ni salgın döneminde, yaz aylarına (izin sezonu) denk gelmiş olmasına karşın, 12 bin kişinin ziyaret ettiğini ve ziyaretler sırasında özellikle kuşaklar arasındaki etkileşimin oldukça olumlu olduğuna işaret ederek amaçlarını gerçekleştirebildiklerini söylüyordu.

Fotoğrafçı Çağatay, 1937 yılında İzmir’de orta-üst bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. İstanbul Robert Koleji ve sonrasında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra gazeteci olmaya karar verir ve 1968 yılından itibaren Associated Press, Gamma, Time ve Life gibi dergilere çalışır. 15 Temmuz 1983 tarihinde Paris Orly Havaalanı’nda Türk Hava Yolları’na karşı ASALA’nın düzenlediği bir terör saldırısında ölümden döner. Bu hadisenin kariyerinde bir kesintiye yol açtığı anlaşılıyor. 1990 yılında Paris’te bulunan Gamma ajansında fotoğrafçı olarak çalışıyordur. Gamma ajansı tarafından tasarlanan Küresel Güney’den işgücü göçü konulu büyük bir proje kapsamında bu sergiye temel teşkil eden fotoğrafları çekmek üzere anlaşır. Almanya’daki adımları bu belirsizliklere de işaret ediyor. İzlediği güzergâhtan kervanın biraz da yolda düzüldüğü anlaşılıyor. Önce Hamburg, sonra Batıya Köln ve Werl, sonra Doğuya Berlin ve tekrar Batıya doğru bir seyahat ile Duisburg. Werl’e gitmesinin nedeni 13 Mayıs 1990 tarihinde kurulan Fatih Cami’nin Almanya’da minaresiyle inşasına izin verilen ilk cami olması. Buradaki fotoğrafları ayrı bir proje olarak değerlendirmeyi düşündüğünü biliyoruz. İki kenti daha ziyaret etmiş fakat Ruhr Müzesi kendi bölgesine odaklanmak istediği için bu şehirlerdeki fotoğraflar sergi dışında bırakılmış. Çağatay’ın tüm bu seyahati Mart, Nisan ve Mayıs aylarını kapsayan 3 haftada tamamladığı düşünülüyor. Tam olarak ne zaman nerede olduğu bilinmiyor fakat tüm proje kapsamında 3477 adet fotoğraf çekilmiş. Ruhr Müzesi kapsamında düzenlenen sergisi için bu fotoğraflardan 116 kadarı seçilmiş. Ergun Çağatay, yola çıkış amacını şu sözlerle ifade ediyor: “Seyahatimin amacı, göç ülkelerinde doğmuş veya orada büyümüş ikinci kuşağın toplumsal uyumunu veya uyumsuzluğunu göstermekti.”

Çağatay’ın bu seyahati oldukça özel bir dönemde gerçekleşiyor. Berlin Duvarı’nın yıkılması üzerinden henüz altı ay geçmiştir ve ziyaret ettiği mahallelerde dönemin belirsizliğine tanıklık eder. Her kentin göçmen yaşamının özgün olduğu fotoğraflarda görülür. Hamburg’da tersanenin merkezi bir konumu vardır. Bir apartman girişinde açılan ilk cami dış duvarına çizilmiş Ayasofya resmi ile görünürlük kazanmıştır. Berlin ve Köln’deki mahallelerde ise bakkallar, kasaplar, eğlence yerleri, Türkçe tiyatrolar ve gençlik çeteleriyle toplumsal bir yaşam önemli bir olgunluğa erişmiştir. Almanyalı Türkçe-Almanca hip-hop müziğinin doğduğu Kreuzberg’de 36 Boys olarak bilinen gençlik çetesini belgeleyen ilk fotoğrafçıdır Çağatay. İki Almanya’nın birleşme sancıları mahallelere ırkçı sloganlarla yansımaya başlamıştır, Çağatay’ın objektifinden kırılan Türk mezar taşlarını da görürüz yeni yabancılar yasasına karşı düzenlenen büyük mitingleri de.

