Serbest Fotoğrafçı, Dijital Fotoğraf Eğitmeni / Freelance Photographer, Digital Photography Instructor
TÜRKİYE
bekiryesiltas@gmail.com

ÖZGEÇMİŞ

Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, Fotoğraf Bölümü Yüksek Lisans Mezunu. AÖF Felsefe Lisans öğrencisi. Fotoğrafçılık ve Video alanında Önlisans Derecesine ve İşletme Lisans Derecesine sahiptir. Harvard Üniversitesi, Temel ve İleri Fotoğrafçılık, Amerikan Fotoğraf Derneği (PSA) Fotoğraf Tarihi, ileri Gezi fotoğrafçılığı, Doğal Işık ve Portre, Görüntü Analizi ve Natürmort, MEB onaylı Temel Fotoğrafçılık ve Dijital Fotoğrafçılık ve Gazetecilik eğitimlerini başarıyla tamamladı.
7.000’den fazla fotoğrafı 85’i aşan ülkede sergilendi, 3.000’den fazla ödül ve 71 uluslararası fotoğraf ünvanı sahibi. Uluslararası fotoğraf yarışmalarında ve festivallerde aktif jüri üyeliği yapmakta ve Türkiye’de serbest fotoğrafçı, dijital fotoğraf eğitmeni ve danışmanı olarak çalışmalarına devam etmektedir.

Bekir YEŞİLTAŞ | Uluslararası Fotoğraf Yarışmaları Jüri Değerlendirmeleri: Katılan Eserlerde Gerçeği Aramak

ÖZET

Bu bildiri, uluslararası fotoğraf yarışmaları jüri değerlendirmelerinde yaşanan değişimleri ve teknolojinin bu süreç üzerindeki etkilerini incelemektedir. 2000’li yılların başından itibaren teknolojik gelişmelerin fotoğraf yarışmalarına katılım sürecini nasıl kolaylaştırdığını ve dijital manipülasyon tekniklerinin yaygınlaşmasının fotoğrafın gerçekliğini nasıl tartışmaya açtığını gözlemlemektedir.

Günümüzde fotoğrafçılar, dijital araçlar ve yapay zekâ destekli görüntü üretimi gibi yenilikçi medyumları kullanarak hayal güçlerini ifade edebilmektedir. Ancak bu durum, fotoğrafın belgesel ve gerçeklik boyutunu yeniden değerlendirmeyi gerektirmektedir. Fotoğrafların gerçekliğini ve özgünlüğünü belirlemek için yarışma organizasyonları, RAW dosyalarını talep etme gibi çözümler üretmektedir. Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu (TFSF), Fédération Internationale de l’Art Photographique (FIAP), The Photographic Society of America (PSA) gibi uluslararası federasyon ve kuruluşlar, adil ve şeffaf bir süreç sağlamak amacıyla standart kurallar uygulamakta ve fotoğraf sanatının gelişimine katkı sağlamayı hedeflemektedir. Teknolojik gelişmeler, jüri üyelerinin değerlendirme süreçlerinde yeni etik standartlar ve kurallar geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Sonuç olarak, fotoğraf sanatında teknolojinin etkileriyle birlikte, özgünlük ve gerçeklik kavramlarının tartışılması gerektiği ve bu tartışmanın fotoğraf yarışmalarının geleceği için önemli olduğu vurgulanmaktadır. Bu evrim sürecinde, teknolojinin sunduğu olanakların sanatsal ifadeye nasıl yansıtılacağı, estetik ile etik arasındaki dengeyi koruma çabaları, fotoğraf sanatının önündeki büyük zorluklardan biri olarak karşımıza çıkacaktır.

ANAHTAR KELİMELER

Fotoğraf Yarışması, Jüri, Teknoloji, Fotoğraf, Manipülasyon

Uluslararası fotoğraf yarışmalarında, TFSF, FIAP, PSA gibi çeşitli kuruluşlar tarafından patronaj numarası (onay numarası) verilen yarışmaların başlangıcından günümüze kadar olan kısmında pek çok şeyin değiştiği gözlemleniyor. Kuşkusuz bu değişimlerin başında teknolojik gelişmeler gelmektedir. 2000’li yılların başından itibaren hızla ilerleyen teknoloji, fotoğraf yarışmalarına katılım süreci daha kolay ve hızlı hale getirmiştir. Bu durum, beraberinde getirdiği olumlu ve olumsuz etkiler ile her geçen gün farklı boyutlarda karşımıza çıkmaktadır. Katılımcı sayılarındaki artışlar ve dünyanın dört bir yanındaki fotoğrafçıların eserlerini paylaşma fırsatları her geçen gün artmaktadır. Diğer taraftan ise gelişen dijital manipülasyon teknikleri ile gerçekliğin sınırları zorlanmış ve bu durum fotoğraf yarışmalarda da boy göstermeye başlamıştır. Gelişen bu durumlar, fotoğrafın gerçekliğini ve özgünlüğünü tartışmaya açarak, fotoğrafın belgesel niteliğini ve inandırıcılığını sorgulamamıza neden olmuştur.

Günümüzde fotoğrafçılık, sadece anı yakalamaktan çok daha öteye geçmiş durumdadır. Artık fotoğrafçılar, çeşitli dijital araçlar ve yenilikçi medyumlar kullanarak hayal güçlerini ve yaratıcılıklarını sınırsızca ifade edebilmektedir. Bu gelişmeler, fotoğraf sanatının geleneksel tanımını yeniden düşünmemizi zorunlu kılarken, artırılmış gerçeklik teknolojileri, interaktif enstalasyonlar ve yapay zekâ destekli görüntü üretimi gibi yenilikçi yaklaşımlar, fotoğrafın ne olduğu ve ne olabileceği konusundaki algımızı sürekli olarak zorlamaktadır. Fotoğrafçılar artık sadece kamera arkasında değil, post-prodüksiyon aşamasında da yaratıcı sürecin aktif bir parçası haline gelmiştir. Bu durum, fotoğrafın gerçekliği yansıtma rolünü sorgulatırken, aynı zamanda onu bir ifade aracı olarak daha da güçlendirmektedir.
Aşağıdaki Görseller Yapay Zekâ ile oluşturulmuştur.

Bu teknolojik gelişmeler ve sanatsal ifade alanındaki genişleme, fotoğrafın özünde var olan belgesel ve gerçeklik boyutunu yeniden değerlendirmemizi beraberinde getirmektedir. Fotoğraf, gazetecilik, bilim ve tarih alanlarında gerçeği kaydetme ve belgeleme aracı olarak önemli bir rol oynarken, bu işlevi ile hala büyük bir önem taşımaktadır. Ancak, dijital çağda gerçeklik kavramı daha karmaşık bir hal almıştır. Bir yandan, yüksek çözünürlüklü kameralar ve gelişmiş optik teknolojiler sayesinde gerçek daha net ve ayrıntılı bir şekilde belgelenebiliyorken diğer yandan, dijital manipülasyon teknikleri ile görüntülerin güvenilirliği sorgulanmaktadır.

Jüri üyeleri, teknolojinin fotoğraf sanatı üzerindeki etkilerini yakından takip etmeli ve bu değişimlerin yarışma sürecine yansımalarıyla başa çıkmaya çalışmaktadır. Dijital manipülasyon tekniklerinin yaygınlaşmasıyla birlikte, fotoğrafların gerçekliğini ve özgünlüğünü değerlendirmek giderek zorlaşmaktadır. Bu durum, jüri değerlendirme sürecinde ciddi zaman kayıplarına ve dijital manipülasyonun sunduğu sınırsız olanaklar ile de bir eserin gerçekliğini ve özgünlüğünü belirlemeyi oldukça güçleştirmiştir. Bir fotoğrafın fotoğrafçı tarafından mı çekildiği yoksa manipülasyon veya yapay zekâ ürünü mü olduğunu ayırt etmek, fotoğrafın teknik açıdan incelenmesi, manipülasyon içerip içermediğinin tespit edilmesi ve yarışma kurallarına uygunluğunun değerlendirilmesi, jüri üyelerinin üzerinde titizlikle durması gereken konular haline gelmiştir. Fotoğrafların sanatsal ve estetik değerini değerlendirmenin yanı sıra, teknik bir incelemeyi de zorunlu kılması ve yarışmalarda katılımcıların eserlerini adil bir şekilde değerlendirme çabaları, jüri üyelerinin daha fazla zaman ve enerji harcamasına neden olmaktadır.

Yarışma organizasyoncuları da bu sorunların farkında olup, çeşitli çözümler üretmeye çalışsalar da genel olarak yüksek katılım oranını ve katılan fotoğraf sayısını korumaya çalışmaktadırlar. Bu bağlamda, fotoğraf yarışmalarında ve genel olarak fotoğraf sanatında, gerçekliğin temsili konusunda yeni etik standartlar ve kurallar geliştirilmesi zorunlu hale gelmiştir. Belirli kategorilerde, fotoğrafın aslına sadık kalma prensibi sabit kalırken, bazı yarışmalar, fotoğrafların orijinal JPEG veya RAW dosyalarını talep ederek, fotoğraf sahibinin doğruluğu ile yapılan düzenlemelerin boyutunu kontrol etme yoluna gitmektedir.

Fotoğraf Yarışmalarında Etik ve Sorumluluklar

Bu gelişmeler ışığında, fotoğrafın sonuçlarının sorumluluğu, tüm yönleriyle fotoğrafçıya aittir. Bu sorumluluk bilinci, fotoğrafçının etik ilkelere bağlı kalmasını gerektirirken, bu etik boyutu fotoğraf sanatının önemli bir parçası olarak kabul edilmektedir. Ne yazık ki fotoğraf yarışmalarında etik sorunlar ve sahte fotoğraflar giderek daha büyük bir endişe kaynağı haline gelmektedir. Katılımcıların bazıları, ödül kazanma veya tanınma arzusuyla etik sınırları aşan uygulamalara başvurmaktadır. Bu sorunlu uygulamalar arasında renk değiştirme, fotoğrafın orijinal halinde olmayan öğeler ekleme veya var olan öğeleri silme, başkasının fotoğrafını kullanma, birden fazla fotoğrafı birleştirme vb. tekniklerin kullanımı yer almaktadır. Bu tür uygulamalar, yarışmaların bütünlüğünü ve güvenilirliğini tehdit etmekte ve yarışma organizatörleri ve jüri üyeleri içinde zaman kaybına yol açmaktadır.
Örnek görseller aşağıda yer almaktadır.

D1 ve D2 görüntüler, bir fotoğrafçının görüntülerini kendi görüntüsüymüş gibi yarışmalara, sergilere ve benzeri organizasyonlara sunan sahte katılımcılara örnektir.

Jüri Üyelerinin Rolü ve Hakları

Jüriler, fotoğraf sanatının farklı alanlarında uzmanlaşmış, deneyimli ve alanlarında saygın bir konuma sahip olmuş kişiler olması beklenmektedir. Yarışma organizasyonları, jüri üyelerini belirlerken bu nitelikleri göz önünde bulundurarak, adil ve objektif bir değerlendirme süreci yürütmeyi hedeflemektedir. Ancak, jüri üyelerinin emeklerinin karşılığı konusunda farklı uygulamalar söz konusudur. Jüriler, bu görevlerini yerine getirirken, bu sorumluluk karşılığında, (Türkiye’de jüri üyeliğinin “huzur hakkı” adı altında maddi bir karşılığı vardır) bazı yarışma organizasyonları tarafından jüri üyelerine bir sonraki yarışmaya ücretsiz katılım hakkı veya turlu (circuit) yarışma salonlarında kendi değerlendirme salonları dışındaki salonlara katılma imkânı sunmaktadır. Bu tür uygulamalar, jüri üyelerinin emeklerinin bir nebze de olsa takdir edilmesi açısından olumlu olsa da yeterli olmayabilir. Ayrıca, PSA ve benzer kuruluşlar, jüri değerlendirmesi yapan kişilere, unvan başvurusu sırasında kullanabilecekleri sınırlı kredi puanları vererek desteklemektedirler. Öte yandan, bazı yarışma organizasyonları jüri üyelerinin emeğini görmezden gelerek ne maddi bir karşılık ne de katkılarını onurlandıracak basit bir sertifika sunmaktadır. Jüri üyelerinin emeğinin karşılıksız bırakılması, motivasyon kaybına ve nitelikli jüri bulma zorluğuna, değerlendirme süreçlerinde adaletsizlik riskini artırma, yarışmaların prestijini ve ciddiyetini de zedeleyebilir ve jüri bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Bu sorunların önüne geçmek için en azından bir teşekkür belgesi sunulması önemlidir.

Standart Kurallar ve Etik İlkeler

Bu süreçte, fotoğraf sanatının evrensel dilini destekleyen TFSF, FIAP, PSA ve benzeri uluslararası federasyon ve kuruluşlarlar, onayladıkları yarışmalarda adil ve şeffaf bir süreç sağlamak amacıyla bir dizi standart kurallar (zaman içerisinde güncellenen) uygulamaktadır. Bu kurallar, jüri üyeleri değerlendirme kriterleri, değerlendirme süreci, etik kurallar, verilecek ödüller ile katılımcıların haklarını korumayı amaçlamaktadır. Böylece, yarışmaların uluslararası standartlara uygun şekilde gerçekleştirilmesi ve fotoğraf sanatının gelişimine katkı sağlanması hedeflenmektedir. Bu standart kurallar, fotoğraf dünyasının önde gelen uzmanları tarafından titizlikle oluşturulmuş, teknolojinin hızla ilerlemesi ve fotoğraf tekniklerinin çeşitlenmesi ile dinamik bir şekilde güncellenerek, güncel ihtiyaçlara cevap vererek fotoğraf yarışmaları çerçevesinde bir denge unsuru olarak işlev görmektedir. Bu güncellemeler, yarışma sürecinin her aşamasını kapsayacak şekilde tasarlanmış, katılımcıların eşit şartlarda değerlendirilmesinden, jüri seçim kriterleri kılavuzu oluşumuna, fotoğrafların teknik özelliklerinden, etik kurallara uygunluğuna kadar geniş bir yelpazede standartlar belirlenmiştir.

Örnek olarak, Uluslararası Fotoğraf Sanatı Federasyonu (FIAP) ve Amerika Fotoğraf Topluluğu (PSA)’nın linkleri aşağıda incelenebilir:

FIAP: https://tfsf.org.tr/writable/uploads/fiap-psa-gpu/fiap/INFO_172_2020_T_V25Jan2021.pdf
FIAP Sanctions For Breaching FIAP Regulations and “Red List”: https://www.fiap.net/upload/files/1523006965-0c636.pdf.

PSA Bölüm Tanımları: https://psa-photo.org/page/division-definitions
PSA Etik Politikalar ve Uygulamalar: https://psa-photo.org/page/ethical-practices?&hhsearchterms=%22ethical+policies+and+practices%22.
PSA Sergi Katılımcı Sözleşmesi: https://cdn.ymaws.com/psa-photo.org/resource/resmgr/pdf/exhibitions_/exhibition-entrants-agreemen.pdf

Bu sayede, dünyanın farklı köşelerinden katılan fotoğrafçılar için ortak bir zemin oluşturulmuş ve yarışmaların güvenilirliği artırılmıştır. Uluslararası federasyon ve topluluklar tarafından belirlenen kurallar, yalnızca yarışma sürecini değil, fotoğraf sanatının genel etik ilkelerini de kapsamaktadır. Bu kurallar, dijital manipülasyon sınırları, telif hakları, doğa fotoğrafçılığında hayvanların doğal alanlarına saygı gösterme, foto muhabirliği ve seyahat gibi konularda net yönergeler sunmaktadır. Bu kapsamlı yaklaşım, fotoğraf sanatının bütünlüğünü korurken, aynı zamanda yenilikçi yaklaşımlara da alan açmaktadır.

Teknolojinin hızlı gelişimi, fotoğraf yarışmalarını kaçınılmaz bir evrim sürecine sokmuştur. Bu süreçte jüri üyeleri, fotoğrafların gerçekliğini sorgulamak gibi giderek karmaşıklaşan ve yorucu bir görevle karşı karşıya kalmaktadır. Değerlendirmeye sunulan fotoğraflar, kimi zaman jüriyi bilinçli olarak yanıltmaya yönelik manipülasyonlar içerirken, bazen de fotoğrafçının farkında olmadan yaptığı düzenlemeler veya yarışma şartnamesini dikkatlice okumamış olmasından kaynaklanan sorunları barındırmaktadır.
Bu durum, jüri üyelerinin motivasyonunu ve konsantrasyonunu ciddi şekilde etkilemektedir. Artık sadece fotoğrafın estetik ve teknik yönlerini değerlendirmekle kalmayıp, aynı zamanda etik sınırlar içinde kalıp kalmadığını da titizlikle incelemek zorunda kalmıştır. Tüm bu faktörler fotoğraf yarışmalarındaki değerlendirme süreçlerini giderek daha karmaşık hale getirmektedir. Bu dönüşüm, yarışmaların doğasını değiştirirken, jüri üyelerinin rolünü de yeniden şekillendirmektedir.

Sonuç

Teknolojinin hızlı gelişimi fotoğraf yarışmalarını evrimleştirmiş ve jüri üyeleri için değerlendirme süreçlerini giderek karmaşık ve yorucu bir hale getirmiştir. Fotoğrafların estetik ve teknik yönlerini değerlendirmekle kalmayıp, aynı zamanda etik standartlara uygunluğunu da titizlikle incelemek, jüri üyelerini dijital dedektiflere dönüştürmüştür. Bu dönüşüm, yarışmaların doğasını ve jüri üyelerinin rolünü yeniden şekillendirirken, fotoğraf sanatı ve yarışmalarının geleceğine dair önemli ipuçları sunmaktadır. Belki de yakın bir gelecekte yapay zekâ destekli sistemler, jüri üyelerine yardımcı olacak veya tamamen yeni değerlendirme kriterleri ve kategoriler ortaya çıkacaktır. Her durumda, fotoğraf sanatı ve yarışmaları, teknolojinin sunmuş olduğu olanaklarla evrilmeye devam ettikçe, estetik ve etik arasındaki dengeyi koruma çabası sektörün en büyük zorluklarından biri olmaya devam edecektir.

KAYNAKÇA

Bu makalede yer alan tüm görseller, Bekir Yeşiltaş tarafından üretilmiştir ve tüm hakları ona aittir.


Bekir YEŞİLTAŞ | International Photography Competitions Jury Evaluations: Searching for Truth in Participating Works

ABSTRACT

This paper examines the changes in jury evaluations of international photography competitions and the effects of technology on this process. It observes how technological developments since the early 2000’s have facilitated the process of participating in photography competitions and how the proliferation of digital manipulation techniques has questioned the originality of photography.

Today, photographers are able to express their imagination using innovative mediums such as digital tools and artificial intelligence-assisted image production. However, this situation requires a re-evaluation of the documentary and reality dimension of photography. In order to determine the authenticity and authenticity of photographs, competition organizations produce solutions such as requesting RAW files. International federations and organizations such as the Photographic Arts Federation of Türkiye (TFSF), Fédération Internationale de l'Art Photographique (FIAP), and The Photographic Society of America (PSA) apply standard rules to ensure a fair and transparent process and aim to contribute to the development of the art of photography. Technological developments necessitate the development of new ethical standards and rules in the evaluation processes of jury members.

In conclusion, it is emphasized that with the effects of technology in the art of photography, the concepts of authenticity and reality should be discussed, and that this discussion is important for the future of photography competitions. In this evolutionary process, how the possibilities offered by technology will be reflected in artistic expression and the efforts to maintain the balance between aesthetics and ethics will be one of the great challenges facing the art of photography.

KEYWORDS

Photography Competition, Jury, Technology, Photography, Manipulation

Mikrofotoğrafçı, Sitoteknolog / Microphotographer, Cytotechnologist
TÜRKİYE
irmaksoldamli@gmail.com

ÖZGEÇMİŞ

1970 Ankara doğumlu olan Irmak Soldamlı, Hacettepe Ünv., Sağlık Hizmetleri Y.O Tıbbi Laboratuvar, İstanbul Ünv., Sağlık Bilimleri Fakültesi ve Anadolu Ünv., Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümleri’nden mezun oldu. Hacettepe Ünv., Patoloji A.D Sitoloji Ünitesi’nde 32 yıl, Koç Ünv., Hastanesi Patoloji A.D da 1 yıl, Avrupa Sitoloji Dernekleri Federasyonu (EFCS) onaylı sitoteknolog ve eğitmen olarak görevlerde bulunduktan sonra, emekli oldu. Bahçe işleri, tarım, çiçek yetiştirme, kendini geliştirme, fotoğrafçılık, ev dekorasyonu gibi hobilerinin yanı sıra, evinde kurduğu laboratuvarında halen sanatsal amaçlı fotomikrografi çalışmalarına ve fotoğraf eğitmenliğine devam etmekte. Fotomikrografi konusunda deneyimlerini çeşitli dergilerde röportaj, fotoğraf etkinlikleri, blog yazıları vb iletişim araçları aracılığı ile paylaşmaya devam ediyor. Halen Anadolu Ünv. Görsel İletişim Tasarımı öğrencisi.