Fakat, Çağatay’ın belirsizliklerle başlayan çalışması planlandığı gibi Küresel Güney’den gelen tüm işçilere doğru genişleyemez, Gamma projenin devam etmesini desteklemekte isteksizdir ve yeni sponsorlar bulma arayışı da sonuç vermez. Çağatay masraflarının bir kısmını kendi cebinden karşıladığı projeyi sonlandırır ve Duisburg’dan Paris’e döner ve böylece çektiği fotoğraflar 25 yıl kadar “güzellik uykusuna” yatar. Serginin de küratörlerinden Peter Stephan, Çağatay ile 2004 yılında tanışır ve fotoğrafları İstanbul’daki evinde tesadüfen 2015 yılında keşfeder. Aradan geçen 25 yıldan sonra ilk kez kutusundan çıkan bu fotoğraflar üzerine bir şeyler üretme fikri gelişir. 2016 ve 2018 yılında Berlin’de düzenlenen iki sınırlı sergi dışında fotoğrafların gün ışığına çıkması mümkün olmaz ve Çağatay 2018 yılında hayatını kaybeder. Bu sergiler vesilesiyle verdiği bir röportajda Çağatay ikinci kuşak göçmenlerle ilgili şunları söylemiştir: “Onlara üzülüyordum, o kadar. Bu ülke o insanlara düzgün bir hayat sağlamayı başaramamıştı. Ağır şartlarda çalışıyorlardı ve ikinci sınıf insanlar olarak kaldılar.”

Kimin çektiği, hangi nedenle çekildiği, nasıl bir ilişki ağları üzerinden göçün toplumsal mekanına nasıl bir erişim alınabildiği, sağlanabildiği gibi sorularla baktığımız yukarıda değindiğim dört serginin önemli farklılıkları olduğu söylenebilir. Buna karşın altmışıncı yıla doğru açılan, keşfedilen sandıklarından, dökülen göçe dair bu özgün görsel kültüre odaklanan dört serginin önemli bir noktası da var: sergilerle günışığına çıkan fotoğraflar üzerinden kuşaklar arasında bir anlam köprüsü kurulacağına dair beklenti. Söz gelimi, 1986 yılında yayımlanan En Alttakiler (Ganz unten) kitabının yazarı Günter Wallraff, sergi kapsamında verdiği mülakatta genç kuşaklardan okurlarıyla karşılaşmalarından kitabına dair yeni bir farkındalık geliştirdiğini söylüyordu. Almanya’da doğmuş ve büyümüş kuşaklar, ebeveynlerinin yıllarca kendilerini kızdıran kimi ürkek tutumlarının nedenlerini bu kitabı okuyunca idrak etmişler ve ancak bu farkındalıkla onlarla konuşmaya başlayabilmişlerdi. Böylece sosyolojik tahayyülle desteklenmiş fotografik imgelem, Ergun Çağatay’ın Kayıp Almanya portfolyosunun özelinde, çeyrek yüzyıl sonra da olsa bir aradalık mekanı olarak gurbetin keşfi konusunda yüzyıllık vaadini yerine getirmiş oldu.

[1] Fotoğraf kullanımı oldukça sınırlı olsa da Suat Derviş’in Cumhuriyet gazetesi için 1935 ve 1937 yılları arasında hazırladığı “Çöken İstanbul” ve Yaşar Kemal’in 1950’lerdeki gezisine dayanan “Çukurova Yan Yana” (1955) çalışmaları da röportajlara dayalı toplumsal keşif açısından Türkiye’deki en önemli örnekler olarak sıralanabilir. Fotoğrafçı Ali Öz'ün kentsel dönüşüm kıskancındaki Tarlabaşı'nda bir buçuk yıl boyunca çektiği 30 bin kareden oluşan bir seçkiye dayanan “Ayıp Şehir” isimli sergisi ise fotoğraf ve sosyoloji arasındaki ilişki açısından önemli bir örnektir.
[2] Söz gelimi sergi kapsamında göç tarihinin farklı yedi tanığıyla mülakat videoları yer almaktadır: Yüksel Pazarkaya – Radyo Programcısı ve Yazar, bu tarihin önemli bir tanığı, Aslı Sevindim – Gazeteci, Necla Kelek – Sosyolog, Günter Walraff – En Alttakiler kitabının yazarı gazeteci, Ali Güngörmüş – Şef olarak çalışmış bir işçi, Tuğba Tekkal – Kadın Futbolcu, Derya Yıldırım – Müzisyen, Grup Şimşek, Derviş Hızarcı – Irkçılık Uzmanı

Kaynakça
* Akarçay-Özdamar, G. (2023); Görsel Sosyoloji: Kavramlar, Dönemler, Yöntemler; Phoenix, Ankara.
* Bair, N. (2021); Photo-Essays at Life. LIFE Magazine and the Power of Photography; in Bussard, A.B. and Gresh, K. Princeton: Princeton Museum University Art Museum, 128-63.
* Becker, H. (1975); ‘Photography and Sociology’; Afterimage, 3, pp. 22–32.
* Berger, J. ve Mohr, J. (2011 [1975]); Yedinci Adam; Agora Kitaplığı, İstanbul.
*Carlebach, M. L. (1988); ‘Documentary and Propaganda: The Photographs of the Farm Security Administration; the Journal of Decorative and Propaganda Arts, 8, pp. 6-25.
*Flamiano, D. (2017); Women, Workers, and Race in LIFE Magazine: Hansel Mieth’s Reform Photojournalism, 1934-1955. Routledge, London.
*Kelen, L.G. (2011); This Light of Ours: Activist Photographers of the Civil Rights Movement; Univ. Press of Mississippi. University of Mississippi Press, Mississippi.
*Simmel, G. (2008); The Stranger. In Oakes, T., & Price, P. L. (Eds.) The Cultural Geography Reader (pp. 323-327). Routledge, London. (pp. 1-30).
*Sontag, S. (2005 [1973]); On Photography; Rosetta Books, New York.
*Sontag, S. (2023 [1973]); Fotoğraf Üzerine; Can Yayınları, İstanbul.


Besin Can ZIRH | LOOKING at “GUARBET” as a SPACE of IN-BETWEENNESS THROUGH PHOTOGRAPHS

ABSTRACT

The word gurbet, which in Turkish means "a place far from one's place of birth and residence", also means "foreignness, exile" in Arabic, from which it originates, while its etymological relative, the word garb, carries the meanings of "foreign" and "strange" in addition to indicating directions such as "sunset" and "west", and thus carries a very unique sense in terms of defining the place of migration. This unique word formed the basis of the concept of the expatriate as a distinct social type with the waves of migration that occurred first from rural areas to cities in the recent history of modern Turkey and then to Western European countries, especially Germany, with the opening of the “European Gate” in the 1960s. Given that social science research in both the sending and receiving countries has long examined the phenomenon of migration as “being torn between two worlds" most of these scholars have insisted on conceptualizing migration as a problem in terms of social identities and the question of belonging. Conversely, literature and cinema have provided invaluable documentation that facilitates our comprehension of immigrants who have established a broad emotional geography among disparate social and cultural spaces. From a hermeneutic perspective, contemporary analysis of these artistic records reveals that immigrants are not torn between different worlds (or they do not have to be confined to a single social or cultural domain); rather, they establish a distinct sociality that draws upon these domains, culturally and emotionally surrounding them. In the course of this long journey of migration, photography assumes a significant role, though its worth is not immediately apparent. This presentation aims to glance at the daily lives of migrants in this in-between space through photographs from the retrospective exhibition “We Are Here” (Wir sind hier) based on a selection of 3477 photographs taken by Ergun Çağatay, during his trip to Germany in March and May 1990, held at the Ruhr Museum in Germany between June 21 and October 31, 2021, on the occasion of the 60th anniversary of labour migration from Turkey to Germany.