Fotoğraf alanında etkinlikler
• Algı Fotoğraf Projesi yürütücülüğü (Doğadan Mikro' ya Yaşam Eşleştirmeleri) 2009;
• Kadınca Bakış (Çalışma Grubu) proje yürütücülüğü (AFSAD) 2010
• Kontrast Dergisi (AFSAD) yayım kurulu üyeliği (AFSAD)
• Yakın Plan ve Doğa Fotoğrafçılığı, Pinhole yardımcı eğitmenlikleri (AFSAD)
• FİAP Doğa Bienali Türkiye takımı 2016 (AFSAD)
• PathArt (Patoloji Dernekleri Fed.) UluslararasıFotomikrografi yarışması juri üyeliği ve sergi küratörlüğü 2017
• Clemson Üniversitesi Hooked Mikroskopi Yarışması 1.lik ödülü (https://www.clemson.edu/centers-institutes/light-imaging/contest/2018-winners.html)
• İFOD Uluslararası Fotoğraf günleri davetli sanatçı 2018
• ‘Fotomikrografi’ Retro Basım Yayın ISBN-13 : ‎ 978-6056811203- 2018
• PathArt (Patoloji Dernekleri Fed.) Uluslararası Fotomikrografi yarışması juri üyeliği ve sergi küratörlüğü 2019
• Bursa Fotofest Katılımları (sergi ve gösteri) 2019-2020-2021
• Adafod sunum ve söyleşi (https://www.youtube.com/watch?v=aPOfQZsoi40) 2022
• Doğada Farkındalık Atolyesi Eğitmenliği (AFSAD)2024
• Ulusal ve uluslararası sergi katılımları

IRMAK SOLDAMLI | Gerçeklik, Sanat ve Algıda Seçicilik Bağlamında Fotomikrografi ve Makro Fotografi

ÖZET

Fotomikrografi ve makrofotografi, insan gözünün algılayamayacağı detayları ortaya çıkararak, nesnel gerçeklik ile soyut sanat arasındaki sınırları bulanıklaştıran tekniklerdir. Bu teknikler yalnızca doğada veya yapay ortamlarda bulunan formların görsel ifade edilmesini sağlamakla kalmaz aynı zamanda sanatın doğayı algılama biçimini de genişletir ve fotoğrafın doğası üzerine derinlemesine düşünmeyi tetikleyen önemli araçlardır.
Fotomikrografi, bilimsel amaçlarla da kullanılan çıplak gözle görülmesi mümkün olmayan detayları deneyimlemeyi ifade ederken, makro fotoğrafçılık, küçük nesneleri büyüterek dikkat çekici hale getiren, algıda seçicilik gerektiren deneyimleri ifade eder. Bu bildiride, fotomikrografi ve makro fotoğrafın sanat, gerçeklik ve algıda seçicilik bağlamında nasıl ele alınabileceği incelenecektir.

ANAHTAR KELİMELER

Fotomikrografi, Makrofotografi, Makro Fotoğrafçılık, Sanat, Gerçeklik

Giriş

Fotomikrografi ve makrofotografi, gözle görülemeyecek kadar küçük veya ince detayları, belirli bir büyütme ile görünür hale getirir ve fotoğrafın "gerçeklik" rolüne ilişkin tartışmalara katkıda bulunur. Fotomikrografi, organizmaların hücresel yapılarından veya kristallerin geometrik dizilimlerine kadar doğadaki gizli detayları açığa çıkarır. Makrofotografi ise, objelerin çok yakın çekimleriyle yüzeydeki desenleri ve dokuları inceleyerek, bu unsurların algısal sınırlarını genişletir. Özellikle doğa fotoğrafçılığında, bir kelebek kanadının dokusu veya bir su damlasının içindeki kırınım gibi unsurlar, insan gözünün fark edemeyeceği detayları sanatın bir parçası haline getirir. Bu teknik, doğanın sunduğu ince güzellikleri görünür kılarak, gerçekliğe olan bakış açımızı değiştirir (Smith, 2018).

Bu iki teknik, aynı zamanda fotoğrafın geleneksel anlamda gerçekliği yansıtmaktan öteye geçebileceğini gösterir. İnsan gözünün fark edemediği boyutlar, bu tür fotoğraflarla izleyicilere aktarılır, dolayısıyla fotoğrafın gerçeklik ve temsil ilişkisi sorgulanmaya başlanır. Görülemeyen detayların dışavurumu olarak fotoğrafı, mekan ve zamanın ötesinde bir anlam taşıyan bir araç olarak konumlandırır.

Fotomikrografi ve makro fotoğrafta kullanılan kontrast teknikleri, renklendirme ve görüntü işleme yöntemleri, doğrudan gerçeği yansıtmayabilir. Dolayısıyla, elde edilen görüntüler, bir manipülasyon sürecinden geçerek farklı bir anlam kazanır (Frankel & Whitesides, 2009). Bu durum, bu tekniklerin gerçekliği olduğu gibi yansıtmak yerine, onu yorumlayan bir görsel dil sunduğunu göstermektedir.

Bu bağlamda, hem fotomikrografi hem de makro fotoğrafçılık, nesnel gerçeklikten yola çıkar ve onu farklı bir perspektiften yorumlayarak yeniden biçimlendirir. Yüksek büyütme oranları ve özel optik teknikler sayesinde, nesnelerin doğal halinden koparılarak yeni ve farklı imgeler yaratılırken izleyiciyi gerçekliği sorgulatan bir sürece yönlendirir.

Sonuç

Fotomikrografi ve makrofotografi, fotoğrafik gerçekliği soyut sanata ve deneysel sanat anlayışına taşıyan önemli araçlar olabilir. Fotoğrafın gerçekliği temsil etme kapasitesini, soyutlamaya ve farklı anlam katmanlarına dönüştürme gücüne sahiptir. Gerçeklik ve soyut sanatın kesişiminde, hem teknik hem de estetik bir yenilik sunar. Bu iki teknik, fotoğrafın sadece bir kayıt aracı olmanın ötesine geçerek, görsel algının sınırlarını zorlar ve izleyiciye gerçeklik ve düş arasında yeni bir anlam dünyası açar. Gerçeklik ve soyutlama arasındaki bu geçiş, sanatın farklı disiplinleriyle olan etkileşimini de güçlendirir.

Fotomikrografi ve makro fotoğrafçılık, sıradan nesneleri olağanüstü görsel estetik ile ön plana çıkarırken bilimsel sanatın gerçekliği; algıda seçiciliğe, sanat eserlerine ve sanatçılara önemli etkileri olmuştur. Sanatçıları sonsuzluk ve bilinmezlik kavramları üzerine düşünmeye teşvik ederken, izleyicisine somuttan soyuta zengin görsel perspektif olanağı sunar. Bu özellikleri ile insanın evrene bakışını yeniden şekillendiren önemli bir araç olmaya devam etmektedir ve gelecekte, bilim ve sanat arasındaki etkileşim arttıkça, mikro ve makro dünyaların sanata etkisi daha da derinleşecektir.

KAYNAKÇA

  • Bradley, J. (2021); Microscopic Visions: The Art and Science of Microphotography. Cambridge University Press.
  • Frankel, F., Whitesides, G. M. (2009); No Small Matter: Science on the Nanoscale. Harvard University Press.
  • Henderson, J. (2017); Art in the Invisible: Aesthetics of Microscopy. Oxford University Press.
  • Jones, R. (2020); Macro Photography: The Hidden World of Detail. National Geographic.
  • Smith, T. (2018); Close-Up Nature: Exploring the Beauty of Macro Photography. Aperture.
  • Keller, P. (2019).; Understanding Magnification in Photography: From Macro to Micro. Princeton University Press.

IRMAK SOLDAMLI | Photomicrography and Macro Photography in the Context of Reality, Art, and Selectivity in Perception

ABSTRACT

Photomicrography and macro photography are techniques that reveal details beyond the capability of the human eye, blurring the boundaries between objective reality and abstract art. These techniques not only allow for the visual expression of forms found in nature or artificial environments, but also expand the way art perceives nature. They are important tools that provoke deeper reflection on the nature of photography itself.
Photomicrography refers to the experience of details that cannot be seen with the naked eye and is also used for scientific purposes, while macrophotography refers to the experience of magnifying small objects and making them remarkable, which requires selectivity of perception. This paper explores how photomicrography and macrophotography can be approached in the context of art, reality, and selectivity in perception.

KEYWORDS

Photomicrography, Macrophotography, Macro Photography, Art, Reality

BIOGRAPHY

Born in Ankara in 1970, Irmak Soldamlı graduated from Hacettepe Unv. Health Services Y.O. Medical Laboratory, Istanbul Unv. Faculty of Health Sciences and Anadolu Unv. Photography and Videography Departments. She worked for 32 years in the Cytology Unit of the Department of Pathology at Hacettepe University and for 1 year in the Department of Pathology at Koç University Hospital. She also served as a cytotechnologist and trainer certified by the European Federation of Cytology Societies (EFCS) before retiring.
In addition to her hobbies, which include gardening, agriculture, flower cultivation, personal development, photography, and home decoration, she continues to pursue artistic photomicrography in the laboratory she established at home. She also works as a photography instructor. She shares her expertise in photomicrography through interviews, photography events, blog posts, and various communication platforms. Currently, she is a student in the Visual Communication Design program at Anadolu University.

Photography Activities
• Project Coordinator of the "Perception Photography Project – Life Matches from Nature to Micro" (2009)
• Project Coordinator of "A Feminine Perspective" (AFSAD, 2010)
• Editorial Board Member of Kontrast Magazine (AFSAD)
• Assistant Instructor for Close-Up and Nature Photography, as well as Pinhole Photography (AFSAD)
• Member of the Turkish team at the FIAP Nature Biennial (AFSAD, 2016)
• Jury Member and Exhibition Curator for the PathArt International Photomicrography Competition (Pathology Societies Federation, 2017)
• 1st Place Award in the Clemson University Hooked on Microscopy Contest (2018)
• Clemson University Contest Winners
• Guest Artist at IFOD International Photography Days (2018)
• Author of "Photomicrography", Retro Basım Yayın, ISBN-13: 978-6056811203 (2018)
• Jury Member and Exhibition Curator for the PathArt International Photomicrography Competition (2019)
• Participant in Bursa Fotofest Exhibitions and Presentations (2019-2020-2021)
• Presentation and Talk at Adafod (YouTube Link, 2022)
• Instructor for the Nature Awareness Workshop (AFSAD, 2024)
• Participation in various national and international exhibitions.

Sanatçı, Akademisyen, Sanat Eleştirmeni / Artist, Academician, Art Critic
TÜRKİYE
Doç. Dr., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü
harika.oskay@hbv.edu.tr

ÖZGEÇMİŞ

Sanatçı, akademisyen ve sanat eleştirmeni Esra Oskay 2005 yılında, Bilkent Üniversitesi, Güzel Sanatlar Bölümü’nde Lisansını; 2007 yılında, Sabancı Üniversitesi, Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde Yüksek Lisansını; 2014 yılında, Edinburg Üniversitesi, Çizim ve Resim Bölümü’nde Doktorasını tamamladı. 2015 Yılından bu yana çalışmalarına Ankara’da devam ediyor. Oskay son dönemde, görünürlüğün asimetrisi, bir eşitlik vaadi olarak erişilebilirlik ve şeffaflık iddialarını inceliyor; görünür ve söylenebilir olanın sınırlarını araştıran, alternatif belgeleme araçlarına odaklanıyor. Bu bağlamda, görünürlük söyleminin düzenleyici gücüne karşıdan bakmanın, belgelemenin ve örgütlenmenin yollarını araştırıyor.

Esra OSKAY | Görüntünün Suç Mahalli Doğa Kendini Nasıl Temsil Eder?

ÖZET

Bu makale, düşünme biçimimizi şekillendiren optik metaforları ele alarak, görüntü ve bilgi arasındaki ilişkiyi Susan Schuppli'nin materyal tanıklık prensibine dayanan "Doğa Kendini Temsil Ediyor" başlıklı çalışmasına odaklanarak inceleniyor. Schuppli, Deepwater Horizon felaketi üzerinden, yeni görüntüleme ve belgeleme yöntemlerini sorgulayarak, doğanın kendini temsil etme biçimlerini ve görüntülerin politik etkilerini irdeliyor. Eyal Weizman’ın adli estetik yaklaşımıyla birlikte, görüntünün sadece bir yansıma değil, maddi dünyanın bir kanıtı olarak nasıl ele alınabileceği araştırılıyor. Makalede, görsel hakikat anlayışının, belgeler ve materyal kanıtlarla nasıl dönüşebileceği ve bu yeni epistemolojik çerçevenin, sanat ve belgesel pratiği açısından nasıl bir değişim sunduğu tartışılıyor.

ANAHTAR KELİMELER

Materyal Tanıklık, Reflektif Görüntü, Adli Estetik

Giriş

Düşünme biçimimizi tasvir eden metaforların optiğin fiziksel süreçleriyle ilişkilendirilmesi dünyayla ve dünyanın gerçeğiyle kurduğumuz ilişkide imajların, görüntülerin ağırlığını kanıtlar (Pallasma,1996; Haraway, 2020; Barad, 2007). Karen Barad, “görme ve optik metaforların bilgi üzerine konuşma ve onu teorize etmemizin uzun bir tarihi” olduğunun altını çizer (2007: 28). Ancak bu metaforlar sıklıkla yansıma, aynalama ve dünyayı firesiz bir görselde taklit edebilme inancına dayanan mimetik bir mantığa yaslanır. Oysa görmenin fiziksel süreçlerinin tek bir çizgisel akışı tek bir doğru açıklaması yoktur şüphesiz. Görme ve dünyayı bilmenin metaforları, aslında, tercih edilen özne metafiziğinin ipuçlarını verir bize (Barad, 2007). Görüntüler ve imgelerle kurduğumuz ilişkiler kültürlerin düşünme biçimlerine dair ipuçları verir bize (Belting, 2011).

Donna Haraway, Batı metafiziğinde, düşüncenin temel metaforunun optiğin reflection/yansıma prensibine dayandığını yani dünyanın, bilme nesnesinin aynalanması prensibi üzerine kurulu olduğunu belirtir. Aynalama ve aynılık ima eden yansımanın yerine, optiğin bir başka prensibini, kırınımı, bir düşünme modeli olarak önerir. Haraway düşüncenin yansıma ve kırınım halleri hattında giderken, konu optik yasalardan toplumsal hatta hızla geçer. Zira, aynılığı üretme iddiasındaki bir düşünce ile farka, nesnesiyle karşılaşmadan doğan dalgalanmalara ve kırınımlarına odaklanan bir düşünce farklı var olma pratikleri önerir. Bir yanda aynısını görmeye çalışan, birlik, aynılık yaratma arzusunda bir algı, diğer tarafta farkı ve çokluğu öne çıkaran bir yaklaşım.

Aynalama üzerine kurulmuş bir düşünce öznenin konumunu sabit ve hakim bir yerden kurar: “refleksivite ya da refleksiyon temel, sabit bir pozisyon yanılsamasına davet çıkarır, kırınım ise bizi daha hassas bir görüş biçimine sevk eder”(1992).Karen Barad, bu yaklaşımdaki insan merkezci ve insanı hakim kılmaya niyetli kurgunun altını çizer. Objektif bir bakış açısından dünyayı aynalayabildiğini, hakikati olduğu gibi kavrayabildiğini iddia eder bu yaklaşım. Barad, görmenin oluşması için merkezi önemde olan ışığın doğasına döner bu yansıtmacı düşünceye alternatif bir önerme sunmak için.Partikül fiziğine dayanan Newtoncu bir anlayışla geometrik optik yasalarına dayanan bir düşüncede ısrar etmenin dalgalar ve partiküller arasındaki ilişkiyi açıklamakta yetersiz kaldığının ve bunun da insanı aydınlatan,(aydınlatma düşüncesine da ismini veren ışığın) yetersiz ve yanlış anlaşılmasına sebep olduğunun altını çizer. Hans Belting’in de belirttiği gibi uzun süre önce Öklidci geometriye dayanan merkezi perspektifin bilimsel geçerliliği kalkmış olsa da perspektifin doğru görüntüyü verdiği anlayışı da Batı sanatının hegemonik anlatısında hala güçlüdür örneğin. Benzer bir şekilde, görüntü manipülasyonunun filtrelerle kolayca sağlandığı ve görüntülerin iktidar kurma ve korumadaki rolüne rağmen fotoğrafın “doğanın kalemi” olduğuna dair inancın da yaygın olduğu söylenebilir.Karanlık bir odada kendini çepeçevre dünyadan soyutlamış camera obscuranın dünyanın görüntüsünü tersten de olsa bakışı bu aynalamaya bir örnektir. Dışarısı içeriye girer, aynı ama yansımış, ters yüz olmuş bir şekilde.

Öte yandan başka bir optik fenomen olan kırınım aynılığa yaslanmadan düşünmenin ve varolmanın imkanını sunar Barad’a göre. Donna Haraway’in de üstünde durduğu düşünmenin ve dünyayla ilişki kurmanın bu alternatif modeli metafiziğini aynı olanın yansıması üzerine değil farkın ve kırılmanın metaforları üzerine kurar (2020: xııv). Kökenini Rönesans’ta yerleşikleşen perspektif görüntüye kadar takip edebileceğimiz görsel hakikati yansıtmak, hakikati görünür dünyada bulmak üzere kendini tanımlamış bir anlayışı şüpheyle karşılar. Hans Belting’in Albrect Dürer’den aktardığı gibi perspektif imge bir şeyin içinden görme fikri üzerine inşa edilir (2008: 242). Bir şeyin içinden görmek, gören ve görülen arasında bir ara alan, zar, ekran olduğunu, olması gerektiğini varsayar. Her halükarda bir ekranla dünyadan ayrılan öznenin dünyayla mesafeli bir bilme biçimidir bu (Belting, 2008: 242). Narkisos’un trajedisinin de bize gösterdiği gibi görmek, antikiteden beri tehlikeli hatta ölümcül bir eylem ima eder (a.g.e). Ekran kelimesinin Türkçedeki neredeyse tekil anlamına rağmen Hans Belting’in dikkat çektiği gibi, “screen” kelimesinin çoklu anlamları görüntülerle kurduğumuz ilişkiye dair bize önemli ipuçları verir. Siper, kalkan, paravan ve perde gibi anlamları olan bu kelime bakan ve bakılan arasına güvenli bir mesafe koyar. Dünyaya bulaşmadan ona yaklaşmayı sağlar. Ama bunu yaparken de, aynada gördüğümüz görüntüde, fotoğrafta sabitlediğimiz anda olduğu gibi onu yerinden eder. Belki de günümüz sanatında materyal bir estetiğin izini süren, fotoğrafların belgesel gücünü sorgulayan, salt görünür olanla yetinmeyen çalışmalarda bu ekrandan bakışın sorgulanmasının bir başlangıç noktası olduğu bir yaklaşımdan bahsetmek mümkündür. Bu noktada sempozyumun alt başlıklarında yer verilen “belgeselin sanata sığınması ” problemini ya da potansiyelini düşünmek yerinde olacaktır. Belgesel sanata sığınır mı, sığar mı ya da görüntünün politikası üzerine yoğunlaşan yeni pratikler belgeseli sığıntısı olduğu reflektif düşünceden kurtartır mı? Bu yazıda ben ağırlığı bu son soruya vermeyi deneyeceğim. Materyal estetiğin, yeni belgeleme yöntemlerinin ağırlıkla kullanıldığı son dönem çalışmalara örnek bir vaka olarak Susan Schuppli’nin “Doğa Kendini Temsil Ediyor” çalışmasını merkeze alıp görüntülerin materyal politikası üzerine düşünmeye çalışacağım.

Materyalin Tanıklığı

Bir kemik ve bir görüntü, farklı çözünürlüklerde bir bilgi rezervi, bir “kanıt nesnesihaline gelebilir: “kristalleşmiş zaman katmanları, uzun pozlanmış bir fotoğrafta olduğu gibi, evrenle belirli bir ilişkiyi yakalar ve onu korur. Bu şekilde, bir kemiği … bir görüntü olarak anlayabiliriz” (Steyerl, 2012). Benzer bir analojiyi Adli Mimarinin kurucu isimlerinden Eyal Weizman’ın da zikrettiğini görürürüz. “Görüntü kemiktir” der Weizman ( 2013: 197). Işıkla biçimlenen fotoğrafın yüzeyiyle maruz kaldığı eylemin izlerini taşıyan madde arasında fark görmez. Bu izler yeni görüntüleme teknolojileriyle algılanabilir hale geldikçe görüntü ve kemik arasındaki fark da kapanır: “çevresi tarafından doyurulan madde de adli tıp süreci tarafından bir görüntüye, bir şeye-imgeye dönüştürülür. Kemikler, mimari detaylar, binalar, şehirler ya da büyük ölçekli toprak oluşumları, maruz kaldıkları çevresel güçleri görüntüleyebilir” (Weizman, 2013).