KEYWORDS

Migration, Foreignness, Photography, Germany, Ergun Çağatay.

BIOGRAPHY

Dr. Besim Can ZIRH is an Assistant Professor of Social Anthropology at Middle East Technical University, Department of Sociology. He received his Ph.D. from UCL Social Anthropology Department in 2012 and previously graduated from METU in Political Science (MSc) in 2005 and Sociology (BA) in 2002. His Ph.D. research focused on the transnational social space created by Alevi immigrants. He is also a founding member of the Association for Migration Research (GAR), which was established in 2017.

Akademisyen, Yazar, Araştırmacı / Academician, Author, Researcher
TÜRKİYE
Hacettepe Üniversitesi, İletişim Fakültesi, İletişim Bilimleri Bölümü
gdepeli@gmail.com

ÖZGEÇMİŞ

Gülsüm Depeli Sevinç Hacettepe Üniversitesi, İletişim Fakültesi, İletişim Bilimleri Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Akademik çalışma alanları arasında Kültürlerarası İletişim, İletişim Etnografisi, Görsel Kültür Çalışmaları, Görsel Antropoloji ve Göç Çalışmaları yer almaktadır.

Gülsüm DEPELİ | DİJİTAL ÇAĞDA AİLE İMGESİ: FOTOĞRAF ALBÜMLERİNDEN SOSYAL MEDYA PLATFORMLARINDAKİ AİLE FOTOĞRAFLARINA

ÖZET

Bir sosyal kurum olarak modern aile, aynı zamanda ideolojik bir temsil olarak imgeleşmiştir. Özellikle fotoğraf makinesinin gündelik yaşamda erişilir olmasıyla birlikte, kentlerdeki orta sınıf aileler hararetle kendi üyelerinin görsel kaydını tutmaya yönelmiştir. Her ideolojik tasavvurda olduğu gibi, aile örneğinde de titizlikle denetlenen ve hatta sıklıkla mizansen yoluyla düzenlenen, dolayısıyla gerçeklikle bağı zayıf bir imgeleştirme sürecinden söz edilmektedir. Haliyle, bu kayıtlarda olumsuz hiçbir içeriğe yer yoktur. Aile üyelerinin bir aradalığını kutlayan stüdyo fotoğrafları; doğum, mezuniyet, askerlik, düğün, tatil, eğlence gibi özel ve mutlu anları (rites of passages) bir araya getiren fotoğraf albümleri, ailenin belleğinin ve birliğinin güvencesi olmuş; aile üyeleri, varlıklarını sıklıkla geçmişle şimdi arasında bağ kuran bu fotoğraflara bakarak doğrulamıştır.

Aile fotoğrafları her zaman olduğu gibi günümüzde de vazgeçilmezdir. Hatta yeni teknolojik gelişmelere bağlı olarak bu tür fotoğraflar, günümüzde, eskiye oranla çok daha yoğun olarak üretilmekte, ağırlıkla da sosyal medya platformlarında dolaşıma girmektedir. Böylelikle, aile imgeleri kamusal alanda daha önce olmadığı kadar görünürleşmekte, geniş bir etkileşim alanına açılmaktadır. Bu bildiri, sosyal medya platformlarında ne tür aile fotoğraflarının dolaşıma girdiği, bu fotoğrafların seyircisinin kim olduğu, aile üyelerinin ve seyircilerin bu fotoğraflarla nasıl bir iletişim kurduğu gibi sorulardan hareketle, konu ile ilgili güncel literatüre de başvurarak, aile imgesinin ideolojik temsilinde, yeni iletişim teknolojilerinin bir değişime yol açıp açmadığını tartışmaya çalışacaktır.

ANAHTAR KELİMELER

Aile Fotoğrafları, Sosyal Medya Platformları, Fotoğrafların Dolaşımı.


Gülsüm DEPELİ | FAMILY IMAGE in the DIGITAL AGE: from PHOTO ALBUMS to FAMILY PHOTOS on SOCIAL MEDIA PLATFORMS

ABSTRACT

As a social institution, the modern family has also become an ideological representation. Especially with the accessibility of cameras in daily life, middle-class families in cities have eagerly sought to keep a visual record of their members. As with any ideological construct, the family is also subjected to a highly monitored and often staged process of imagery, which means its connection to reality is often quite weak. Consequently, these records leave no room for any negative content. Studio photos celebrating the togetherness of family members, photo albums that gather special and happy moments (rites of passage) such as birth, graduation, military service, weddings, vacations, and parties, have become the guarantee of the family’s memory and unity, with family members frequently confirming their existence by looking at these photos, which link the past and the present.

Family photos remain as essential as ever, even today. In fact, thanks to new technological advancements, such photos are now produced far more intensively than before, mostly circulating on social media platforms. As a result, family images have become more visible in the public domain than ever before, opening up to a wider sphere of interaction. This presentation will attempt to discuss whether new communication technologies have brought about a change in the ideological representation of family images, drawing on current literature related to the subject and exploring questions such as what types of family photos circulate on social media platforms, who the audience of these photos is, and how family members and the audience communicate through the photos.

KEYWORDS

Family Photo Albums, Social Media Platforms, Circulation of Photographs.

Disiplinlerarası Küratör, Sosyolog, Araştırmacı, Proje Kolaylaştırıcısı ve Aktivist
Interdisciplinary Curator, Sociologist, Researcher, Project facilitator and Activist
POLONYA / POLAND
k.candrowicz@fotofestiwal.com

ÖZGEÇMİŞ

Krzysztof Candrowicz disiplinlerarası bir küratör, sosyolog, araştırmacı, proje kolaylaştırıcısı ve aktivisttir. Lodz'daki Görsel Eğitim ve Fotofestival Vakfı'nın kurucu ortağı ve üyesi, Art Factory ve Lodz Sanat Merkezi'nin (Polonya) eski yöneticisidir. 2013-2018 yılları arasında Hamburg'daki (Almanya) Fotoğraf Trienali'nin sanat direktörü olarak, 2018-2024 yılları arasında ise Ci.CLO Porto Bienali'nin (Portekiz) konuk küratörü ve işbirlikçisi olarak çalıştı. Krzysztof, Avrupa'da çok sayıda organizasyon, müze, okul ve festivalde uluslararası misafir küratör ve misafir öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.

Rencontres d'Arles Keşif Ödülü (Arles, Fransa), Deutsche Börse Fotoğraf Vakfı Ödülü (Londra, İngiltere), Prix Pictet (Londra, İngiltere), Tarihsel Kitap Ödülü ve Yazar Kitap Ödülü (Arles, Fransa) ve Robert Capa Ödülü (Budapeşte, Macaristan) dahil olmak üzere çeşitli proje ve sanat ödüllerinin jüri üyeliğini yapmıştır.

Görsel sanatlarda aktif olmasının yanı sıra, ilgi alanları felsefe, sosyal bilimler, antropoloji, ekoloji, astronomi ve doğa bilimlerine dayanmaktadır. Dahil olduğu projelerin, atölye çalışmalarının ve sergilerin çoğu sosyal ve çevresel eşitlik alanlarına dokunuyor. Son yirmi yıldır küratöryel odağı, süregelen gezegensel krizlere yanıt vermede aktif rol oynayan fotoğraf, aktivizm ve görsel sanattır.