Thomas Keenan ve Eyal Weizman (2012), kanıt denen şeyin anlamı ve politikası üzerine düşünürken fotoğrafın bize görüntünün sınırları üzerine düşünmenin olasılıklarına dair ipuçları verirler. Sözünü ettikleri adli estetik dünyaya dokunduğu yerde dalgalanan, imgesine benzemez kırınımların kesiştiği bir sürece yaslanır. Weizman “kamusal hakikat” arayışının fotoğraf ve ürettiği ilişkiler hakkındaki anlayışımızın maddi dünyanın geri kalanını da kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğini savunur. Eğer fotoğrafın hakikatini dünyanın ışığını kavrayıp onun izini yakalayan bir süreçte buluyorsak, onun “maddenin görüntü olarak okunabilir hale gelmesini sağlayan süreçlerden” sadece biri olduğu gerçeğini de akılda tutmamız gerektiğini belirtir (2013: 198). Bu durum kendisini en net biçimde tanıklık çağından adli kanıt çağına geçişte gösterir. Tanıklığın, yani öznenin bakışının ve anlatılarının yerini materyal kanıtların aldığı, almak zorunda kaldığı, görüntüleme teknolojilerinin görünür olanın ötesini de kavrayabilmesiyle maddenin objektif bir kayıt aracı olarak algılandığı bir döneme geçişi de ifade eder. (DNA, 3D taramalar, nanoteknoloji ve biyomedikal verilerin kullanımını da). Öznenin bakışı kayıplar ve boşluklar içerir. Özellikle travma yaratan olayların, yani öznenin bütünlüğünün, bakışının ve algısının çarpıldığı anların “genellikle sessizlik, çarpıtma, kafa karışıklığı veya düpedüz hata ile” kaydedildiği düşünüldüğünde öznenin bakışının ve tanıklığının olayları kaydetmede yetersiz kaldığından kaynağını alır bu yaklaşım.

Kanıtın, belirtisel olanın materyal estetiği içinde adaleti arayan, karşi adli bir estetik/duyum türünün son dönem güncel sanat alanında karşımıza sıklıkla çıktığı görülür. Sadece tanıklığın değil, objektiflik iddiasıyla bu tanıklığın köklü bir görsel kanıtı olan fotoğrafın da otoritesinin sarsıldığı noktada materyalin tanıklığının (Schuppli, 2020) başka yöntemleri işe koştuğu söylenebilir bu anlamda. Fotoğrafın polisiye ve adli bilimlerle olan köklü ilişkisi içinden düşünüldüğünde fotoğrafın adli bir kanıt olarak kariyerinin sarsıldığı bir yerde konumlanır. Belirli bir yerde ve anda olanı başka anlara taşıyarak olan biteni belgeleyebilen fotoğrafın, her an herşeye online olarak erişimimizin olduğu, cep telefonlarından kayda geçebildiğimiz, her şeyin son derece görünür olduğu bir zamanda tanıklığının düşmüş olması da manidardır.

Zaten her şey gözlerimizin önünde oluverirken bu tanıklığın adaleti tesis etmedeki yetersizliğini imajların içine girerek gidermeye çalışır belki de bu yaklaşım. İmajların içine girer, arkasını çevirir, düzlüğünü kırar, görüntüleri adım adım yeniden kat eder. Materyal tanıklık, adli estetik ya da araştırmacı estetik isimleriyle karşımıza çıkan bu yaklaşım yeni görüntüleme ve belgeleme tekniklerini kullanarak “kamusal hakikate” ulaşmaya çalışır. Adli Mimari ekibinin yürüttüğü çalışmalarda kullandıkları yöntemlerin çokluğu bize adli bir kanıt olma yeterliliği düşen fotoğraf ve kemik arasındaki olasılıkları da gösterir.

3D modelleme, ses analizi, kartografik regresyon, veri madenciliği, saha çalışması, akışkanlar dinamiği, coğrafi konum analizi, zemin gerçeği, görüntü kompleksi, yazılım geliştirme, makine öğrenme, osint, örüntü analizi, fotogrametri, yeniden canlandırma, uzaktan algılama, gölge analizi, simülasyon, konumlanmış tanıklık, senkronizasyon, sanal gerçeklik gibi duyumun ve tanıklığın gözün bilgiye erişim ve üretmedeki egemenliğini aşan yöntemleriyle Adli Mimari’nin çalışmalarında materyal kanıtlar ve tanıklıklar bir forumda yan yana gelir. Eyal Weizman, “insanların ve nesnelerin siyasete, hukuka ve ekonomiye birlikte katıldığı bir müzakere ve hakikat bulma alanı” olarak “forum” kelimesiyle “forensic” kelimesi arasındaki ilgi çekici akrabalığın izini sürer (2007, 63). Dolayısıyla, bu materyal estetik içinde FA, insan ve insan olmayan aktörlerin hakikati tesis etmek için eşit bir failliğe sahip olduğu forumlar kurma olasılığını bulur. İnsanı anlamın merkezine koyan, tarafsız bir kanıt olarak yansıtan “analog görüntü” (Belting, 2011) fikrinden uzaklaşır.

Doğanın Kalemi Olarak Fotoğraftan, Kendini Temsil Eden Doğaya

Adli Mimari ekibinde de yer alan Susan Schuppli “Doğa Kendini Temsil Eder” çalışmasında analog bir görüntüde dünyanın bilgisini yakalama iddiasını bugünün teknolojileri ve görüntü politikası içerisinde nasıl işlediğini gösterir. Bir başka deyişle, doğanın kalemi olan, dolayısıyla aslında doğanın kendisini aracısız bir şekilde yansıtma iddiasındaki Henry Fox Talbot’un fotoğraf tanımını aklıda tutarak doğanın kendini temsil etmesinin ne demek olduğunu yeniden sordurur bize.

Bu çalışmada Schuppli Deepwater Horizon’daki petrol sızıntısından kaynaklanan doğa felaketinin görüntülerinden yola çıkar. Çalışmanın odak noktası farklı görüntüleme yöntemleriyle felaketin boyutlarının görüntülenme, gösterilme ve kontrol edilme çabasıdır. Schuppli, analog görüntünün objektif reflektivite iddiasını bir kenara bırakıp görüntünün gözden kaçan işlevlerine işaret eder. Üç farklı görüntüleme biçimi kullanır burada Schuppli. Okyanustaki film tabakasının hareketini ve yayılışını simüle eden bir video “operasyonel görüntü” (Farocki) mantığına yaslanıp makinenin filtresinden olayı canlandırır. Bu videonun yanı sıra sızıntıyı gösteren ve kazanın ilk zamanlarında internetten online olarak izlenebilen düşük çözünürlüklü ve bulanık video kayıtları, çerçevesi fotoğrafın dört köşesinin kadrajınıbozan fotoğrafik baskılar ve felaketin ardından BP’ye açılan davanın gerekçesini seslendiren bir ses eşlik eder.

Simülatif Operasyonel Görüntü

Deepwater Horizon’daki kazanın okyanus yüzeyinde bıraktığı petrol filmi tabakasını farklı açılardan gösteren ilk video kaza anında kaydedilmiş belirtisel bir görüntü değil, eldeki verilerden yola çıkılarak inşa edilmiş bir simülasyon videosudur. Bir kez modellendikten sonra sanal kamera açılarının istenilen noktalardan okyanusa bakmasını sağlayan bu operasyonel görüntü kazayı insan gözünün görmesinin mümkün olmadığı noktalardan gösterir. Okyanusun içinden suyun yüzeyini ve hemen altındaki tabakayı görürüz. Ardından okyanusu tepeden kuşbakışı görürüz. Yüzeydeki petrol filmi dalgalanarak ve mesafelenerek gösterilir. Felaketin okyanusta bıraktığı hasarın, yüzeydeki “filmin”, görüntünün “slick/kayganlığının” kamera görüntüsüne dair terminolojiyle paralelliği dikkate değerdir.
Makinenin ürettiği bu görüntüler kaza anında çekilen belgesel görüntüler değil, eldeki verilerden yola çıkılarak oluşturulmuş, kazayı anlamaya dair yeniden inşa edilmiş veri görselleştirmeleridir. Bu simulasyon videosu belgelenememiş olanı, tanıklığımızdan kaçanı telafi eder bir anlamda.

Kazanın ilk zamanlarında kuleyi saran alevlerin, okyanusu saran film tabakasının çarpıcı görüntülerinin haber kanallarında sıklıkla karşımıza çıktığını ama sonrasında bu göz alıcı görüntülerin sönmesiyle sanki felaketin de artık yok sayılmaya başlandığının altını çizer Schuppli. Görüp sabitleyemediğimiz, gözümüzün önünde olmayan, yok hükmünde sayılır: “Felaket nesnesi aşağıdaki karanlık derinliklerde gözden kaybolduğunda, görüntü oluşturma kapasiteleri ve görüntü yakalama biçimleri çeşitli teknik medya ve dağıtım platformlarına dönüşmeye başladı”(Schuppli, t.y.). Şiddetini yavaş yavaş gösteren doğa suçlarının peşine düşülmesinin önünde bu büyüleyici felaket estetiğinin görüntüleri bir engel oluşturur (Nixon’dan aktaran Schuppli, t.y.). Bu nedenle Schuppli çalışmasında Deepwater Horizon felaketinin farklı görüntüleme teknolojileriyle gösterilme çabasına, felaketin görüntülerini yakalama ve takip etme biçimlerine odaklanır. Simüle edilmiş okyanus görüntüsüne, gerçek zamanlı deniz altı kameralarının görüntüleri ve konvansiyonel çerçevenin dört kenarını ihlal eden çok köşeli, sınır bozan fotoğrafik baskılar eşlik eder. Simülasyonun yüksek çözünürlüğü, okyanus sularına karışan petrolün derinlerdeki bulanık görüntüsü ve fotoğrafın hareketsiz yüzeydeki baskısı farklı çözünürlükler, netlikler, dokular ve mesafelerle felaketi gösterir.

Susan Schuppli. Doğa Kendini Temsil Eder. Yerleştirme görünümü. Sculpture Center komisyonu, New York, 2018

Bu görüntüleme biçimleri hakikati belirleyerek iktidarı kurmada görüntülerin rolüne de işaret eder. Kazanın ana sorumlusu BP şirketi durumun kontrol altında olduğunu göstermek için yüksek çözünürlüklü görüntülere olan güvenimizden faydalanmayı dener ve okyanus altındaki sızıntıya bakan kontrol memurlarıyla kurgulanmış bir fotoğraf servis eder basına (2010). “Orijinal fotoğrafta video akışlarından üçü kapalıyken, görüntünün yeni versiyonunda tüm video akışları tam olarak çalışmaktadır ve bu da günün her saati kapsamlı bir görüntü alındığını göstermektedir” (Schuppli, t.y.).

Susan Schuppli, “Kaygan Görüntüler” (2018), HIVE/BP Komuta Merkezi'ndeki kriz gözleminin değiştirilmiş basın görüntüleri, Houston, 16 Temmuz 2010.

Bir kontrol, gözlem ve gözetleme aracı olarak görüntüler bugünün görüntü en ekonomisinin en belirgin işlevleridir bugün. Bunun alternatifi, doğanın kendini adaletin bir öznesi, kişisi konumuna getirmesi özne ve nesne, failler ve faillerin eylem nesneleri arasındaki geleneksel sınırları aşındırır. Böyle düşünüldüğünde buradaki görüntüler çözünürlüğü farklı bir materyale tutunmuş bir kemik gibi işlev görürler.

Schuppli’nin çalışmasındaki simülatif yüksek çözünürlüklü görüntülerse gözümüzden kaçanın tayallümüzden, aklımızdan ve sorumluluğumuzdan çıkmasına mani olur. Kendimizi petrole batmış okyanusu gökyüzünden ayıran çizgide suya batar gibi zaman zaman da tepeden okyanusu kavrar gibi görürüz. Bu görüntülere 2010'da BP aleyhine açılan davanın ses kaydı eşlik eder. Ses kaydından da anlaşılacağı gibi çalışmanın isminde bahsedilen doğanın kendini temsili sadece estetik değil hukuki düzlemde de gerçekleşir böylece. Davanın gerekçesi “doğanın haklarının” ihlal edilmesidir. Doğa Haklarını güvence altına alan ilk ülke olan Ekvator’da açılan bu dava, ekosistemlerin var olma ve gelişmeye yönelik devredilemez haklarını tanıyan, insanlara doğa adına dilekçe verme yetkisi veren anayasaya dayanır.

Susan Schuppli. Doğa Kendini Temsil Eder. Spill Morris & Hellen Belkin Sanat Galerisi, UBC Vancouver, 2019.

Schuppli’nin çalışmasındaki “doğanın kendini temsil etmesi” fikriyle Henry Talbot Fox’un fotoğrafı doğanın kalemi olarak gören yaklaşımı arasındaki ilişkiye bakmak bize temsil ve gerçeklik, yansıtan ve aynalayan görüntü ile kırınımlı bir müzakere arasındaki fark üzerine düşünme fırsatı verebilir. Her ne kadar her iki durumda da doğayı temsil yetkisi gene insanda olsa da, Schuppli doğayı onu metabolize eden insan inşasının içinden görür, doğanın kendini temsil etmesini hem hukuki hem de estetik bir perspektiften inceler. Doğa görsel hakikatin pastoral bir nesnesi değildir. Dünya insan merkezci reflektif bir perspektiften yakalanmaz. Fox için doğa ışığa duyarlı hassas bir yüzey üzerinde müdahalesiz, insan aracılığı olmadan bütün nesnelliğiyle beliriverirken, Schuppli için doğanın kendini temsili hukuki, adli ve adil bir talep içinde gerçekleşir. Doğa adına açılan dava, insanın yaşamını imkanlı kılan doğayı ve kendi yaşama hakkını savunma fikri üzerine kuruludur. Kanun önünde tanınmak; hukukun öznesi olmak, insanın kurduğu adalet sistemine dahil olmak, adalete layık olmak ve en nihayetinde temsilin öznesi olmak anlamına gelir. Doğayı görsel kültürün, sanat tarihinin çeşitli ürünlerinde temsil eden insanın aksine, burada felaketin görsel bir şölene dönüştürülerek güvenli, nesnel ve görsel bir mesafeden temsili değil, insanın failliğini ve doğa ve insan arasındaki metabolik ilişkiyi kabul eden, kapitalist metabolizmanın dengesiz ve adil olmayan karakterini hedef alan, adli ve adalet arayan bir temsil vardır.

Sonuç

Görme, bilgi üretimi ve hakikat arasındaki ilişkileri optik metaforlar üzerinden düşünmek, bilme pratiklerimizin kökeninde yatan epistemolojik ve politik ön kabulleri açığa çıkarır. Batı metafiziğinde baskın olan yansıtıcı/reflektif düşünme biçimi, dünyayı birebir aynalayan, özneyi merkezde ve egemen bir konumda tutan bir bilgi ideolojisine dayanır. Bu bağlamda, belgeselin sanata “sığınması” meselesi, sabit tanıklık biçimlerinden sıyrılarak, çok katmanlı, spekülatif ve maddesel bir estetik anlayışına doğru evrilmektedir. Bu metinde Susan Schuppli’nin “Doğa Kendini Temsil Ediyor” çalışması ile fotoğrafın “doğanın kalemi” olma iddiası arasındaki farka odaklanarak görüntülerin değişen doğası üzerine düşünmeye çalıştım. Günümüz sanatında belgeleme ve adli estetik yöntemlerinin yaygınlaşması, görüntünün politikası üzerine yeni sorular sormamıza olanak tanırken, aynı zamanda görmenin, kaydetmenin ve bilmenin hakim kabullerine alternatif üretme potansiyeli taşır.

KAYNAKÇA

  • Barad, K. M. (2007). Meeting the universe halfway: Quantum Physics and the entanglement of matter and meaning. Duke University Press.
  • BBC. (2010, July 21). BP admits altering oil spill response centre image. BBC News. https://www.bbc.com/news/world-us-canada-10718310
  • Belting, H. (2011). Florence and Baghdad: Renaissance art and arab science. Belknap Press of Harvard University Press.
  • Haraway, D. J., & Goodeve, T. N. (2000). How like a leaf: An interview with Thyrza Nichols Goodeve. Routledge.
  • Keenan, T., & Weizman, E. (2012). Mengele’s skull: The advent of a forensic aesthetics. Sternberg Press.
  • Pallasmaa, J., Holl, S., & Kılıç, A. U. (2011). Tenin Gözleri: Mimarlık Ve Duyular. YEM Yayınları.
  • Schuppli, S. (2020). Material witness: Media, forensics, evidence. The MIT Press.
  • Schuppli, S. (t.y.). NATURE REPRESENTS ITSELF - SUSAN SCHUPPLI. https://susanschuppli.com/NATURE-REPRESENTS-ITSELF [Erişim tarihi 12.02.2025].
  • Steyerl, H., (2012). Missing people: Entanglement, superposition, and exhumation as sites of Indeterminacy - Journal #38. e. https://www.e-flux.com/journal/38/61209/missing-people-entanglement-superposition-and-exhumation-as-sites-of-indeterminacy/ [Erişim tarihi 12.02.2025].
  • Weizman, E. (2007). Hollow Land: Israel’s Architecture of Occupation, Verso Books.
  • Weizman, E. (2013). The Image is the Bone. Thomas Keenan and Tirdad Zolghadr, editörler. The Human Snapshot içinde. Berlin: Sternberg Press.

Esra OSKAY | The Crime Scene of the Image: How Nature Represents Itself?

ABSTRACT

This article explores the relationship between image and knowledge by considering the optical metaphors that shape the way we think, focusing on Susan Schuppli's “Nature Represents Itself”, a work based on the principle of material witnessing. By questioning new methods of imaging and documentation through the Deepwater Horizon disaster, Schuppli examines the ways in which nature represents itself and the political implications of images. Together with Eyal Weizman's forensic aesthetics, the article explores how the image can be treated not only as a reflection but also as evidence of the material world. The article discusses how the understanding of visual truth can be transformed by documents and material evidence, and how this new epistemological framework offers a change for art and documentary practice.

KEYWORDS

Material Witness, Reflective Image, Forensic Eesthetic

Fotoğraf sanatçısı / Photographer
TÜRKİYE
www.ibrahimgoger.com
ibrahimgoger@gmail.com

ÖZGEÇMİŞ

1960 doğumlu. Fotoğraf çalışmalarına (1981) AFSAD’da başladı. Yönetim kurulu üye ve başkanlığı, danışma kurulu ve yayın kurulu üyeliklerinde bulundu. Fotoğraf sempozyumu düzenleme çalışmalarında yer aldı. Çeşitli sergi ve etkinliklerde organizatör ve küratör olarak görev aldı. Yurt içinde ve dışında kişisel veya katılımlı sergilerde yer aldı. Fotoğraf, çağdaş sanat, fotoğraf ve sanat tarihi konularında atölye çalışmaları yaptı. Sanatsal çalışmalarının yanında profesyonel fotoğraf ve grafik çalışmalarını sürdürmektedir.

Başlangıç fikrini temel alarak çalışmalarını bir tema etrafında şekillendirir. Sergi mekânından baskı boyutlarına, çerçeve ve fotoğrafların yerleşimine kadar her aşamayı planlar. Fotoğraf çekimlerini prodüksiyon olarak ele alır ve aydınlatmadan fon düzenlemesine, kostümden makyaja tüm detayları tasarlar. Kimi zaman kendi ürettiği objeleri fotoğrafın nesnesi olarak kullanır. Teknik ve teknolojiyi amaç değil, anlatımın bir aracı olarak görür.

CFC, Gıyabında, Red, Polaroid Kadınlar, Telden Şeyler, Ben Kimim? adlı sergileri bulunmaktadır.

İbrahim GÖĞER | Bir Kırılma Noktası

ÖZET

Amatör bir fotoğraf sanatı heveslisi ve profesyonel bir fotoğrafçı olarak söyleyebilirim ki fotoğrafın teknoloji ile olan ilişkisi kırılma noktasında. Üstelik, ülkece geldiğimiz nokta da bizi bir tercih yapmaya zorluyor.

En başından beri teknolojiyle ilişkili olan fotoğraf için burası son durak mı? Hayır değil, aksine teknolojik sürecin bizi taşıdığı yeni bir durak. Bundan sonra Yapay Zekâ ile üretilen fotoğraflar, videolar, görüntüler kendi doğrularını yaratacak ve kendi değerlendirme kriterlerini üretecek. Aynı zamanda bir görüntü üretme aracı olarak Yapay Zekâ, kendi ekonomisini yaratacak, kullanım alanını genişleterek hayatımızda daha fazla yer alacaktır. Fotoğraf ise Yapay Zekâ ile görüntü üretme teknolojisinden farklı olarak, kendine özgü alanını yeniden tanımlayarak yoluna devam edecektir. Öngörüm fotoğrafta klasik yöntemlere doğru geri dönüşün hızlanacağı yönünde.