Krzysztof CANDROWICZ | SOSYAL, POLİTİK ve ÇEVRESEL DEĞİŞİMİN TETİKLEYİCİLERİ OLARAK FOTOĞRAFÇILIK, TEKNOLOJİ ve GÖRSEL AKTİVİZM

ÖZET

Karşı karşıya olduğumuz kritik durumu ayrıntılı olarak anlatmaya gerek yok; haberler bizi her gün güncelliyor. Yeni savaşlar ve çatışmalar patlak verirken, türler ölüyor, buzullar eriyor, ormanlar yok oluyor, gezegen ısınıyor ve insan ırkı büyük bir yok oluş tehdidiyle karşı karşıya. Milyonlarca yılda oluşan doğal zenginliğin, neredeyse son iki yüz yıl içinde gözlerimizin önünde, nasıl yok olduğunu canlı olarak izliyoruz. Onlarca yıl boyunca fotoğraf ve görsel sanat, süregelen gezegensel krize yanıt vermede aktif rol oynadı.

Çağdaş görsel aktivizmde, fotoğraf, sosyal adalet hareketlerinin merkezinde yer almaya devam ediyor. Teknoloji göz önüne alındığında, dijital medya ve sosyal ağlar görsel hikaye anlatımını güçlendirdikçe, fotoğraf adalet, eşitlik ve insan hakları için çağdaş mücadeleleri şekillendirmeye devam ediyor. Diğer iletişim biçimlerinin aksine, fotoğraflar anında duygusal bağlantılar yaratarak, genellikle uzaklardaki mücadeleleri kişisel ve acil hissettirir.

ANAHTAR KELİMELER

Sosyal Değişim, Görsel Aktivizm, Etkili Fotoğrafçılık.


Krzysztof CANDROWICZ | PHOTOGRAPHY, TECHNOLOGY and VISUAL ACTIVISM, as a TRIGGER OF SOCIAL, POLITICAL and ENVIRONMENTAL CHANGE

ABSTRACT

There is no need to describe in detail the critical moment we are facing; the news updates us on a daily basis. While new wars and conflicts are erupting, species are dying, glaciers are melting, forests are vanishing, the planet is heating up and the human race is facing the threat of massive extinction. We are watching it live, seeing how the natural richness that was born over the last millions of years has almost disappeared in front of our eyes within practically the last two hundred years. For decades photography and visual art played active role in responding to ongoing planetary crisis.

In contemporary visual activism, photography remains central to social justice movements. Considering technology, as digital media and social networks amplify visual storytelling, photography continues to shape contemporary struggles for justice, equity, and human rights. Unlike other forms of communication, photographs create immediate emotional connections, often making distant struggles feel personal and urgent.

KEYWORDS

Social Change, Visual Activism, Impactful Photography.

Visual activism and photography became a persuasive and captivating form of engagement that pulls the power of imagery to inspire social and political change. By creating a fusion of artistic expression and compelling messaging, it encapsulates complex issues, evokes emotions, and stimulates critical attitudes. This dynamic medium surpasses traditional boundaries, engaging diverse audiences and transcending language barriers. Whether manifested through impactful photography, thought-provoking street art, or films and video art, visual activism has the remarkable ability to amplify marginalised voices, spotlight injustices, and challenge prevailing norms. While using stirring and authentic messages visual narratives sparks dialogue, raises awareness, and catalyses actions towards more equitable world.

The Transformative Power of Photography in the History of the Medium

Since its invention photography has been a powerful tool and a catalyst for social change. Photographic imagery has provided a means to document historical events, expose societal inequalities, and give voice to marginalised communities. Unlike other forms of artistic expression, photography carries a unique relationship with truth, still very often perceived as an objective record of reality. Activist photographers use this perceived authenticity to challenge dominant narratives, raise awareness, and inspire collective action. Throughout the history, many photographers have harnessed the power of the camera to document social struggles and advocate for change. Starting from classics of 20th century American photographers; Lewis Hine, who used photography to expose the harsh realities of child labour in the United States, directly contributing to labour law reforms. Dorothea Lange’s images of migrant workers during the Great Depression, particularly Migrant Mother, humanized economic hardship and influenced public policy. Gordon Parks, working for the Farm Security Administration and later Life magazine, documented racial segregation and poverty in America, shaping civil rights discourse. The Civil Rights Movement itself relied on images by photographers like Charles Moore, whose photographs of violent police confrontations galvanized national support for the movement.

In contemporary visual activism, photography remains central to social justice movements. South African photographer Zanele Muholi uses self-portraiture and documentary photography to advocate for LGBTQ+ rights, particularly in Black queer communities. LaToya Ruby Frazier explores environmental racism and economic decline in the American Rust Belt, highlighting issues of labour and healthcare inequality. Shahidul Alam, a Bangladeshi photographer, has used his work to challenge political oppression and advocate for press freedom. Renowned Brazilian photographer Sebastião Salgado has documented global displacement, labour exploitation, and environmental destruction, emphasizing the human impact of capitalism and climate change.

Other contemporary figures pushing the boundaries of visual activism include JR, a French street artist and photographer whose large-scale public installations make social issues visible in urban spaces. Nan Goldin has used photography and activism to fight the opioid crisis, holding pharmaceutical companies accountable for their role in addiction. Ai Weiwei incorporates photography into his broader activist practice, exposing human rights violations and government censorship. Moreover, Bieke Depoorter and Susan Meiselas use participatory approaches, ensuring that subjects have agency in how their stories are represented. Together, these photographers demonstrate the enduring power of photography in activism, showing that images can challenge authority, document resistance, and mobilize social movements.

European Photography Scene and Social Change

From documenting war, displacement, and environmental crises to exposing gender violence and corporate crimes, European photographers have played a crucial role in shaping public opinion and policy. Their work continues to inspire activism and challenge power structures in an era of global unrest and climate emergency. There are numerous powerful narratives produced by artists who successfully engaged with communities while working with photography and social and political activism. One of the most significant contemporary projects is Juan Valbuena’s work entitles Salitre. It is a compelling example of how photography can serve as a tool for social activism, historical memory, and migrant visibility. The project, named after an abandoned train station in Madrid that housed migrants in the early 2000s, documents the struggles of undocumented immigrants in Spain, exposing the precarious conditions they faced while waiting for legal recognition. Valbuena combines documentary photography, archival material, and testimonies, creating a multi-layered narrative that challenges dominant media portrayals of migration. By preserving and amplifying the voices of those often erased from official histories, Salitre acts as a form of visual resistance, urging viewers to confront the social inequalities and systemic exclusion that persist in Europe’s immigration policies. Through this work, Valbuena not only captures reality but also mobilizes collective memory and public awareness in the fight for migrant rights. Another interesting author is Dana Lixenberg from the Netherlands, known for her long-term documentary projects, including Imperial Courts (1993–2015), which captures life in a historically Black public housing community in Los Angeles, challenging stereotypes about marginalized communities.

Considering technology, as digital media and social networks amplify visual storytelling, photography continues to shape contemporary struggles for justice, equity, and human rights.
The Archive of Public Protest (APP) is a powerful example of how contemporary artists and photographers use photography, digital media, and technology to drive social and political change. Founded in Poland, APP functions as an open, independent platform that collects and distributes images of protests, resistance movements, and social struggles, focusing on issues like women’s rights, LGBTQ+ rights, climate justice, and government repression. The archive serves as a visual record of dissent, offering free-to-use photographs to activists, journalists, and the public to counteract mainstream media censorship and government propaganda. By leveraging digital technology, online platforms, and social media, APP democratizes access to visual activism, ensuring that grassroots movements gain visibility and historical recognition. Their work highlights the transformative power of photography in shaping collective memory, mobilizing communities, and challenging oppressive systems in the digital era.