Diğer yandan özgürlüklerin baskılandığı bir ülkede özgür sanatın da yapılamayacağı gerçeğinden hareketle, şimdiye kadar sürdürdüğüm anlayışın ötesinde bir tarzı tercih ediyorum. Teknolojiyi mümkün olduğu kadar az kullanarak ürettiğim, sadece renklerin hâkim olduğu, fovist ve fütürist çağrışımları olan bir tarz bu. Ülkemizin içinde bulunduğu ortamda neredeyse kimliklerimizi gizleyerek yapmak durumunda olacağımız protest sanat da benim yeni yolumun bir durağı olabilir.

ANAHTAR KELİMELER

Yapay Zekâ, Teknoloji ve Fotoğraf, Özgürlükler ve Sanat

Fotoğraf her zaman teknolojiyle iç içe oldu, teknolojik gelişmeler doğrultusunda değişimler yaşadı. İletişim piyasasının önemli bir parçası olarak fotoğraf ve görüntü üretme teknolojisi ekonomik yapının da önemli bir parçası.

Teknoloji ve fotoğrafı konuşurken akıllarda, “Fotoğrafın son durağına mı geldik?” sorusu oluşabilir. Hayır öyle değil. Bu gelişmeler, sürecin bir parçası. Ancak sanatsal boyutta, bir yol ayrımında olduğumuz da kesin. Bu kırılma noktasında Yapay Zekâ ile üretilen fotoğraflar, videolar, görüntüler kendi doğrularını ve kendi değerlendirme kriterlerini üretecek. Hatta yakın bir gelecekte, kendimizi Yapay Zekâ ile yaratılan görüntülerin değerlendirme kriterlerini tartışırken bulabiliriz. Peki, fotoğraf çıkışı nerede bulacak? Yapay Zekâ ile görüntü üretme teknolojisinden farklı olarak kendine has kulvarını yeniden tanımlayarak.

Bir zamanların kanıt ve kayıt aracı olarak kabul gören fotoğrafın, gerçeklik ve inandırıcılıkla olan ilişkisi giderek tartışmalı bir hal almıştı. Teknolojik gelişmelerle bu bağın, her seferinde, biraz daha zayıfladığını gözledik. Bu bağ, artık hiçbir zaman, eskisi kadar sağlam olmayacak. Bana kalırsa, fotoğrafta geleneksel yöntemlere geri dönülecek. Teknolojik yöntemlerle üretilen fotoğraf yerine, zanaat ağırlıklı fotoğrafın sanat ortamlarında daha fazla yer bulacağını düşünüyorum.

Diğer yandan, yıllar boyunca dünyada yaşanan gelişmeleri bizler nasıl algıladık? Ne Avrupalı, ne Asyalı ne de Orta Doğulu olan ve hatta burada yaşayan aykırı insanlar olarak bizler, değişen koşullara nasıl tepkiler verdik?

70’ler öncesinde, öncü kişiler tarafından yapılan fotoğraf çalışmaları, tıpkı resim, heykel ya da müzik gibi tüm sanat alanlarında, dünyadaki trendlerin yerli uygulamaları oldu. 70’lerdeki özgürlük, eşitlik, eşit paylaşım talepleriyle yükselen sol söylemler bizde de karşılık buldu. Sol hareketin kültürel plandaki uzantısı olarak işçileri, köylüleri, zor yaşam koşullarını ve toplumsal direnişleri konu alan fotoğraflar, fotoğraf dernekleri öncülüğünde üretildi. Devrime hizmet için fotoğrafı bir araç olarak kullanmak amacıyla kurulan dernekler, ülkede fotoğrafın gelişmesini ve yaygınlaşmasını da sağladı. 80’ler askeri ihtilallerin yılları ve yükselen sol hareketlerin sonuydu. Liberalizmle kalkan gümrük duvarları Türk fotoğrafını, dünya teknolojisiyle eşledi. 90’lar ve 2000’ler internet ile tanışma, dünyadaki sanatı ve fotoğrafı ekrandan izleme ve öğrenme yılları oldu. Tercüme edilen yayınlar, sanat kültürümüzü evrensel plana taşıdı. Ancak büyük umut ve beklentilerle kurulan fotoğraf okulları, üniversiteler beklenen kuramsal ve sanatsal katkıyı veremeyince, fotoğrafın gelişmesi yine amatör çabalarla varlıklarını sürdüren derneklerin sırtına kaldı. Geldiğimiz noktada, küreselleşen dünyada hiçbir teknolojik, bilimsel, sanatsal gelişmenin üreticisi olmayı bırak, katkı vereni bile olmaksızın en iyi tüketicisi olmaya devam ediyoruz.

Ne gerçekçi sanatı kavramsal temeller üzerine kurarak, belgesel fotoğrafı olgunlaştıran Aschan Okulu [1] gibi bir okulumuz oldu, ne Goldsmiths [2], Royal College of Art [3] gibi mezunlarının, devlet kültür politikasıyla paralel olarak desteklendiği okullarımız oldu. Bünyesindeki sanatçıların dünyaya pazarlandığı Young British Artist gibi, gruplarımız da olamadı. Ne de müzikte Michael Jackson, Madonna gibi yıldızları dünya çapında star yapabilen, Amerikan kültür sanat politikaları gibi, politikalarımız oldu.

Bir ülkenin sanayisi, teknolojisi, bilime katkısı, bilimle ilişkisi, eğitim düzeyi, demokrasi anlayışı, kültür seviyesi, sporu ne kadarsa sanatı ve sanatla ilişkisi de o kadar olacaktır. Giderek demokrasiden uzaklaşan, tek adamlık rejimin hevesine kapılan ülke, tam ortadan ikiye bölündü. Sanatçıların sorgulandığı, seçilmişlerin görevden alındığı, gazetecilerin içeri atıldığı ülkede özgür sanat üretimi yapılamaz. Sanat üreticilerinin özgür olamadığı ortamlarda izleyiciler, sanatseverler, galericiler, küratörler, koleksiyonerler, eğitmenler, kuramcılar, sanatı oluşturan tüm unsurlar da özgür ve bağımsız olamayacaktır. Yaşam anlayışı olarak ikiye bölünen ülkede, kendi ürettiğimiz sanatı, yine, kendimiz izliyoruz. Teknoloji Yapay Zekâ ile taçlanırken, ülke tam tersine bilimsellikten uzak, karanlığa, cehalete doğru hızla ilerliyor.

Bugüne kadar yaptığım çalışmalar, toplumsal ve siyasi gelişmelere rağmen burada yaşamak durumunda olan ben ve bizim gibilerin karşılaştığı haller ve varsa tepkisel duruşlarıyla ilgiliydi. Bugün geldiğimiz noktada özgür olmayan ortamlarda, özgür sanatın da yapılamayacağı varsayımıyla fovist, fütürist bir anlayışı tercih ediyorum. Bunun, bir karşı duruş olduğunu düşünüyorum. İzlediğiniz çalışma, tercihimin ilk örneği. Bu çalışmada, görüntüler sanal yöntemlerle üretilmedi. Renkler, renklerin hareketleri ve geçişleri olduğu gibi fotoğraflandı ya da video olarak kaydedildi. Kendi adıma iki farklı yolu benimsiyorum. Biri size sunduğum gibi çalışmalar ve belki bir diğeri de kimliklerimizi bile gizleyerek yapmak durumunda olacağımız protest sanat. Peki ya bireysel veya kolektif olarak protest sanatta Yapay Zekâ’dan faydalanılabilir mi? Tabii ki evet. Bu sayede, ülke gerçekleri ve baskıcı toplumlar hakkında Yapay Zekâ arşivi de zenginleşmiş olacaktır.

[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Ashcan_okulu
[2] https://en.wikipedia.org/wiki/Goldsmiths,_University_of_London
[3] https://en.wikipedia.org/wiki/Royal_College_of_Art


İbrahim GÖĞER | A Breaking Point

ABSTRACT

As both an amateur photography enthusiast and a professional photographer, I can confidently say that photography’s relationship with technology is at a breaking point. Moreover, the point we have reached as a country forces us to make a choice.

Is this the last stop for photography, which has been associated with technology since the very beginning? No, it is not, on the contrary, it is a new stop where the technological process has brought us. From now on, photos, videos, and images produced with artificial intelligence will create their own truths and produce their own evaluation criteria. At the same time, artificial intelligence, as an image production tool, will create its own economy, expand its area of use and take more place in our lives. Photography, on the other hand, will continue on its path by redefining its own area, unlike the image production technology with artificial intelligence. My prediction is that there will be an accelerated return to classical methods in photography.

On the other hand, based on the fact that free art cannot be done in a country where freedoms are suppressed, I prefer a style beyond the understanding I have maintained until now. This is a style that I produce by using technology as little as possible, where only colors dominate, and which has fauvist and futurist connotations. Given the current state of our country, protest art—one that we may need to create while even concealing our identities—could become a stop along my new path.

KEYWORDS

Artificial Intelligence, Technology and Photography, Freedom and Art

BIOGRAPHY

Born in 1960. He began his photography journey in 1981 at AFSAD, where he served as a board member, president, advisory board member and editorial board member. He was involved in organizing photography symposiums and participated as an organizer and curator in various exhibitions and events, both in Turkey and internationally. He has conducted workshops on photography, contemporary art, and the history of photography and art. In addition to his artistic endeavors, he continues to work professionally in photography and graphic design.

He structures his work around a central theme, planning every aspect from exhibition space to print sizes, framing, and the arrangement of photographs. He approaches photography as a production process, designing every detail from lighting to background arrangements, costumes, and makeup. Occasionally, he incorporates self-made objects as subjects in his photography. He sees technology not as an end but as a tool for expression.

His exhibitions include CFC, Gıyabında, Red, Polaroid Kadınlar, Telden Şeyler, and Ben Kimim?

Fotoğraf Sanatçısı / Photographer
TÜRKİYE
E-posta: bekir.kirac@gmail.com; Instagram: @bekirkirac_art (Fotoğraf ve sergi paylaşımları, sanat içerikleri); Instagram: @synthetica (Yapay zekâ temelli koleksiyonlar); web: www.syntheticadesign.com

ÖZGEÇMİŞ

Bekir Kıraç Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde Maden Mühendisliği okudu. Başkent Üniversitesinde İşletme Bölümü’nde lisans üstü eğitimi yaptı. 1993 yılından itibaren, fotoğraf ve dijital sanat alanlarında çalışmalarını yürütmektedir. Ayrıca yapay zekâ tabanlı yaratıcılık alanlarında da çalışmalar yapmaktadır. Kendi fotoğraf ve dijital sanat stüdyosunda, 2015 yılından beri çalışmaktadır.
Pek çok solo (“… and Woman”; ExPercepta; Alegori; Alchemy) sergi düzenledi ve karma sergilere katıldı. Dijital sanat ve fotoğraf, yapay zekâ ile sanatın geleceği, yapay zekânın yaratıcı kullanımı konularını ele alan konuşma ve sunumlar yaptı.

Bekir KIRAÇ | Yapay Zekâ ve Sanat: Sanatçının Yok Oluşu mu, Yoksa Evrimi mi?

ÖZET

Sanatın tarihi, teknolojik yeniliklerle şekillenmiş ve her dönemde yeni araçlar, üretim biçimleri ve estetik anlayışlar ortaya çıkmıştır. Fotoğrafın icadı, sanatın görsel temsilinde nasıl radikal bir dönüşüm yarattıysa, günümüzde, Yapay Zekâ (YZ) da benzer bir dönüşümü tüm sanat disiplinleri üzerinde gerçekleştirmektedir. Dijital devrimle birlikte, sanatçının zanaatkârlık ve teknik bilgiyle kurduğu bağ değişirken, sanatın yaratıcılık, rastlantısallık ve kolektif hafıza ile ilişkisi de dönüşmektedir.
Bu bildiride, YZ’nin sanat ve fotoğraf üzerindeki etkileri dört temel başlık altında ele alınmaktadır: 1) Teknoloji ve Sanat: YZ, sanat üretiminde yeni bir araç olarak, zanaat anlayışını ve üretim süreçlerini dönüştürmektedir. 2) Rastlantısallığın Bilinçli Kullanımı: YZ’nin sunduğu sözde rastlantısallık, sanatçılara bilinçli estetik seçimler yapma olanağı tanımaktadır. 3) Bütüne Katkı, Bütünden Destek: YZ, sanatçının bu kolektif hafızayı kullanmasını ve gizil uzayı (latent space) keşfetmesini sağlayarak sanatın sınırlarını genişletmektedir. 4) Üslup ve Ötesi: Sanatçıların üslupları artık tek bir kimlik üzerinden değil, değişken ve çok katmanlı bir yapı içinde değerlendirilmektedir.

ANAHTAR KELİMELER

Yapay Zekâ, Sanat, Fotoğraf, Gerçeklik, Üslup, Teknoloji, Gizil Uzay, Kolektif Sanat

Giriş

“Gerçeklik" ve "sanat" kültürel bağlamlardan ve dönemsel değişimlerden bağımsız düşünülemez; bu da, tanımlanmalarının zorluğuna işaret eder. İnsan, gerçekliğini, kendi bakış açısından oluşturur. Farklı kişisel gerçekliklerin paylaşılan yönleri, mutlak gerçekliğin bu olduğu izlenimini yaratır. Dil, kavramlarımız ve tanımlarımız, iletişimin en yalın ve etkili şekilde gerçekleşmesini sağlamak üzere, bu ortak alanda şekillenmiştir. Kavramsal sanat, iletişimin bizi hapsettiği sözde gerçeklik alanını kalıcı biçimde dönüştürerek genişletir. Böyle bir dönüştürmede fotoğraf, diğer tüm sanat dallarından daha büyük bir güce sahiptir. Çünkü fotoğraf, "objektif" aracılığıyla gerçekliği kaydederek, "nesnellik" iddiasıyla ortaya çıkar. Sanatçı, ortak gerçekliğimiz içinde var olan ancak fark edilmeyen unsurları ortaya çıkarttığı gibi, algılananları da farklı bir perspektiften sunar. Bu unsurlar arasındaki ilişkileri yeniden tanımlayarak farklı örüntüler oluşturur.

Teknolojik gelişmeler, sanat ve gerçeklik ilişkisinde, yeni bir döneme kapı açmaktadır. Dijital devrim ve Yapay Zekâ (YZ) uygulamaları, sanatçılara yeni görsel ve kavramsal şablonlar sunarak eserlerini şekillendirmelerine, farklı üsluplar arasında hızlıca geçiş yapmalarına ve yaratıcılıklarını zenginleştirmelerine olanak tanımaktadır. Takip eden 4 bölümde teknolojinin sanatla kesişimi, rastlantısallığın bilinçli şekilde kullanılışının YZ ile nasıl farklı bir boyuta ulaştığı ve YZ’nin, sanat üretiminde, bir "kolektif hafıza" olarak konumlanması ve üslup anlayışını nasıl değiştirdiği ele alınacaktır.

Bu bildiride, yazarın kişisel sanat pratiği ve deneyimlerine dayalı bir yaklaşım/yorum ortaya konulmaktadır.

Teknoloji Değiştikçe Sanat Nasıl Değişiyor?

Tarih boyunca gelişen teknoloji, sanatçıya yeni fırsatlar sunmuş ve bunlar da kaçınılmaz olarak önemli değişimler yaratmıştır. Bunların temelinde, sanatın üretim süreçlerindeki teknik ve zanaatsal dönüşümler yer almaktadır.

Örneğin fotoğraf alanında 1990’lı yıllarda emek ve zaman yoğun karanlık oda süreçleri, dijital teknolojilerle birlikte neredeyse ortadan kalktı. Bu dönüşüm, başlangıçta, fotoğrafın özüne yönelik tehdit ve zanaatın yok oluşu olarak algılanmış olsa da zaman, fotoğrafın sanatsal değerinin kullanılan araçların veya sürecin karmaşıklığından değil sanatçının kavramsal derinliğinden, estetik anlatımından ve özgün yaratıcılığından kaynaklandığını gösterdi.

YZ ve beyin-makine arayüzleri alanındaki gelişmeler böyle devam ederse bir süre sonra, sanatçılar zihinlerindekileri doğrudan, geleneksel bir üretim sürecine ihtiyaç duymadan sanatsevere ulaştırma imkanına sahip olacaklardır. Bir eserin sadece görsel ya da işitsel olarak değil, aynı zamanda, tüm duyularla deneyimlenmesi mümkün olabilecektir. Bu durum, sanatçı için daha önce zanaatsal veya teknik kısıtlar nedeniyle ifade edilememiş kurguları özgürce paylaşma imkanı sunarken, sanatsever için ise eseri bizzat sanatçının zihninden aracısız ve dolaysız biçimde deneyimleme fırsatı sağlayacaktır.

Böyle bir dünyada teknoloji, sanatın üretim yöntemlerini dönüştürmekle yetinmeyecek; aynı zamanda sanatçı ve izleyici arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlayarak, sanatın ne olduğu, sanatçının kim olduğu ve sanat deneyiminin nasıl yaşandığı konusunda köklü bir değişim yaratacaktır.

Rastlantısallığın Bilinçli Kullanımı

Rastlantısallık, sanat tarihinde önemli bir yaratıcı unsur olarak hep var olmuştur. Sürrealistlerin bilinç dışı süreçlere yönelik deneylerinden soyut dışavurumcuların spontane fırça darbelerine kadar birçok sanatsal üretim biçimi, rastlantısallığı bilinçli bir yaratım aracına dönüştürmüştür.

Günümüzde YZ teknolojileriyle birlikte rastlantısallık kavramı farklı bir boyuta taşınmıştır. Çok kaba bir tarifle YZ, büyük veri kümelerindeki örüntüleri tanıyıp, belirli bir rastlantısallık içinde insanın anlam verebileceği çıktılar üreten, istatistiksel bir sistem olarak tanımlanabilir. Ancak burada söz konusu olan, gerçek anlamda bir rastlantısallık değil sözde rastlantısallıktır [1].
YZ devasa veri kümeleri içinde bağlantıları kurarken belirlenmiş sınırlar dahilinde seçimler yapar. Böylelikle ortaya çıkan sonuçlar hem öngörülemez hem de kontrollüdür. Dahası, başlangıç parametreleri (seed) [2] bilindiğinde bu sonuçlar tekrar üretilebilir. Temelde iki farklı YZ türü vardır:

  • Metin-metin tabanlı YZ sistemleri [3], verilen metinsel girdilerden metin tabanlı çıktılar oluşturur. Burada rastlantısallık dil katmanlarında gerçekleşir: hikâyeler, şiirler ve kavramsal içerikler üretilir. Görsel sanatlar açısından bu tür sistemler, genellikle kavramsal alt yapı oluşturma ve düşünsel çerçeve geliştirme aşamasında yardımcı olur.
  • Metin-görsel/Görsel-görsel tabanlı YZ sistemleri [4] ise metin/görsel girdileri piksel düzeyinde görsellere dönüştürür. Bu sistemler fotoğraflar, resimler ve diğer görsellerden oluşan geniş veri tabanlarında eğitilmiş modellerdir. Rastlantısal unsurlar burada çok daha görünürdür; verilen komut (prompt) [5] veya görsele dayalı olarak her seferinde farklı, ancak belirli sınırlar içinde kalan görsel senaryolar ortaya çıkar. [6]

Cartier-Bresson’un karar anı (decisive moment) kavramı, fotoğrafçının doğru anı ve görüntüyü yakalama sezgisine işaret eder. Ancak bu doğru an, çoğu zaman tamamen kontrol edilemez dış dünyada, rastlantısal unsurların birleşimiyle ortaya çıkar. Bu noktada, Peter Lik’in ünlü Ghost fotoğrafı iyi bir örnektir. Lik, Arizona’daki Antilop Kanyonu’nda, kum taneciklerinin havada asılı kaldığı anı yakalayarak, doğada kendiliğinden var olan rastlantısal bir durumu sanatsal bir forma dönüştürmüştür.

Peter Lik, Ghost

YZ ile çalışan bir fotoğraf sanatçısı istediği şartları stüdyoda oluşturmak veya doğada doğru anı beklemek yerine, sistem tarafından üretilen sayısız olasılık arasından bir görüntü seçer, onu yönlendirir ve kendi sanatsal anlatısını oluşturmak için istediği bağlamda kullanır. Böylece, rastlantısallık, artık yalnızca dış dünyada kontrolsüzce var olan ve yakalanması gereken bir an olmaktan çıkar; sanatçının bilinçli yönlendirmeleriyle kontrol edilebilen ve şekillendirilebilen bir araca dönüşür. Fotoğraf özelinde sanat, önceki zamanlarla kıyaslandığında, çok daha dinamik ve keşfe açık bir süreç haline gelir. YZ, saniyeler içinde sayısız varyasyon üreterek, sanatçının daha önce fark edemediği görsel ilişkileri ve biçimleri yüzeye çıkarmasına olanak tanır. Bu varyasyon miktarı, yalnızca tek bir komut için bile, herhangi bir insanın ömrü boyunca durmadan inceleyebileceğinden katbekat fazladır. Böylece, YZ’nin sunduğu rastlantısal zenginlik, sanatçının bilinçli seçimleriyle birleşerek tam anlamıyla yaratıcı bir sürece dönüşür.