Moving back to individual projects, Mathieu Asselin’s Monsanto: A Photographic Investigation is a groundbreaking example of environmental activism through photography, exposing the destructive impact of the agrochemical giant Monsanto. Over five years, Asselin meticulously documented the devastating consequences of pesticides, genetically modified crops, and corporate negligence, capturing the suffering of affected communities in the United States, Vietnam, and Argentina. Combining archival research, portraits, and landscapes of contaminated sites, his work serves as both a visual indictment of corporate irresponsibility and a call for environmental justice. By confronting viewers with the long-term damage caused by industrial agriculture, Asselin transforms photography into a tool of resistance, demanding accountability and systemic change. Another powerful example is Laia Abril’s On Abortion, deeply researched feminist and social activism project that examines the historical and contemporary consequences of abortion restrictions worldwide. Through a combination of photography, personal testimonies, medical archives, and legal documents, Abril exposes the life-threatening risks, legal injustices, and societal stigma surrounding reproductive rights. Her work highlights how denying access to safe abortion leads to suffering and death, disproportionately affecting marginalized communities. By giving voice to those impacted and unveiling the hidden consequences of restrictive policies, Abril’s project confronts viewers with the urgent need for reproductive justice, positioning photography as a powerful instrument of advocacy and social change. Alike Monsanto, On Abortion use visual storytelling as a form of activism, shedding light on corporate malfeasance, environmental destruction, and women’s rights. Both projects serve as critical interventions in public discourse, using photography not just to document injustices but to provoke debate, raise awareness, and inspire policy change in the fight for environmental or reproductive justice.

Conclusion

Photography, as a tool of visual activism, has the unique ability to document, expose, and challenge injustices while fostering empathy and inspiring action. Unlike other forms of communication, photographs create immediate emotional connections, often making distant struggles feel personal and urgent. Whether capturing human rights violations, environmental devastation, or the resilience of marginalized communities, photography transcends language and cultural barriers, amplifying voices that might otherwise be silenced. Eventually, photography does more than bear witness to history; it shapes it. It compels us to see what we might otherwise ignore, confront uncomfortable truths, and imagine a more just and sustainable world.

The Role of Turkish Photographers in Visual Activism and Social Change

Ultimately, Turkish photographers have also played a crucial role in documenting historical and contemporary social movements, including the Gezi Park protests, the Syrian refugee crisis, and ongoing struggles for women’s rights and press freedom. Many faced significant risks, including censorship and political pressure, yet continue to use their work to challenge injustice and advocate for social change. Therefore, I would like to dedicate my paper to those Turkish image-makers who made tremendous contribution to document and respond to social and political injustice in the region, such as; Mehmet Aslan, Sabiha Çimen, Nilüfer Demir, Cemil Batur Gökçeer, Pelin Esmer, Kerem Yücel, Emin Özmen, Bünyamin Aygün, Fatma Çelik, Tuna Ferit Çanlıoğlu. The camera - in the hands of such photographers, artists, activists and storytellers - is not just an instrument of observation but a force for real, tangible change.

BIOGRAPHY

Krzysztof Candrowicz is an interdisciplinary curator, sociologist, researcher, project facilitator, and activist. Co-founder and member of the Foundation of Visual Education and Fotofestiwal in Lodz, former director of the Art Factory and Lodz Art Center (Poland). From 2013-2018, he worked as artistic director of the Triennial of Photography in Hamburg (Germany), and from 2018 to 2024 he worked as guest curator and collaborator of the Ci.CLO Porto Biennale (Portugal). Krzysztof works internationally as a guest curator and visiting lecturer in numerous organizations, museums, schools, and festivals in Europe.
He has been a member of the jury of various projects and art prizes, including the Rencontres d’Arles Discovery Award (Arles, France), the Deutsche Börse Photography Foundation Prize, (London, UK), the Prix Pictet (London, UK), the Historical Book Award, and the Author Book Award (Arles, France), and the Robert Capa Award (Budapest, Hungary).
Besides being active in visual arts, his interests are rooted in philosophy, social science, anthropology, ecology, astronomy, and natural science. Most of the projects, workshops and exhibitions he is involved in are touching the fields of social and environmental equity. For the last two decades his curatorial focus is photography, activism and visual art in the active role of responding to ongoing planetary crises.

linkedin facebook pinterest youtube rss twitter instagram facebook-blank rss-blank linkedin-blank pinterest youtube twitter instagram