Bütüne Katkı, Bütünden Destek

Sanatçılar, ürettikleri her eserle, bireysel olarak hareket etseler bile, insanın sanat anlayışı ve üretimi adına ortak bir dil oluşturan kolektif sanat hafızasına katkıda bulunurlar. YZ’nın devreye girmesiyle sanatın kolektif doğası daha görünür hale gelmiştir. Sanatçılar yalnızca geçmiş ustalardan değil YZ’nın sunduğu geniş veri havuzu sayesinde, daha önce haberdar bile olmadıkları sanatçılardan da beslenmekte ve kendi eserleriyle bu bütünü genişletmektedir. YZ, eğitiminde kullanılmış görsel verileri sentezleyerek yeni imgeler üretirken, sanatçının sürece yön veriş biçimi sanatsal içeriğin değerini belirler. YZ’nın sunduğu içerikler, doğrudan ve sorgusuz şekilde kullanıldığında, yaratıcı süreci sınırlandıran mekanik bir tekrar döngüsüne dönüşebilir. Böyle bir kullanım, gündelik ya da profesyonel ihtiyaçları karşılayabilir; ancak sanatsal bir derinlik taşımaz. Hatta bu süreç, bir arama motoruna anahtar kelimeler girip, çıkan görsellerden rastgele birini seçmeye benzer. Oysa sanatçının rolü, YZ’nın ürettiği verileri bilinçli bir süzgeçten geçirerek yönlendirmek ve bu ham malzemeden özgün sanatsal anlamlar inşa etmektir.

Görsel üretimde YZ, metin tabanlı üretime kıyasla daha dinamik bir süreç oluşturur. Metin üretimi dil kuralları çerçevesinde mantıksal bir yapı inşa ederken, görsel üretim, Gizil Uzay [7] (Latent Space) içindeki olasılıklardan belirli estetik ve anlam düzeylerine yönlendirilir. Konuşma ve yazı dili, görsel dille kıyaslandığında çok daha kısıtlı ve katıdır; dilde yeni kelimeler üretmek ve bunların yaygın olarak kabul görmesi uzun zaman alırken, görsel dil yeni formlar ve anlamlar yaratmada çok daha esnektir.

Gizil Uzay, yönlendirmelerle kavramlar ve imgeler arasında bağlantılar yaratmaya imkan sağlayan bir alandır. Görsel dil, kavramsal çerçevelere tam olarak oturtulamayacak, doğrudan duyulara hitap eden ve sezgisel olarak algılanan anlamlar içerir. Gizil Uzay, sanatçıya, kavramlar arasında dilde mümkün olmayan, ancak görsel olarak kurulabilen ilişkiler oluşturma imkânı verir. Bu ilişkiler doğrudan gizil uzayda hazır kurulu şekilde beklemez, ancak bir çeşit potansiyel olarak bulunur. Sanatçı metin komutları ve görsel yönlendirmelerle, YZ’yı alakasız görünen kavramlar arasındaki bağlantıları kurmaya, birbirleriyle ilişkilendirmeye zorlar ve var olan potansiyeli ortaya çıkartır. Burada önceki bölümde konu edilmiş olan sözde-rastlantısallık devreye girer. YZ, belli kurallar çerçevesinde, bu kavramlar arasında kurulabilecek çok sayıdaki görsel ilişki arasından birini tercih eder. Sanatçının bilinçli müdahalesi, dilde tanımlanamayan ancak görsel olarak güçlü anlamlar taşıyan yeni formların ve ilişkilerin ortaya çıkmasını sağlar. İnsan algısı, belirli kalıplar ve sınıflamalar çerçevesinde dünyayı anlamlandırırken, Gizil Uzay, bu kalıpların ötesinde yeni örüntüler oluşturma potansiyeli sunar. Örneğin, “dalga” ve “hafıza” kavramları ilk bakışta farklı alanlara ait gibi görünse de her ikisi de hem görsel hem kavramsal açıdan geçicilik ve iz bırakma olgularıyla ilişkilendirilebilir. Dalganın, suyun yüzeyinde gelip geçici şekiller oluşturması gibi, hafızamızdaki hatıraların zihinde canlanıp sönümlenmesi de benzer bir etki şeklinde algılanabilir. Görsel olarak ise, dalgaların kıvrımlı hareketleri ile hafızaya ev sahipliği yapan beyin kıvrımlarının yapısı arasında görsel benzerlikler bulunabilir. Bu ilişkiyi, birbirine bağlı görsel halkalardan oluşan bir zincir gibi düşünmek mümkündür: zincirin bir ucunda beyin dokusunun kıvrımları, diğer ucunda ise dalgalanan bir su yüzeyi bulunur. Zincirin her bir halkası, bazen daha çok dalgalanan bir yüzeyi, bazen ise daha çok beyin kıvrımlarını andıran görsellerin bir sentezi olarak tasavvur edilebilir. Gizil Uzay içinde bu iki uç arasında, aşamalı geçiş sağlayan görsel bir spektrum olduğu varsayılabilir. Bu spektrum, sanatçının farkında olmadığı bu tür ilişkileri yüzeye çıkararak, bir noktada kısmen dalgalanan su yüzeyine benzeyen, kısmen de beyin kıvrımlarını andıran görseller yaratılmasına imkan tanır. Aşağıdaki dizide bu anlatılanlar kısmen gösterilmeye çalışılmıştır. Anlaşılabilirlik açısından çok basit bir metin komut kullanılmış, ancak yönlendirme için metin içindeki kelimeler bazen birden fazla tekrar edilmiş ve bazen sıralamaları değiştirilmiştir. Tümünde aynı başlangıç noktası (komutun altındaki sayı) kullanılmıştır. [8]

Sadece dalga için basit bir komut.
Sadece beyin kıvrımları için basit bir komut.
Dalgadan beyin kıvrımlarına doğru bir yönlendirme.
Beyin kıvrımlarından dalgaya doğru bir yönlendirme.
Dalgayı kuvvetlendirerek beyin kıvrımlarına doğru bir yönlendirme.
Beyin kıvrımlarını önceleyerek kuvvetli dalgaya doğru bir yönlendirme.
Dalga vurgusu artırıldı (hem pozisyon olarak önde hem de tekrarlı).
Hem dalga hem de beyin kıvrımı vurgusu artırıldı (dalga öncelikli).
Hem dalga hem de beyin kıvrımı vurgusu artırıldı (Beyin kıvrımı öncelikli).
Orijinal komuta görsel yönlendirme.
Farklı görsel üslup aynı anda yönlendirmede kullanıldı.
Görsel üslup yönlendirmede kullanıldı.

Yukarıdaki örnekler, Gizil Uzay içindeki kavramların görsel olarak nasıl birbirine bağlanabildiği konusunda genel bir fikir sunmaktadır. Komutlardaki küçük değişikliklerin (örneğin, kelime tekrarları veya sıralamalar) görsel çıktılar üzerindeki etkisi açıkça görülebilir. Ancak en dikkat çekici nokta, asıl dönüşümün, özgün görsellerin veya belirli bir profilin [9] kullanımıyla gerçekleşmesidir. Buradaki basit örneğin yanıltıcı olmaması açısından şu vurguyu yapmakta fayda var: YZ tabanlı platformlar, sundukları ve yukarıda kafa karışıklığı yaratmaması açısından kullanılmayan pek çok parametre ile sanatçının, görselin üretim sürecine çok daha etkili bir şekilde dahil olmasına olanak tanımaktadır. Sanatçılar, görsel sınırların giderek belirsizleşmekte olduğu bir evrende, adeta bir kaşife dönüşmektedir ve keşiflerini, kendi oluşturdukları kavramsal bağlam içinde sanat üretimine dönüştürüp paylaşabilirler. Böylece sanat, geçmişle kurduğu bağı her zaman olduğu gibi dönüştürerek, geleceğin estetik biçimlerini keşfetmeye ve yeni anlam katmanları oluşturmaya giderek daha güçlü bir şekilde devam edebilir.

Üslup ve Ötesi: Tüm Sanatlar Birleşiyor

Sanatçı ve üslup arasındaki ilişki tarih boyunca, ayrılmaz bir bütün olarak ele alınmıştır. Bir sanatçının ismi anıldığında, eserleri ve üslubu zihinde canlanır; bir eseri gördüğümüzde ya da duyduğumuzda ise kimin yarattığını tahmin edebiliriz. Üslup, doğası gereği bir örüntüdür [10] ve zamanla, sanatçıyı özgürleştirmek yerine onu sınırlayan bir kalıba dönüşebilir.

Sanatta her fikir, duygu veya kavram, tüm yönleriyle tek bir üslupla ifade edilemez. Bu nedenle farklı disiplinlerin ve anlatım biçimlerinin birbiriyle etkileşime girmesi sanatçı için kaçınılmaz bir gerekliliktir. Geleneksel anlayışta sanatçının üslubu, zaman içinde olgunlaşan ve bireysel kimliğini yansıtan, sabit bir unsur olarak görülürdü. Ancak YZ tabanlı görsel üretim platformlarında kullanılan profil (üslup) geliştirme gibi araçlar, sanatçının belirli bir üsluba hapsolmak yerine, anlatımına en uygun estetik dili hızla ve etkili bir şekilde geliştirmesine olanak tanımaktadır. Böylece sanatçı, eskisi gibi tek bir üslubu yıllar içinde inşa etmek yerine, birden fazla estetik yaklaşımı aynı anda benimseyerek, her projede farklı anlatım dillerine hâkim olma şansı elde eder. Bu değişim, sanatsal üretimin daha esnek, özgür ve çeşitlilik içeren bir yapıya evrilmesini sağlarken, sanatçının tek bir tarzla sınırlı kalmadan, çok yönlü bir yaratıcı kimlik geliştirmesine de imkan tanır.

Geleneksel sanatçı profiline alışkın olan anlayışın aksine, teknoloji, sanatçının özgün yorumunu devre dışı bırakmaz; sanatçının bilinçli seçimlerine ve yönlendirmelerine ihtiyaç duyan bir araç olarak varlığını sürdürür. Sanatçının dahli olmadığında, bu teknolojik sistemler yalnızca mevcut stilleri tekrar eden ya da rastgele birleştiren bir dijital yankıya dönüşür. İnsanın bireysel özgünlüğü ve bilinçli müdahalesi olmadan üretilen herhangi bir çıktı, sanat olarak kabul edilemez.

Sonuç olarak, geleceğin sanatçısı farklı disiplinleri birleştiren, duyusal algıları yepyeni kavramsal bağlamlar içinde şekillendiren bir profile evrilecektir. Sanatçı, artık yalnızca bir ressam ya da heykeltıraş değil, kendi yaratıcılığıyla ürettiği eserlerin de küratörü olan bir figüre dönüşecektir. Sanatçının üretimi, yalnızca bir eser ortaya koymakla kalmayacak; aynı zamanda, eserlerinin birbirleriyle nasıl ilişkilendiğini, nasıl bir bütünlük oluşturduğunu ve izleyiciyle nasıl bir anlatı kurduğunu da şekillendirecektir.

[1] Sözde Rastlantısal (pseudo-random) terimi, bilgisayar bilimlerinde, tamamen deterministik ve tekrarlanabilir bir süreçle üretilmiş olmasına rağmen, istatistiksel olarak rastgele görünen sayı dizilerini tanımlar. Gerçek rastgelelik, doğada var olan ve fiziksel süreçlerden elde edilen bir kavramdır (örneğin, radyoaktif bozunum, termal gürültü). Ancak bilgisayarlar deterministik sistemler oldukları için, tamamen rastgele sayı üretemezler. Bu yüzden rastgelelik gerektiren birçok alanda, sözde rastgele sayı üreticileri (PRNG - Pseudorandom Number Generator) kullanılır. (Y.N.)

[2] Seed, rastgele sayı üreteçlerinde başlangıç noktasını belirleyen bir değerdir. Bu değer aynı kaldığında, üretilen sözde-rastgele sayı dizisi de her seferinde aynı olur. (Y.N.)

[3] Büyük Dil Modelleri (Large Language Models - LLM), büyük miktarda metin verisi üzerinde eğitilmiş ve derin öğrenme yöntemleriyle doğal dili anlamaya, üretmeye ve manipüle etmeye odaklanan yapay zekâ modelleridir. LLM'ler, genellikle dönüştürücü (Transformer) mimarisi kullanılarak geliştirilir ve kendi kendine dikkat (self-attention) mekanizması sayesinde, kelimeler arasındaki bağlamsal ilişkileri anlama konusunda oldukça başarılıdırlar. Bu modeller, dilin yapısını ve anlamını öğrenerek soru yanıtlama, metin üretme, çeviri yapma, özetleme, kod yazma ve analiz yapma gibi çok çeşitli görevleri yerine getirebilirler. (Y.N.)

[4] Difüzyon Modelleri (Diffusion Models) olasılıksal modelleme tekniğini kullanarak veri üretmek için kullanılan derin öğrenme modelleridir. Bu modeller, genellikle görüntü üretiminde kullanılır ve ters difüzyon süreci aracılığıyla rastgele gürültüden anlamlı veriler oluşturur. Difüzyon modelleri, Gaussian difüzyon süreci ile çalışarak önce veriyi iteratif olarak bozar ve ardından, bu bozulmuş veriden orijinal veriyi veya yeni anlamlı örnekleri geri kazanmaya çalışır. (Y.N.)

[5] Prompt, yapay zekâ sistemlerine (özellikle dil ve görsel üretim modellerine) verilen yönlendirici bir komuttur, metin veya görsel içerikli olabilir. Bu, bir soru, talimat, metin girişi veya görsel tanımı olabilir. Yapay zekâ, prompt’a verilen girdiye göre bir çıktı üretir. (Y.N.)

[6] CLIP Embedding, OpenAI tarafından geliştirilen Contrastive Language–Image Pretraining (CLIP) modelinin, metin ve görselleri ortak bir anlam uzayında temsil etmek için oluşturduğu vektör temsilleridir. Bu yöntem, bir metin açıklamasıyla en iyi eşleşen görseli veya bir görselle en iyi eşleşen metin açıklamasını belirleyebilmek için kullanılır. CLIP modeli, büyük çaplı metin-görsel eşleştirme verileri üzerinde eğitilerek, kelimeler ve görüntüler arasındaki anlamsal ilişkileri öğrenir. Bu sayede, yapay zekâ modelleri metin tabanlı komutları görsellerle eşleştirebilir ve metinden görsele üretim süreçlerinde yönlendirici bir rol oynar. (Y.N.)

[7] Gizil Uzay (Latent Space): Makine öğrenimi ve yapay zekâda, yüksek boyutlu verilerin anlamlı ve sıkıştırılmış bir şekilde temsil edildiği soyut alan. Derin öğrenme modelleri, bu uzayda veriler arasındaki örüntüleri öğrenerek yeni ve anlamlı çıktılar üretebilir. (Y.N.)

[8] Görsel Midjourney platformunda üretilmiştir (Y.N.)

[9] Profil, (bir anlamda üslup) YZ tabanlı görsel üretim platformlarında (örneğin, Midjourney) kullanıcıların sanatsal tercihlerini, üslup eğilimlerini ve yaratıcı yönelimlerini belirleyerek, sistemin ürettiği görselleri kişiye özel hale getirmesine olanak tanıyan bir özelliktir.
Bu profil, önceki etkileşimlerden ve verilen komutlardan öğrenerek, kullanıcının estetik anlayışına uygun sonuçlar üretmesini sağlar.

[10] Sanatta örüntü, belirli bir düzen, tekrar veya ilişkisel yapı gösteren biçimsel ya da kavramsal organizasyon sistemidir. Estetik düzlemde, görsel sanatlarda renk, biçim, kompozisyon veya ritmik tekrarlarla kendini gösterebilirken; kavramsal düzlemde, sanatçının üslubu, temaları ve anlatı yapıları içinde ortaya çıkan tutarlı bir yönelim olarak da değerlendirilebilir. Sanatsal örüntüler, bireysel yaratım süreçlerinde sanatçının bilinçli ya da bilinçsiz olarak geliştirdiği stilistik ve tematik tekrarları içerir. (Y.N.)


Bekir KIRAÇ | Artificial Intelligence And Art: The Demise Of The Artist Or Their Evolution?

ABSTRACT

The history of art has been shaped by technological innovations, introducing new tools, production methods, and aesthetic approaches in every era. Just as the invention of photography brought a radical transformation to visual representation, Artificial Intelligence (AI) is now creating a similar shift across all artistic disciplines. With the digital revolution, the relationship between craftsmanship, technical knowledge, and artistic practice is evolving, while creativity, randomness, and collective memory are also being redefined. This paper examines the impact of AI on art and photography through four key themes: 1) Technology and Art: AI, as a new tool in artistic production, transforms craftsmanship and production processes. 2) Conscious Use of Randomness: AI-generated pseudo-randomness enables artists to make deliberate aesthetic choices. 3) Contribution to and Support from the Whole: AI allows artists to utilize collective memory and explore latent space, expanding the boundaries of artistic creation. 4) Beyond Style: Artistic styles are no longer tied to a single identity but rather exist within a fluid and multi-layered framework.

KEYWORDS

Artificial Intelligence, Art, Photography, Reality, Style, Technology, Latent Space, Collective Art

Sanatçı, Akademisyen / Artist, Academician
TÜRKİYE
Başkent Üniversitesi, Seramik Sanat ve Uygulama Merkezi
sibelaktas@baskent.edu.tr

ÖZGEÇMİŞ

Sibel Aktaş, Gazi Üniversitesi Seramik Alanında Lisans ve Yüksek Lisans Mezunudur. Eğitim hayatı boyunca seramik sanatı ve teknolojilerine olan ilgisini derinleştirerek, Gazi Üniversitesi'nde Seramik Teknolojileri dersi öğretim elemanı olarak görev yapmıştır. Aktaş, Yüksel Seramik Fabrikası’nda kurmuş olduğu Sanat Atölyesi’nin de yöneticiliğini üstlenmiş ve burada birçok sanatsal projeye imza atmıştır. Şu an Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi'nde öğretim görevlisi olarak görev yapmanın yanı sıra, Başkent Üniversitesi, Seramik Sanat ve Uygulama Merkezi’nin müdürlüğünü yürütmektedir.

Sanat kariyerinde, ulusal ve uluslararası birçok sergiye ve bienale katılarak uluslararası sanat platformlarında yer alan Aktaş, eserlerinde geleneksel ile moderni harmanlayarak, sanatı geniş kitlelere ulaştırmayı hedeflemektedir. Ayrıca sanat alanında aktif projeler geliştirmekte; ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlarla iş birliği yaparak çeşitli sanat projelerini hayata geçirmektedir. Sanatın gücünü toplumsal fayda için kullanmaya büyük önem veren Sibel Aktaş, dezavantajlı gruplara gönüllü olarak destek sağlamaktadır. Bu bağlamda, Japon Müziği ve Sanatları Derneği’nde Başkan Yardımcılığı, Anadolu Görsel Sanatlar Derneği’nde Yönetim Kurulu Başkanlığı, Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltraşlar Derneği’nde Yönetim Kurulu Üyeliği, Kağıt Sanatçıları Derneği’nde Yönetim Kurulu Üyeliği gibi, önemli görevlerde bulunmaktadır. Ayrıca, Uluslararası Sanat Yoluyla Eğitim Derneği (InSEA) üyesi olarak, sanat yoluyla eğitim alanında da uluslararası işbirlikleri geliştirmeye devam etmektedir. Sibel Aktaş, sanatın toplumsal etkisini artırmak ve sanatsal üretimle insanlığa katkıda bulunmak amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir.

Sibel AKTAŞ | Sanatın Toplumsal Dönüşümdeki Rolü: Kültürel Değişim ve Sanatsal Yansımalar

ÖZET

Sanat, tarih boyunca toplumsal değişimin hem bir yansıması hem de bir katalizörü olmuştur. Toplumsal yapılar sanatı şekillendirirken, sanat da bireylerin ve toplumların düşünce yapısını dönüştürerek kültürel değişime yön verir. Sanatçılar, eserleri aracılığıyla savaş, yoksulluk, çevre kirliliği, ırkçılık ve cinsiyet eşitsizliği gibi sorunlara dikkat çekerek farkındalık yaratır. Sanat, estetik bir üretim olmanın ötesinde, politik, sosyolojik ve felsefi bir ifade alanıdır. Enstelasyon sanatı, izleyiciyi aktif bir katılımcı yaparak toplumsal değişim süreçlerinde daha etkili bir rol oynar. Sosyal ve politik sanat hareketleri, 20. yüzyılda güçlenerek sanatın kolektif bir değişim dinamiği yaratmasına olanak sağlamıştır.

ANAHTAR KELİMELER

Sanat, Toplumsal Değişim, Kültürel Hafıza, Enstelasyon, Eleştirel Sanat, Adorno, Benjamin, Bourdieu, Rancière, Bourriaud

Giriş

Sanat, tarih boyunca toplumsal değişimin hem bir yansıması hem de bir katalizörü olmuştur. Sanatçılar, eserleri aracılığıyla mevcut sosyo-politik yapıyı eleştirirken, aynı zamanda izleyicilere farklı gerçeklikler sunarak toplumun dönüşümüne katkıda bulunurlar. Sanat, yalnızca bireysel bir yaratım süreci değil, aynı zamanda ideolojik, kültürel ve toplumsal olarak şekillendirilen bir olgudur (Bourdieu, 1979). Özellikle modern ve çağdaş sanat anlayışında, sanatın yalnızca estetik bir değer taşımaktan öte, bir düşünce ve eleştiri platformu olarak gördüğü işlev kabul edilmektedir (Rancière, 2009).

Karl Marx (1867), ideoloji ve sanat ilişkisini ekonomi-politik bağlamda ele alarak, sanatın, üretim ilişkileriyle doğrudan bağlantılı olduğunu ve egemen sınıfın ideolojik bir aracı olarak işleyişini uzun süre devam ettirebilceğini söyler. Marx'a göre, üretim araçlarına sahip olan sınıflar, sanatı, değer sistemi yaymak ve toplumsal düzeni meşrulaştırmak için kullanılır (Marx ve Engels, 1845). Bu bağlamda sanat, yalnızca bireysel bir ifade biçimi değil, aynı zamanda sınıfsal mücadelenin bir varlığıdır. Bu görüş, özellikle Frankfurt Okulları tarafından geliştirilen ve ideolojik olarak gücü yetenlerin elindedir (Horkheimer ve Adorno, 1947).

Theodor W. Adorno (1970), sanatın bireyleri yönlendiren ve mevcut düzeni sorgulamalarını sağlayan, eleştirel bir estetik araç olduğunu savunmuştur. Adorno'ya göre, modern kültür toplumlarında, sanat giderek metalaşmış ve sanayinin bir parçası haline gelmiştir. Kapitalist sistemin özgünlüğü kaybolmuş, tüketim nesnesi haline gelmiş ve eleştirel düşünmeyi sürdürmüştür (Adorno ve Horkheimer, 1947). Ancak avangard sanat akımları ve sıra dışı sanat biçimleri, bu hegemonik düzeni kırarak, toplumsal mirasın önemli araçları haline geldi. Dadaizm, Sürrealizm ve Kavramsal Sanat gibi hareketler, sanatın yalnızca bir estetik deneyim olmadığını, aynı zamanda politik ve kültürel bir biçimde sunulduğunu göstermektedir (Bishop, 2005).

Jacques Rancière (2009), sanatın demokratikleşme sürecinde aktif bir rol oynadığını ve izleyiciyi yalnızca varlığından çıkararak politik bir özneye dönüştürdüğünü savunmaktadır. Rancière'in görüşüne göre, sanat, toplumsal eşitlik desteği veren ve bireyleri düşünme özgürlüğüne yönlendiren bir alan oluşturur. Özellikle enstelasyon sanatı, sanat ve performans sistemi, izleyiciyi sanatın bir parçası haline getirerek, toplumsal dönüşümde etkili olmuştur (Bourriaud, 2002).

Sanatın toplumsal değişimlerindeki rolü, tarihsel açıdan farklı dönemlerde ortaya çıkmaktadır. Orta Çağ'da sanat, daha çok dini ve monarşik bir araç olarak kullanılırken, Rönesans ile birlikte, insan merkezli bir anlatı gelişmiştir (Panofsky, 1955). 19. ve 20. Yüzyıllarda sanatın politikleşmesi, küresel üretimin toplumsal olayların ve devrimlerin bir parçası haline gelmesi sistemin eleştirel bozulması güçlenmiştir (Nochlin, 1971). Özellikle toplumsal devrim sanat, işçi hareketleri ve devrimci mücadelelerde hareketin rolünü vurgulayan bir estetik biçimin sürdürülebilir olduğu vurgulandı (Berger, 1972).

Sanat, yalnızca mevcut toplumsal düzeni yansıtmakla kalmayıp, aynı zamanda bu düzeni değiştirme potansiyeline sahiptir. Nicolas Bourriaud'nun (2002) ortaya koyduğu ilişkisel estetik, sanatın, yalnızca sanatçının yoğunluğundan ibaret olmadığı, izleyicinin de sürece dahil olduğu bir iletişim alanı sürdürüldüğü süre boyunca devam etmektedir. Bu bağlamda, çağdaş sanat pratiği, bireyler arası ilişkilere dönüştürülen bir güç olarak değerlendirilmelidir.

Sanatın toplumsal özelliği statik değil, dinamik bir durumdur. Sanat, yalnızca mevcut gerçekliklerin yansımasıyla kalmaz, aynı zamanda, yeni görünüm biçimlerinin ve toplumsal değişimlerin yaygınlığını sağlar. Bu, sistemin toplumsal dönüşümdeki rolü, çağdaş ve estetik açılardan incelenerek ve sanatın yalnızca bir yaratım süreci değil, aynı zamanda toplumsal bir müdahale aracı olarak ortaya çıkmasıdır.

Sanat ve Toplumsal Sorunlara Dikkat Çekme

Sanat, tarih boyunca toplumsal sorunlara dikkat çekmek için kullanılan, güçlü bir araç olmuştur. Gerek resim, heykel, fotoğraf ve edebiyat, gerekse enstelasyon sanatı ve performans sanatı gibi çağdaş yaklaşımlar, toplumsal adaletsizlikleri, savaşın yıkıcı etkilerini, çevre krizlerini ve insan hakları ihlallerini görünür kılmada etkili olmuştur.

Walter Benjamin (1936), sanatın kitleselleşmesiyle birlikte politik bir araç haline geldiğini, özellikle savaş karşıtı sanat eserlerinin, toplumda farkındalık yaratmada ve muhalif bir söylem oluşturmada, etkili olduğunu belirtmektedir. Savaş ve şiddet karşıtı sanat eserleri sanatın politik yönünü ortaya koyan, önemli örneklerdir. Pablo Picasso’nun Guernica (1937) eseri, İspanya İç Savaşı’ndaki vahşeti ve sivil halkın maruz kaldığı dehşeti anlatan, çarpıcı bir yapıttır. Benzer şekilde, Banksy’nin sokak sanatında sıkça ele aldığı savaş, göçmen krizi ve polis şiddeti temaları, izleyiciyi toplumsal adaletsizlik üzerine düşündüren etkili sanatsal müdahaledir. Çevre bilinci oluşturan sanat çalışmaları, küresel ısınma, kirlilik ve doğal kaynakların tüketimi gibi çevresel tehditleri vurgulamaktadır. Olafur Eliasson’un buzullarla ilgili projeleri ve Agnes Denes’in ekolojik sanat uygulamaları, çevresel farkındalık yaratmada, sanatın gücünü göstermektedir. Sanat, yalnızca bir eleştiri aracı olmakla kalmaz, aynı zamanda çözüm üreten bir platform olarak da işlev görmektedir.

Sanatın Toplumsal Değerleri ve Normları Sorgulama Gücü

Sanat, yalnızca estetik bir üretim biçimi değil, aynı zamanda mevcut normları sorgulayan ve eleştiren bir araçtır. Toplumsal değerler, zaman içinde belirli gruplar tarafından şekillendirilmiş ve kültürel hegemonya içinde, bir norm haline getirilmiştir (Gramsci, 1971). Sanat, bu normları sorgulayarak, bireyleri ve toplumları dönüşüme teşvik eder. Pierre Bourdieu (1979), sanatın sosyal statüyle doğrudan ilişkili olduğunu ve belirli gruplar tarafından kültürel sermaye olarak kullanıldığını savunurken, sanatsal beğeni ve üretim, toplumun belirli sınıfları tarafından bir ayrım aracı haline gelmektedir. Ancak, çağdaş sanat pratikleri, bu ayrımı sorgulayan ve sanatı daha demokratik bir hale getiren yeni yaklaşımlar geliştirmiştir. Örneğin, feminist sanat hareketi kadın sanatçılara alan açarken, toplumsal cinsiyet normlarını eleştiren eserler üretmiştir. Linda Nochlin’in Why Have There Been No Great Women Artists? (1971) adlı makalesi, sanat tarihindeki cinsiyetçi yapıları sorgulayarak, bu alandaki eşitsizliklere dikkat çekmiştir. Barbara Kruger’in tipografi ve görsel sanatları birleştiren çalışmaları da kadın bedeni üzerindeki toplumsal kontrol mekanizmalarını eleştiren, önemli eserler arasındadır.

Günümüzde ise göçmen sanatçılar ve marjinalize edilmiş topluluklar tarafından üretilen eserler, geleneksel normları sarsan ve alternatif anlatılar sunan sanat akımları olarak dikkat çekmektedir.

Sanatın Kültürel Hafızayı Koruma Rolü

Sanat, yalnızca günümüz toplumuna ayna tutmakla kalmaz, aynı zamanda geçmişin önemli olaylarını belgeleme ve aktarma işlevini de yerine getirir. Kültürel hafızanın korunması açısından sanat, toplumsal belleğin oluşturulmasında ve tarihsel olayların unutulmasını önlemede, kritik bir role sahiptir.

Holokost, soykırımlar ve insan hakları ihlalleri üzerine üretilen sanat eserleri, geçmişin travmatik olaylarını hatırlatma ve gelecekte benzer hataların tekrarlanmasını önleme amacı taşır. Almanya’daki Berlin Holokost Anıtı, toplumsal hafızanın bir parçası olarak kamusal alanda yer alırken, Ai Weiwei’nin mülteci krizini ele alan enstalasyonları, sanatın tarihsel belgelerle nasıl ilişkilendiğini gösterirken, yerli halkların sanatını, kültürel mirasın korunmasını ve geleneksel anlatıların modern dünyaya aktarılmasını sağlamaktadır. Avustralya’daki Aborjin sanatı veya Kızılderili sanatçıların eserleri, sömürgecilik sonrası hafıza politikalarının bir parçası olarak büyük önem taşımaktadır.

Sanatın Toplumsal Hareketlere Destek Olma Gücü

Sanat, siyasi ve sosyal hareketlerin destekçisi olarak geniş kitlelere ulaşma gücüne sahiptir. Tarih boyunca sanatçılar, toplumsal hareketleri destekleyen eserler üreterek değişim sürecinde aktif bir rol oynarken, Jacques Rancière (2009), sanatın, toplumsal eşitlik ve özgürlük mücadelelerinde etkili bir araç olduğunu savunmaktadır. Örneğin, Afro-Amerikan sanat hareketi, Amerika’daki sivil haklar mücadelesinin önemli bir parçası olmuştur. Kara Panterler hareketinin görsel propagandaları ve hip-hop kültürünün sanatsal boyutu, sanatın, politik aktivizme entegre olabileceğini gösteren önemli örneklerdir.

Sokak sanatı ve grafiti, günümüzde en etkili toplumsal protesto araçlarından biri haline gelirken; Banksy, JR ve Shepard Fairey gibi sanatçılar, küresel eşitsizlikleri ve baskı mekanizmalarını eleştiren eserler üretmişlerdir. Tahrir Meydanı’ndaki devrim duvar resimleri veya Şili’deki feminist protesto sanatları, sanatın, doğrudan aktivizmle nasıl kesiştiğini göstermektedir.

Sanatın Empati ve Toplumsal Bağları Güçlendirme Etkisi

Sanat, bireyler arasında empati geliştirmeye yardımcı olurken toplumsal bağları da güçlendirmektedir. Nicolas Bourriaud’nun (2002) ilişkisel estetik kavramı, sanatın yalnızca bir bireysel ifade biçimi olmadığını, aynı zamanda insanlar arasındaki ilişkileri dönüştüren bir pratik olduğunu öne sürmektedir. Özellikle katılımcı sanat projeleri, izleyiciyi sanatın içine dahil ederek, bireylerin empati kurmasını sağlar. Marina Abramović’in The Artist is Present (2010) performansı, sanatçının izleyicilerle doğrudan göz teması kurarak duygusal bir bağ oluşturduğu, etkileyici bir deneydir. Benzer şekilde, Yoko Ono’nun Cut Piece adlı performansı, bireylerin birbirleriyle kurdukları ilişkilerde güç dinamiklerini sorgulayan bir sanat pratiği olmuştur. Toplumsal kutuplaşmanın arttığı çağımızda sanat, insanlar arasında duygusal bağlar kuran, kolektif deneyimler yaratan bir alan olarak giderek önem kazanırken, sanat, yalnızca estetik haz sunan bir araç değil, insanları bir araya getiren, farkındalık yaratan ve kolektif dönüşümü tetikleyen bir güçtür.

Sonuç
Sanat, yalnızca toplumu yansıtan bir araç değil, aynı zamanda toplumsal dönüşümü tetikleyen güçlü bir mekanizmadır. Sanatçılar, eserleriyle mevcut yapıları sorgulayarak kolektif hafızayı canlı tutmakta ve toplumsal bilinç oluşturmaktadır (Adorno, 1970). Sanatın etkisi bireysel farkındalığın ötesine geçerek, geniş kitleleri harekete geçiren ve toplumsal hareketleri destekleyen bir dinamik yaratmaktadır (Benjamin, 1936).

Sanat, bireyler arasındaki ilişkileri dönüştürerek, kültürel çeşitliliği görünür kılan bir platform sunar. Bourdieu (1979), sanatın sosyo-kültürel statüyle doğrudan ilişkili olduğunu; hem güç mekanizmalarını hem de direniş pratiklerini şekillendirdiğini belirtmektedir. Dijitalleşme ve yeni medya sanatı daha erişilebilir hale getirerek, farklı toplulukların seslerini duyurmasına olanak sağlamaktadır.

Sanatın eğitim sistemleriyle entegrasyonu, toplumun geniş kesimlerine erişimini artıracak ve kolektif bilinç oluşturma gücünü daha da pekiştirecektir. Alternatif sanat pratikleri, sanatın etkileşim alanını genişleterek toplumun her kesimiyle diyalog kurmasını sağlayacak ve çok boyutlu bir değişim sürecine katkıda bulunacaktır.

KAYNAKÇA

  1. Adorno, T. W. (1970); Aesthetic Theory. London: Routledge.
  2. Adorno, T. W., & Horkheimer, M. (1947); Dialectic of Enlightenment. New York: Continuum.
  3. Benjamin, W. (1936); The Work of Art in the Age of Mechanical Reproduction. London: Verso.
  4. Berger, J. (1972); Ways of Seeing. London: Penguin Books.
  5. Bishop, C. (2005); Installation Art: A Critical History. London: Tate Publishing.
  6. Bourriaud, N. (2002); Relational Aesthetics. Dijon: Les Presses du Réel.
  7. Bourdieu, P. (1979); Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste. Harvard University Press.
  8. Horkheimer, M., & Adorno, T. W. (1947); The Culture Industry: Enlightenment as Mass Deception. London: Verso.
  9. Marx, K., & Engels, F. (1845); The German Ideology. London: Lawrence & Wishart.
  10. Nochlin, L. (1971); Why have there been no great women artists? ARTnews, 69 (9), 22-39.
  11. Panofsky, E. (1955); Meaning in the Visual Arts. Chicago: University of Chicago Press.
  12. Rancière, J. (2009); The Emancipated Spectator. London: Verso.

Sibel AKTAŞ | THE ROLE of ART in SOCIAL TRANSFORMATION: Cultural Change and Artistic Reflections

ABSTRACT

Art has been both a reflection and a catalyst for social change throughout history. While social structures shape art, art also transforms the thinking of individuals, and societies, steering cultural change. Artists raise awareness about global and local issues such as war, poverty, environmental pollution, racism, and gender inequality through their works. Art is not just an aesthetic form of production, but also a political, sociological, and philosophical mode of expression. Installation art allows the viewer to become an active participant, playing a more effective role in social transformation processes. Social and political art movements, especially in the 20th century, have empowered art to create a collective dynamic of change beyond being just an individual form of expression.

KEYWORDS

Art, Social Transformation, Cultural Memory, Installation, Critical Art, Adorno, Benjamin, Bourdieu, Rancière, Bourriaud

BIOGRAPHY

Sibel Aktaş is a graduate of Gazi University in the field of Ceramics, holding both a Bachelor's and a Master's degree. Throughout her academic career, she deepened her interest in ceramic art and technologies and worked as a teaching assistant in Ceramics Technologies at Gazi University. Aktas also served as the manager of the Art Workshop she established at Yüksel Ceramic Factory, where she initiated and completed numerous artistic projects. Currently, she works as a lecturer at the Faculty of Fine Arts, Design, and Architecture at Başkent University, and also serves as the director of the Department of Ceramic Arts and Application. Throughout her artistic career, Aktaş has participated in many national and international exhibitions and biennials, gaining recognition on international art platforms. Her work aims to combine tradition and modernity, making art accessible to a broader audience. In addition, she is actively involved in developing projects in the art field and collaborates with both national and international institutions to realize various artistic initiatives.

Sibel Aktaş places great importance on using the power of art for social good and has volunteered to support disadvantaged groups. She holds significant roles in various organizations, including serving as the Vice President of The Japanese Music and Arts Association, the President of the Board of Directors of The Anatolian Visual Arts Association, a Board Member of The United Painters and Sculptors Association, and a Board Member of The Paper Artists Association. She is also a member of The International Society for Education Through Art (InSEA), where she continues to foster international collaborations in the field of art education. Sibel Aktaş continues to work with the aim of increasing the societal impact of art and contributing to humanity through artistic production.

Sanatçı, Akademisyen, Yazar / Artist, Academican, Writer
TÜRKİYE
Dr. Öğr. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi
ozyavuz@metu.edu.tr

ÖZGEÇMİŞ

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Ozan Yavuz, Sanatta doktora eğitimini 2019 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Bölümü’nde tarihsel üstkurmaca, fotoğraf, göç ve kendi kişisel hikayesine dayalı bir anlatı üzerine kurduğu tez çalışması ile tamamlamıştır.
‘Fotoğrafçının Eğitimi’ (The Education of a Photographer), kitabının ortak çevirisinde yer almış ve 2020 yılında ”Antropoloji ve Fotoğraf: Yöntem ve Temsil Üzerine”’ başlıklı kitabı Espas Sanat ve Kuram Yayınları’ndan yayınlanmıştır. 2024 yılında yine Espas Sanat ve Kuram Yayınları’ndan yayınlanan, Gülay Doğan ile ortak çevirisini yaptığı “Görsel Metodolojide Gelişmeler” kitabının editörlüğünü üstlenmiştir. Yavuz, dört kişisel sergi açmıştır: İşçiler (Patti ve Rusty Rueff Galleries, Purdue, Indiana, ABD, 2016), Zambak ve Ahlat (Halka Art Project, İstanbul, Türkiye, 2019), Noir (Firuzen Olşen Gallery, Ankara, 2023) ve Tuzun Tadı (Fotokolektif, Ankara, 2024).
Halen oyun fotoğrafçılığıyla ilgilenmekte olup şu sergilere katılmıştır: “MetaNature”, (18-21.05.2023), Eindhoven, FotoFestival (Art and Technology); “The Americans”, (09-12. 02. 2023), Rotterdam Photo (Freedom Redefined). Araştırma ilgi alanları arasında görsel antropoloji, oyun içi fotoğrafçılık, yapay zeka tarafından üretilen görüntüler ve fotoğraf teorisi yer almaktadır.

Ozan YAVUZ | Fotoğraf: Hayaletsi Bir Gerçek

ÖZET

Fotoğraf her zaman spektral bir niteliğe sahip olmuştur. Baskın teorik bakış açılarının aksine, gerçeklikle bağlantısı doğası gereği kameraya veya camera obscura'ya bağlı değildir. İndekssellik, nedensellik ve referansa odaklanan geleneksel söylem, fotoğraf eğitimini ve yorumunu derinden şekillendirmiştir. Bazin, Peirce ve Krauss gibi akademisyenler fotoğrafın otomatik doğasını ve gerçeklikle bağlantısını vurgulamışlardır, ancak son bakış açıları bu varsayımlara meydan okumaktadır. Flusser'dan yararlanan Toister, fotoğrafçılığı tekil bir ortam olmaktan ziyade örtüşen uygulamalar alanı olarak yeniden tanımlamaktadır. Fontcuberta ise fotoğrafçılığı nesnel temsil yerine yanılsama ve hayaletsi olanla hizalamaktadır. Fotoğrafçılık, mistik ve metafizik geleneklerde kök salmış olarak mekanik icadından önce gelir. Capa'nın Düşen Asker’ini çevreleyen tartışmayı inceleyen makale, Yapay Zekâ’nın metinden görüntüye modeller aracılığıyla tarihsel imgeyi yeniden yapılandırmadaki rolünü soruyor. Sonuç olarak, fotoğrafçılık akışkan, döngüsel ve rizomatiktir; gerçek anlamda "sonrası -post" olmamış, ancak gerçeklik ve kurgunun katı ikiliklerinin ötesinde sürekli olarak gelişmiştir.

ANAHTAR KELİMELER

Fotoğraf Teorisi, İndeksellik, Referans, Rizom, Gerçeklik, Yapay Zekâ


Ozan YAVUZ | Photography: A Phantom Truth

ABSTRACT

Photography has always possessed a spectral quality. Contrary to dominant theoretical perspectives, its connection to reality is not inherently tied to the camera or camera obscura. The traditional discourse- centered on indexicality, causality, and reference -has deeply shaped photographic education and interpretation. Scholars like Bazin, Peirce and Krauss have emphasized photography’s automatic nature and its link to reality, yet recent perspectives challenge these assumptions. Toister, drawing from Flusser, redefines photography as a field of overlapping practices rather than a singular medium. Fontcuberta, in turn, aligns photography with illusion and the ghostly rather than objective representation. Photography predates its mechanical invention, rooted in mystical and metaphysical traditions. Examining the controversy surrounding Capa’s Falling Soldier, the essay explores AI’s role in reconstructing historical imagery through text-to-image models. Ultimately, photography is fluid, cyclical, and rhizomatic—never truly “post” but continuously evolving beyond rigid binaries of reality and fiction.

KEYWORDS

Photography Theory, Indexicality, Reference, Rhizome, Reality, Artificial Intelligence

Ever since the fifteenth century, Occidental civilisation has suffered from the divorce into two cultures: science and its techniques-the 'true' and the 'good for something'-on the one hand; the arts-beauty-on the other. This is a pernicious distinction. Every scientific proposition and every technical gadget has an aesthetic quality, just as every work of art has an epistemological and political quality. More significantly, there is no basic distinction between scientific and artistic research: both are fictions in the quest of truth (scientific hypotheses being fictions). Electromagnetized images do away with this divorce because they are the result of science and are at the service of the imagination. They are what Leonardo da Vinci used to call 'fantasia essata'. A synthetic image of a fractal equation is both a work of art and a model for knowledge.
Vilém Flusser, 1986

Photography has always had a ghostly character. Contrary to the early and dominant theorists, the connection or ontology of photography with reality was not actually related to the camera or camera obscura. Here, the dominant discourse that concerns the majority and draws photography to itself, the theories created by the concepts of reference, trace, indexicality and causality, have become so entrenched that photography education, as in most geographies, has not been able to go beyond this theory in our country. The influences of theorists such as Andre Bazin (1960), Charles Sanders Peirce (Lefebvre, 2007), Roland Barthes (1981), Rosalind Krauss (1977a; 1977b) and Walter Benjamin (1972), while confronting photography only with the question of whether it is real or not, have also attracted postmodern discourse and have brought the automatic nature of photography and its indexical relationship with reality to the forefront. Based on this interpretation, Toister adopts the concept of similarity in reassessing the ontology of photography – arguing that photography should be understood as a set of diverse practices with overlapping characteristics rather than as a medium with a single defining feature. The author ultimately argues that photography is not a unified medium with a fixed essence, but rather as a set of media with diverse characteristics. Drawing on the philosophy of Vilém Flusser, Toister (2020) reinterprets the term “photography” not as “light” but as “appearance”, allowing photography to contain illusions and possibilities beyond fixed realities. In parallel, Fontcuberta’s argument regarding the literal definition of photography is related to “ghost” and “imagination (or dream, imagination, fiction)” in relation to appearance, rather than “brightness (light)” or “spark”. Here, Fontcuberta unwittingly refers to the classical again, to Walter Benjamin’s (1999) ability to see and commission photography as a savior of history, to moments of gleaming. Fontcuberta (1997, p. 166) argues that photography is more concerned with appearances - illusions or phenomena - rather than an objective reality derived from light. He criticizes the historical role of the medium as a means of representing reality and instead argues that photography should be understood as "the writing of appearances" and is inherently linked to illusion and constructed meaning.

Therefore, photography is not a camera obscura first of all [1] . Because before it became a camera obscura, the idea of photography always existed in the Platonic and Neoplatonian period. According to Mikuriya, the invention of photography is only a material manifestation of what has always existed. The existence of photography at the root of this emergence can be revealed in the roots of Western metaphysics, in the discourses of magic, mysticism and spiritual practice (2017,11). Slater (2017) explains these images by arguing that the scenario revealed by the diaroma exceeds the objective goal of modernity to explain the mysteries of the world. Photography, on the contrary, revives enchantment. Paradoxically, it aims to re-enchant the world with natural magic rather than rational analysis. In this sense, the diaromas created by Daguerre were not just representations; they were simulations full of immersive virtual experiences. Photography is, in a sense, a rhizomatic event: a fluid, cyclical and ghostly image. Therefore, photography has never been post-. The aftereffect is the state of the image disintegrating, becoming fluid, waiting for a new rethinking process that needs time to emerge, just to overcome the dominant discourse. In other words, it is the field of image study that necessitates the end of the discourses of the first theorists who created dichotomies such as reality and truth. Likewise, as Fontcuberta also states, post-photography is not a new technique, style or movement in the digital age, but a complete rethinking of the image. In a time when the internet and social media are proliferating, it uses new media in both its theory and practice as a way of investigating what constitutes the post-photographic image (Moreiras, 2017).

Now, since 2014, we are immersed in the images produced by the machine learning model Generative Adversarial Networks (GAN; Goodfellow et al, 2014), which consists of two neural networks working in opposite directions to produce new data. The first topic of discussion was, of course, whether these images were photographs or real. In her definition of “mean images,” Hito Steyerl (2023) redefines these images in the context of machine learning (ML) and artificial intelligence (AI), arguing that images generated by AI are no longer bound to the indexicality of traditional photography, but instead represent statistical representations, that is, images generated according to probabilities rather than real-world references. Steyerl compares this change to historical traditions of photography, which relied on the direct effect of light on film or sensors. Rather than recording reality, AI-generated images average out large data sets, producing “mean images” in both a statistical sense (mathematical average) and a socio-political sense (pejorative, reductionist, and shaped by societal biases), she says. [2]

We can reconsider this dual approach through Robert Capa’s famous photograph, The Falling Soldier. Following its capture, the image became the center of intense debate, with critics questioning whether it was an authentic moment or a staged composition. Richard Whelan (2017) explains the inextricable situation of the photograph as follows: “I struggled with the dilemma of how to deal with a photograph that was believed to be real, but was not a genuine document. With a title that spoke of the doubts raised about its authenticity? Did the stain of doubt render it permanently ineffective? Should Capa’s photograph be consigned to the dustbin of history? As I will try to show here, the truth about the “Falling Soldier” is neither black nor white. It is neither a photograph of a man pretending to be shot nor an image taken at a moment we would normally recognize as the heat of battle.” Leaving us in a ghostly space, this photograph reveals the photograph’s intention to document something that does not exist. We may define this as fiction or propaganda. On the other hand, the definition of photographs produced by artificial intelligence is that they are not real because they are data belonging to another data set. The photographs produced with this data have been called non-human photography (Zylinska, 2017), neural photography (Zylinska, 2023) or hyperobject [3] . From here, let’s consider Capa’s photo again with a GAN-based text-to-image model, which is a type of artificial intelligence that uses machine learning algorithms to understand the meaning of a text prompt and generate a corresponding image, that is, it generates images based on a textual description provided as input. Let’s assume that Capa actually saw the moment of the incident and was unable to photograph it even though he had a camera in his hand. To obtain the “Falling Soldier” photo, let’s use the following text about the moment of the incident: “A Republican soldier at the moment of death. The soldier, shot in the head, falls backwards with his rifle flying out of his right hand. The soldier is wearing civilian clothes, trousers and a white shirt with the sleeves rolled up, but he is wearing a leather cartridge belt around his waist. The photo is set from a low angle in a rural area with the sky as the background.”

Re-creation of Robert Capa's "Falling Soldier" photograph by adding text to the Leonardo AI program

Therefore, we only have a text that we can convey the moment of the event. When we enter this text, the photograph that appears before us shows us another moment of the fallen soldier that we have never seen before or that is similar to the original. As a medium without a camera obscura, that is, without a camera, it presents us with the photograph of the text requested, even if it is synthetic: It is neither a photograph of a man acting as if he has been shot, nor is it an image taken at a moment that we would normally consider the heat of battle: Fluid, cyclical, that is, rhizomatically, without any reason, in a ghostly way, just like in Socrates' dream.

[1] Socrates’ dream, recounted in Plato’s Phaedo, includes a recurring vision of a woman in white telling him, “Make music and work on it,” which he ultimately interprets as an encouragement to pursue philosophy, the highest form of music. This dream, occurring on the brink of his death, resonates with photography’s ability to capture fleeting moments and suspend time in a revealing yet fatal moment. Derrida connects this dream to Socrates’ execution in Demeure, Athènes , likening the sudden appearance of the ship’s sails—a sign of his impending death—to the momentary nature of a photographic exposure, a flash of an image that appears and fades at the same time. Photography, like Socrates’ dream, interacts with light and overexposure, recalling the Neoplatonic notion that an encounter with the divine is overwhelmed by brightness, like an overexposed image. The dream also suggests an archetypal photographic process akin to a latent image waiting to be developed, reflecting the tension between revelation and concealment. Just as Socrates equated music with philosophy, both seeking to give form to the ineffable, photography shares this longing and attempts to grasp ephemeral realities through light and time. In this sense, Socrates’ dream becomes a metaphor for the photographic impulse to capture moments of illumination and mortality, always bounded by the boundaries of vision and disappearance. See Mikuriya, J. T. (2017). A history of light: The idea of photography. Bloomsbury.

[2] The dataset or big data required for the formation of the average image not only reveals different problems in terms of anthropology, politics, sociology and ecology, but also ignites the typical comparison mentioned above in terms of photographic ontology. In this sense, such a situation brought about by data colonization also brings up a series of different problems, from bringing up a different dimension of historical colonialism between the Global South and the Global North to ecological degradation. See: Thatcher, J., O’Sullivan, D., & Mahmoudi, D. (2016). Data colonialism through accumulation by dispossession: New metaphors for daily data. Environment and Planning D: Society and Space, 34(6), 990–1006. https://doi.org/10.1177/0263775816633195

[3] The definition of a hyperobject can be applied to AI-based photography as an object that can emerge in a fluid, data-driven large-scale structure: “In Ecological Thought, I introduced the term hyperobject to refer to things that are vastly distributed in time and space relative to humans. A hyperobject could be a black hole. A hyperobject could be the Lago Agrio oil field in Ecuador or the Florida Everglades. A hyperobject could be the biosphere or the Solar System. A hyperobject could be the sum of all the nuclear materials on Earth; or it could just be plutonium or uranium. A hyperobject could be a very long-lived product of direct human production, like Styrofoam or plastic bags, or the sum of all the whirring machines of capitalism. Thus, hyperobjects are ‘hyper’ relative to some other entity, whether or not they were directly produced by humans.” (Morton, 2013: 1)

REFERENCES

  • Barthes, R. (1981); Camera Lucida. Hill and Wang.
  • Bazin, A., & Gray, H. (1960); The Ontology of the Photographic Image. Film Quarterly, 13(4), 4–9. https://doi.org/10.2307/1210183
  • Benjamin, W. (1972); A Short History of Photography (S. Mitchell, Trans.). Screen, 13, 5–26.
  • Benjamin, W. (1999); Theses on the Philosophy of History. In H. Arendt (Ed.), Illuminations (pp. 245–255). Random House.
  • Flusser, V. (1986); The Photograph as Post-industrial Object: An Essay on the Ontological Standing of Photographs. Leonardo, 19(4), 329–332. https://doi.org/10.2307/1578381
  • Fontcuberta, J. (1997); El Beso de Judas: Fotografía y Verdad. Editorial Gustavo Gili.
  • Goodfellow, I., et al, (2014). Generative Adversarial Nets. Advances in Neural Information Processing Systems, 27.
  • Krauss, R. (1977a); Notes on the Index: Seventies Art in America. October, 3, 68–81.
  • Krauss, R. (1977b); Notes on the Index: Seventies Art in America. Part 2. October, 4, 58–67.
  • Lefebvre, M. (2007). The Art of Pointing: On Peirce, Indexicality, and Photographic Images. Photography Theory, 2, 220–244.
  • Mikuriya, J. T. (2017); A History of Light: The Idea of Photography. Bloomsbury.
  • Moreiras, C. (2017); Joan Fontcuberta: Post-photography and the spectral image of saturation. Journal of Spanish Cultural Studies. http://dx.doi.org/10.1080/14636204.2016.1274496
  • Morton, T. (2013); Hyperobjects: Philosophy and Ecology After the End of the World. University of Minnesota Press.
  • Slater, D. (2017); Photography and Modern Vision: The Spectacle of ‘Natural Magic’. In Visual culture (pp. 218–237). Routledge.
  • Steyerl, H. (2023);. Mean Images. New Left Review, 140(1), 82-97. http://newleftreview.org/issue
  • Thatcher, J., et al, (2016); Data Colonialism Through Accumulation by Dispossession: New Metaphors for Daily Data. Environment and Planning D: Society and Space, 34(6), 990–1006. https://doi.org/10.1177/0263775816633195
  • Toister, Y. (2020); Photography from the Turin Shroud to the Turing Machine. Intellect.
  • Whelan, R., & International Center of Photography. (2007); This is War!: Robert Capa at Work (1st ed.). International Center of Photography; Steidl.
  • Zylinska, J. (2017); Nonhuman Photography. MIT Press.
  • Zylinska, J. (2023); The Perception Machine: Our Photographic Future Between the Eye and AI.; MIT Press

BIOGRAPHY

Ozan Yavuz is a lecturer at Middle East Technical University. He completed his PhD in Art and Design at Yıldız Technical University in 2019 with a dissertation that explored historical metafiction, photography, migration, and personal narrative. He contributed to the co-translation of The Education of a Photographer and published his book Anthropology and Photography: On Method and Representation with Espas Art and Theory Publications in 2020. In 2024, he edited the book Advances in Visual Methodology, co-translating it with Gülay Doğan, also published by Espas. Yavuz has held four solo exhibitions: Workers (Patti and Rusty Rueff Galleries, Purdue, Indiana, USA, 2016), Lily and Wild Pear (Halka Art Project, Istanbul, Turkey, 2019), Noir (Firuzen Olşen Gallery, Ankara, 2023), and The Taste of Salt (Fotokolektif, Ankara, 2024). He is also engaged in in-game photography and has participated in exhibitions such as MetaNature (May 18-21, 2023, Eindhoven FotoFestival – Art and Technology) and The Americans (Feb 9-12, 2023, Rotterdam Photo – Freedom Redefined). His research interests include visual anthropology, in-game photography, AI-generated imagery, and photography theory.

Akademisyen, Araştırmacı / Academician, Researcher
TÜRKİYE
Doç. Dr., Altınbaş Üniversitesi
hulya.sahiner@altinbas.edu.tr

ÖZGEÇMİŞ

Hülya Toksöz Şahiner, 1990 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde Lisans eğitimini tamamladı. 1992-93 California State University Los Angeles’da başladığı MFA çalışmalarını 1993-94 Claremont Graduate University’de tamamlayarak, MFA derecesi ve 1995-2002 M.S.Ü. S.B.E.’den “Sanatta Yeterlik” derecesi aldı. Sanatsal ve akademik çalışmalarını, yirmi yılı aşkındır bir süredir yürüten Şahiner, 2012 yılında Doçent unvanı almıştır. 2015-16 Güz ve Bahar döneminde akademisyen sanatçı olarak davetli bulunduğu New York’da, üç boyutlu dijital tasarım ve çoğaltma tekniklerine yönelik çalışmalar yapan sanatçı, akademisyen olarak görev aldığı İstanbul Altınbaş Üniversitesi’nde Grafik Tasarım Bölüm Başkanlığını sürdürmektedir.

Hülya Toksöz ŞAHİNER | Yapay Zekâ Çağında Fotoğrafın Yeniden Keşfi ve Görsel İletişim

ÖZET

Yapay Zekâ (AI) ve algoritma teknolojilerinin ortaya çıkışı, fotoğrafın çehresini önemli ölçüde değiştirerek görsel iletişim paradigmasında yeni anlayışların ortaya çıkmasına ve bu süreçlerin yeniden gözden geçirilmesine olanak sağlamıştır. Fotoğraf görünenin çekilmesi (yakalanması) ya da kadraja alınanın kaydedilmesi, çoğaltılabilmesi ya da imajların sanatçı tarafından çoklu ortamlarda deneysel olarak üretilmesi için farklı teknik ya da teknolojilerin kullanıldığı bir iletişim aracıdır. Günümüzde gelişen Yapay Zekâ teknolojileri fotoğrafın üretim, ifade ve anlatı süreçlerinde geleneksel doğasının sınırlarını hem biçimsel hem de içeriksel düzeyde aşabilen nitelikler kazanmasını sağlamaktadır. Fotoğraf böylece farklı ifade yollarının ortaya çıktığı, akışkan, düzenlenebilir, kurgusal ve tamamen yeniden üretilebilir hale gelmiştir.

Bu durum, fotoğrafın yalnızca üretilme süreçlerinde değil, aynı zamanda alımlanma biçimlerinde de ezber bozan değişikliklere yol açmıştır.
Böylece GAN'lar (Generative Adversarial Network: Üretken Çekişmeli Ağ), dijital resim düzenleme algoritmaları ve derin öğrenme resim oluşturucuları gibi Yapay Zekâ teknolojilerinin görsel iletişim kurma şeklimizi değiştirdiği günümüzde fotoğrafların oluşturulması, anlamlandırılması ve güvenirliği de yeniden inşa edilmektedir. Bu bildiride, görüntülerin niteliklerini iyileştiren, değiştiren ve çeşitlendiren algoritmaları ele alınacak, bu teknolojilerin özgünlük, yaratıcılık, müelliflik ve etik açılardan yarattığı tartışmalı süreçler açımlanmaya çalışılacaktır. Fotoğraf ve Yapay Zekâ arasındaki ilişkiyi keşfederek, bu evrimin kültürel etkileri ve görsel medyanın geleceği hakkındaki anlayışımızı nasıl yeniden şekillendirdiği irdelenecektir.

ANAHTAR KELİMELER

Yapay Zekâ, Üretken Çekişmeli Ağlar, Deepfake Teknolojisi, Dijital Medya Etiği, Görsel İletişim, Görüntü İşleme

Giriş
Başlangıcından bu yana teknolojik devrimlerle birlikte gelişen bir sürecin en önemli tanığı olan fotoğrafın icadı hiç kuşkusuz ki insanlığın en önemli dönüm noktalarından biridir. Işığın yüzeye kaydedilmesine dayanan analog teknolojilerin zamanla sayısal sinyal işleme ve kodlama sistemlerine dönüşmesi, görüntülerin üretilme, dağıtılma ve tüketilme biçimini yeniden şekillendirmiştir. Analogdan dijital fotoğrafçılığa geçiş, görüntü oluşturmayı daha da demokratikleştirerek, fotoğrafı günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir.

Görsel bilişim (visual computing) teknolojileri ve GAN'lar gibi Yapay Zekâ sistemleri artık standart fotoğrafçılık süreçlerine dahil edilmiştir. Örneğin görüntü düzenleme uygulamaları, fotoğrafın çekildiği sıradaki ortam şartlarını iyileştirecek ya da değiştirecek bir hassasiyetle, parlaklık ve kroma dengesinden, doku ve keskinliğe kadar, görüntülere ince ayar yapılmasına olanak tanımaktadır. Öte yandan GAN'lar tamamen yeni, tipik olarak hiper-gerçekçi görüntülerin yaratılmasına izin vererek gerçek fotoğraflara benzeyen ancak daha önce var olmamış görsel çıktılar üretebilirler. Bu teknolojiler, yaratıcılığın sınırlarını yalnızca algoritmalar üzerinden geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda özgünlük, yaratıcılık, müelliflik ve etik gibi geleneksel kavramlara da meydan okuyarak, fotoğrafın içeriksel ve işlevsel rolü üzerine de yeni tanımlar ve tartışmalar yaratıyor.

Fotoğrafçılıkta AI destekli uygulamaların yaygın erişilebilirliği önemli kültürel, sosyal ve etik tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Yapay Zekâ destekli araçlar profesyonellerin yanı sıra amatör fotoğrafçılara da destek vererek, fotoğrafın herkes tarafından üretilebilir ve erişilebilir bir sanatsal ifade, görsel hikâye anlatım öğesi ve iletişim aracı olmasına olanak sağlıyor. Bununla birlikte, Yapay Zekâ ile fotoğrafçılık arasındaki etkileşim salt teknolojik gelişmelerin ötesine geçerek, kurgu ile belgeleme arasındaki sınırları yeniden tanımlamış, geleneksel fotoğraf estetiğinin nasıl algılandığını etkilemiştir. Bir zamanlar kadrajdakinin ilk elden temsili olarak görülen fotoğrafçılık, artık sentetik imgelerin, artırılmış algının ve algoritmik yaratıcılığın görsel okuryazarlığımızı zorladığı karmaşık bir hal almaktadır. Yapay Zekâ tarafından oluşturulan deepfake'ler, algoritmik sistemlerle görsellerin otomatik olarak geliştirilmesi, görsel güvenilirlik ve manipülasyona dair soruları da beraberinde getirmektedir.

Bu konudaki soruları başlatan ilk örneklerden biri Mart 2023’de Sony Dünya Fotoğrafçılık Ödülleri, yaratıcı fotoğraf kategorisinde ödül kazanan PSEUDOMNESIA: The Electrician adlı yaşlı bir kadının genç bir kadını kucakladığı siyah-beyaz bir fotoğraf olmuştur. Alman sanatçı Boris Eldagsen’in, Yapay Zekâ’ya ürettirilen bir görüntüyü "arsız maymun" rumuzuyla bir fotoğraf yarışmasına gönderdikten sonra, bu yarışmada ödüle layık görülmesi, Yapay Zekâ’nın sanat dünyasındaki yeri hakkında bir tartışma başlatmış oldu. Çalışmanın ödüle layık görülmesinin nedeni basın bülteninde; "akıldan çıkmayan" ve "1940'ların aile portrelerinin görsel dilini anımsatan" olarak duyuruldu. Ancak Berlin'de yaşayan sanatçı Boris Eldagsen ödülü geri çevirdi. Çalışmasının aslında özğün bir fotoğraf olmadığını açıkladı: Bunu, bir Yapay Zekâ görüntü üreteci olan DALL-E 2'nin yaratıcılığıyla hazırlamıştı. Eldagsen, web sitesinden yaptığı açıklamada; "[Yarışmaların] Yapay Zekâ görüntülerinin girmesi için hazır olup olmadığını öğrenmek için ‘arsız bir maymun’ rumuzuyla başvurdum." dedi. Bu durum Yapay Zekâ tarafından oluşturulan veya desteklenen görüntülerin sanat olarak kabul edilip edilemeyeceği konusunda yoğun tartışmalara yol açmıştır (Parshall, A. 2023; Glynn, P. 2023).

Boris Eldagsen tarafından DALL-E 2'ye ürettirilen PSEUDOMNESIA: The Electrician, 2023.

Fotoğrafçılıkta Yapay Zekâ ve Algoritmalar
Yapay Zekâ teknolojileri, manuel olarak yapıldığında tonlarca enerji ve zaman alacak karmaşık görevleri basitleştirmekte, otomatik ayarlamalar, makine öğrenimi destekli kompozisyon ve görüntü oluşturma yoluyla fotoğrafçılıkta devrim yaratmaktadır. Örneğin, Adobe Sensei GAN AI Sinir Ağları tamamen sentetik görüntüler üretiyor, videoyu otomatik olarak rotoskopla görüntülüyor, Yapay Zekâ destekli kameralı telefon uygulamaları kendi başlarına ışığı değiştirebiliyor, akıllı ayarlamalar yapabiliyor ve nesneleri tanıyabiliyor. Bu tür gelişmeler yaratıcı süreci kolaylaştırırken, Yapay Zekâ destekli bir ortamda üretilen görüntülerin, sanat ve fotoğraftan, orijinal fotoğraftan ayırt etmeyi giderek zorlaştırıyor, Yapay Zekâ ve algoritmalar çağında sanatçı, fotoğrafçı ve müellif rolünü de yeniden gündeme getiriyor.

Adobe Sensei Adobe'nin Yapay Zekâ (AI) ve Makine Öğrenimi (ML) teknolojisi olarak, Adobe'nin kataloğundaki açıklamasına göre Adobe Experience Cloud, Creative Cloud ve Document Cloud dahil olmak üzere Adobe platformunda çok yönlü olarak kullanılabilmekte.

Yapay Zekâ Destekli Görüntü İyileştirme Araçları
Fotoğrafçılıkta Yapay Zekânın en yaygın ve erişilebilir kullanımı belki de otomatik görüntü iyileştirme uygulamalarıdır. Adobe Photoshop'un Neural Filters veya Skylum'un Luminar AI gibi Yapay Zekâ destekli yazılımları, bir fotoğrafın kompozisyonunu analiz edebilir ve bir profesyonelin dokunuşunu gerektirecek değişiklikleri uygulayabilir (Adobe, 2025; Skylum, 2025). Yazılım pozlamayı, renk sıcaklığını ve keskinliği otomatik olarak iyileştirebilir veya bir görüntüdeki istenmeyen nesneleri ortadan kaldırabilir. Örneğin, Luminar AI'nın Gökyüzü Geliştiricisi, bir görüntüdeki gökyüzünü tanımlamak ve görüntünün diğer bölümlerini değiştirmeden, kontrollü bir şekilde üst üste bindirerek renklendirmek ve dokuyu optimize etmek için, Yapay Zekyı kullanır. Bulutlu havalarda çekilen dış mekân fotoğrafları genellikle kasvetli ve soluk görünürler. Sky Enhancer AI gibi Yapay Zekâ uygulamaları, gökyüzünü anında daha canlı bir gün batımına veya kontrasta dönüştürebilir ve normalde donuk olan bu çekimi göz alıcı hale getirebilmektedir (Skylum, 2025).
Bu durum, Yapay Zekâ destekli fotoğraf uygulamalarının ne kadar yaratıcı ve üretken olduğunu göstermekte, fotoğrafçılar için, çoğu zaman teknik uzmanlık dersleri almak zorunda kalmadan, görüntülerle ilgili ayarlamalar yapmayı kolaylaştırmaktadır. Bu kapsamda; Zapier Otomasyon Platformu'na göre, 2024 için 30'a yakın fotoğraf düzenleme ve tasarım uygulamasının özellikleri incelenerek yapılan değerlendirmeler ve tercihlere göre en iyi bilinen ve etkili Yapay Zekâ görüntü düzenleyicileri olarak; Adobe Photoshop, Yapay Zekâ destekli bir fotoğraf editörü için Luminar Neo, Yapay Zekâ destekli bir tasarım uygulaması için Canva, kullanımı kolay bir çevrimiçi Yapay Zekâ editörü için Pixlr, mobil bir Yapay Zekâ fotoğraf editörü için Lensa olarak değerlendiriliyor (Guinness, 2024).

Reklam ve Moda İçin Yapay Zekâ Tarafından Üretilen Fotoğrafçılık
AI, kişiselleştirilmiş görsel içeriklerin oluşturulmasında, kullanıldığı reklam ve moda sektörlerini de etkilemeye başladı. NVIDIA'nın GauGAN ve Runway ML gibi araçları, fotoğrafçıların ve tasarımcıların yeni fikirleri anında denemelerine ve geleneksel yöntemlerle elde edilemeyecek görüntüler oluşturmalarına olanak tanıyor (NVIDIA, 2025; Runway, 2025).

Sektörel düzeyde, özellikle moda ve reklam fotoğrafçılığında, tamamen dijital olarak yaratılmış veya manipüle edilmiş moda fotoğrafları oluşturmak için algoritmaların üretken güçleriyle birlikte Yapay Zekâ’nın stilleri anlama yeteneğinden yararlanıyorlar. Örneğin; moda endüstrisi 2020 yılında AI modelleri ve sanal influencer'lar ile işbirliği yapmaya başladı (Jhawar, A. ve arkadaşları, 2023). Bunun bir örneği, AI kullanılarak yaratılan ve sosyal medyada geniş bir takipçi kitlesine sahip, sanal bir model olan Lilmiquela (Miguela Sousa)'dır. Prada ve Balenciaga gibi markaları tanıttığı, gerçekçi moda fotoğraf çekimlerinde yer almaktadır. Bu AI modelleri geleneksel fotoğrafçılık, reklamcılık ve hatta görsel içerikte, insan varlığına meydan okumaktadır (Hiort, A. 2021).

Görsel 3. AI kullanılarak yaratılan sosyal medyada fenomeni Lilmiquela (Miguela Sousa).

Üretken Çekişmeli (Karşıt) Ağlar (GAN'lar)
Bu algoritmalar, gerçek fotoğraflardan ayırt edilmesi çok zor olan tamamen yeni görüntüler oluşturabildiği için, büyük ilgi uyandırmaktadır. Algoritmaları gerçek dünya görüntülerinden oluşan devasa veri kümeleri üzerinde eğiterek, daha önce hiç oluşturulmamış hiper-gerçekçi sentezlenmiş görüntüler oluşturarak, “gerçek” tanımının yeni bir kavramsallaştırmasını başlatmaktadır. GAN'lar, kurgusal portreler oluşturmaktan fotogerçekçi binalar tasarlamaya kadar çeşitli sanatsal disiplinlerde kullanılmaktadır.

Yapay Zekâ ile yaratılan rondom yüz üretici sitesi This Person Does Not Exist tarafından insanların hiper-gerçekçi bir fotoğraf.
https://this-person-does-not-exist.com/en [Erişim Tarihi: 16.03.2025]

Örneğin; GAN'ların en popüler kullanımlarından biri, var olmayan ve yalnızca Yapay Zekâ tarafından yaratılan insanların hiper-gerçekçi fotoğraflarını içeren bir rondom yüz üretici sitesi olan This Person Does Not Exist'tir (https://this-person-does-not-exist.com/en). O kadar gerçekçidirler ki, gerçek kişileri fotoğraflardan ayırt etmek neredeyse imkansızdır. Ticari dünyada moda markaları, sanal kıyafet denemelerinde veya reklam panolarında kullanılmak üzere bilgisayar yapımı modeller oluşturmak için GAN'ları kullanarak gerçeklik ve kurgu arasındaki ayırımı belirsizleştirmektedir (Karras, T. ve arkadaşları, 2019).

Deepfake Teknolojisi ve Etik Kaygılar
Yapay Zekâ yaratıcılığı artırabilirken, aynı zamanda etik zorlukları da beraberinde getirmektedir. Video ve fotoğraflardaki yüzleri başka kişilerin yüzleriyle değiştirmek için Yapay Zekâ’yı kullanan Deepfake teknolojisi, yanlış bilgilendirme ve manipülasyon potansiyeli ile ilgili sorunları gündeme getirmiştir (Chesney, R. ve Citron, D. K. 2019). Deepfake'ler bireylerin söylemedikleri bir şeyi söylemiş ya da yapmış gibi gösterme kabiliyetine sahiptir ve bu da siyaset, medya ve eğlence alanlarında nasıl kullanılacaklarına dair endişeleri artırmıştır. Özellikle; Yapay Zekâ’nın ve Deepfake teknolojisinin kamuoyunu nasıl etkileyebileceğini göstermek için sanatçıların ve araştırmacıların gösteri amaçlı olarak ürettikleri “deepfake haberler” bu durum için çarpıcı örnekler teşkil etmiştir. 2018'de Washington Post haber kuruluşu, Yapay Zekâ’nın Barack Obama'nın yüzünü ve sesini sentezlediği bir video hazırlayarak Obama'nın hiç yapmadığı bir konuşmayı yapıyormuş gibi görünmesini sağlamıştır (The Washington Post, 2018) (Vaccari, C. ve Chadwick, A. 2020). Bu, AI'ın izleyicileri nasıl etkileyebileceğini, fotoğraf ve video kanıtlarının gerçekliği nasıl çürütebileceğini göstermektedir.

Mirage, altyazılara göre konuşan videolar oluşturmak ve düzenlemek için tasarlanmış dünyanın ilk Yapay Zekâ UGC (User-Generated Content / Kullanıcı Tarafından Oluşturulan İçerik) modelidir. Mirage, lisans kısıtlamalarından tamamen muaf, doğal ifadelere ve beden diline sahip orijinal aktörler üretir.

Fotoğrafçılığın Yapay Zekâ’ya giderek daha fazla bağımlı hale gelmesinin bir sonucu olarak, fotoğrafların meşruiyeti ve gerçekliği konusunda doğal endişeler bulunmaktadır. Fotoğraf üretme araçları geliştikçe gerçeklik ve kurgu arasındaki ayrımı yapmak zorlaşıyor. Bu durum, görsel medyanın kültürel anlatılar inşa etmede ve kamu algısını etkilemede bu kadar etkili olduğu bir dönemde özellikle endişe vericidir (McQuillan, D. 2020). Yapay Zekâ’nın sanatsal, siyasi veya ticari olsun, şaşırtıcı bir hassasiyetle fotoğraf işleme ve üretme yeteneği, fotografik içeriğin doğruluğunu teyit etmek için önemli zorluklar ortaya çıkarmaktadır. Deepfake'ler, çarpıtılmış fotoğraflar ve yanlış bilgilendirmeler, görsel malzemenin görünüşteki geçerliliğini çoktan aşındırmaya başladığı için artık neyin yapay neyin gerçek olduğunu söylemeyi giderek zorlaştırıyor.

Barack Obama'nın yüzünü ve sesini sentezlediği bir video hazırlayarak Obama'nın hiç yapmadığı bir konuşmayı yapıyormuş gibi gösteren Deepfake Haber (The Washington Post, 2018).

Bu sorunlara rağmen, AI fotoğrafçılığının ilerlemesi aynı zamanda fotoğraf üretimini demokratikleştirmekte, daha fazla bireyin, özel ekipmana veya yüksek teknik yeterliliğe ihtiyaç duymadan fotoğraf düzenleyebilmesine ve görüntü oluşturmasına izin vermektedir. AI platformları ve uygulamaları, fotoğrafçılık konusunda hiç deneyimi olmayan ya da çok az deneyimi olan amatör fotoğrafçıların profesyonel kalitede fotoğraflar üretmesine olanak tanıyarak, yaratıcı üretim için yeni yollar açarken alanı herkes için eşitlemekte ve erişilir kılmaktadır (Elgammal, A. ve arkadaşları, 2017). Bireylerin çoğu için AI, geleneksel fotoğraf pratiğinin sınırlarının ötesini keşfetme ve yeni estetik fikirleri ve teknikleri deneme fırsatı sağlayan bir araçtır.

Ancak fotoğrafçılığın AI aracılığıyla demokratikleştirilmesi, fotoğrafçının bir sanatçı olarak rolünü ve fotoğrafçılık eyleminde insan hayal gücünün değerini de sorguluyor. Şu anda olduğu gibi tek taraflı olsa da AI insanlar tarafından üretilenlere eşit veya onlardan daha iyi görüntüler üretebilmektedir. Bu nedenle, sanatı neyin/ kimin ürettiği, insanlar ve makineler tarafından üretilen sanat arasında herhangi bir ayrım olup olmadığı konusunda tartışmalı bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. AI yapımı bir fotoğraf hala fotoğraf mıdır, yoksa görsel sanatlarda yeni ve farklı bir şey midir? AI gerçek bir yaratıcı ortak olarak kabul edilebilir mi, yoksa yalnızca insanın hayal gücünü genişleten bir araç mıdır?

AI'ın fotoğrafçılık üzerindeki etkisi, bireysel düzeyin ötesinde derin kültürel, sosyal ve endüstriyel sonuçlara sahiptir. Kültürel bir perspektiften bakıldığında, AI aracılığıyla yaratılan görüntülerin her yerde bulunması, sanat ve onu yaratanlara ilişkin eski varsayımlara meydan okuyor. Bireylerin daha fazla izlediği, gözlemlediği ve internet aracılığıyla fotoğraflarını paylaştığı bir çağda, AI ile fotoğraf düzenleme, her gün televizyonda, haber bültenlerinde, sosyal medyada veya internet haberlerinde gösterilen fotoğrafların gerçek olup olmadığını sorgulatıyor. Teknik olarak son derece gerçekçi ancak tamamen uydurma görüntüler yaratma yeteneği, kamu duyarlılığını etkileyebilir, yeni propaganda biçimleri yaratabilir ve görsel medyaya ilişkin dezenformasyon ve şüphecilik sorunlarını daha da kötüleştirebilir (Roshan, F. 2023).

Sektörel amaçlı olarak fotoğraf üretimi ve düzenlenmesinde Yapay Zekâ destekli sistemlerinden yararlanılmaktadır. Günümüzde reklamcılık, medya ve eğlence alanlarında giderek yaygınlaşan Yapay Zekâ çözümleri daha önce zaman alan ve pahalı olan süreçleri otomatikleştirmektedir. Örneğin; Yapay Zekâ, reklamlarda, insan fotoğrafçıların yerini aldı ve büyük miktarlarda görsel içeriğin toplu olarak oluşturulmasını sağlayabiliyor. Bu değişim, daha verimli ve uygun maliyetli olsa da iş yerinde ve görsel iletişime dayalı endüstrilerde, insan hayal gücünün yerini alması konusunda endişeleri de beraberinde getirmektedir (Roshan, F. 2023).

Yapay Zekâ zamandan ve ekonomiden tasarruf sağlayan sektörel çözümler sunar.

Sonuç olarak; Yapay Zekâ ve algoritmik çağ, fotoğrafçılığa hem fırsatlar hem de zorluklar getirmiştir. Yapay Zekâ teknolojisinin fotoğrafçılıktaki hızlı ilerleyişi, fotoğrafın görsel iletişimdeki yerine yenilikçi ve pratik gelişmeler, çözümler ve daha fazla erişilebilirlik kazandırabilir ancak bu, başta özgünlük, yaratıcık, orijinallik, müelliflik, doğruluk, yanıltıcılık ve etik olmak üzere özellikle görsel iletişim alanında önemli sorunların ortaya çıkma potansiyelini de beraberinde getirmektedir. Yapay Zekâ’nın fotoğraf uygulamalarını yeniden şekillendirmesiyle birlikte, görsel iletişim süreçlerini etkin ve güvenilir bir şekilde geliştirmek için görüntü analizi, eleştirel medya okuryazarlığı ve etik standartlarını geliştirmek önem arz etmektedir. AI teknolojisinin görüntüyü daha fazla demokratikleştiren devrim niteliğindeki olanaklarını fotoğrafçılığa dahil ederek görsel iletişim olanakları daha da genişletilebilir. Ancak Yapay Zekâ ile üretilen görüntülerin güvenirliğine ilişkin endişeler henüz yeterince giderilemediğinden şimdilik bu çığır açıcı gelişmelerin bizi nereye sürüklediğini öngörmek de pek kolay değil.

KAYNAKÇA

  • Adobe. (2020); Neural Filters in Photoshop; Retrieved from https://www.adobe.com
  • Chesney, R., & Citron, D. K. (2019); Deep Fakes: A Looming Challenge for Privacy, Democracy, and National Security. California Law Review, 107(6), 1753-1803; https://shorturl.at/PsB57 [Erişim Tarihi: 16.03.2025]
  • Hiort, A., (2021); “Virtual Influencers: The Future of Fashion”. VirtualHumans; https://shorturl.at/u34bA [Erişim Tarihi: 16.03.2025]
  • Elgammal, A., Liu, B., Elhoseiny, M., & Mazzone, M. (2017); CAN: Creative Adversarial Networks, Generating" Art" by Learning About Styles and Deviating from Style Norms. arXiv preprint arXiv;1706.07068. [Erişim Tarihi: 16.03.2025]
  • Goodfellow, I., Pouget-Abadie, J., Mirza, M., Xu, B., Warde-Farley, D., Ozair, S., … & Bengio, Y. (2014); Generative Adversarial Nets. In Advances in Neural Information Processing Systems (pp. 2672-2680); https://shorturl.at/c3u7l [Erişim Tarihi: 16.03.2025]
  • Guinness, H. (2024); “The Best AI Photo Editors”. Zapier Automation Platform; https://shorturl.at/g8mHy
  • Glynn, P., (2023); “Sony World Photography Award 2023: Winner refuses award after revealing AI creation.”; https://short-link.me/15ADy , https://short-link.me/15ADG [Erişim Tarihi: 16.03.2025]
  • Jhawar, A., Kumar, Pr., Varshney, S. (2023); “The emergence of virtual influencers: a shift in the influencer marketing paradigm” Young Consumers Insight and Ideas for Responsible Marketers 24(5) DOI:10.1108/YC-05-2022-1529; https://short-link.me/11qGO [Erişim Tarihi: 16.03.2025]
  • Karras, T., Aila, T., Laine, S., & Lehtinen, J. (2019); A Style-Based Generator Architecture for Generative Adversarial Networks; In Proceedings of the IEEE/CVF Conference on Computer Vision and Pattern Recognition (CVPR) (pp. 4401-4410).
  • McQuillan, D. (2020); The Impact of AI on Photography: A Critical Analysis; Journal of Visual Communication and Image Representation, 72, 103032.
  • NVIDIA. (2019); GauGAN: An AI Tool for Creating Photorealistic Images from Sketches; Retrieved from https://www.nvidia.com [Erişim Tarihi: 16.03.2025]
  • Parshall, A. (2023, Nisan 18); “How This AI Image Won a Major Photography Competition” Scientific American; https://short-link.me/11qHB [Erişim Tarihi: 16.03.2025]
  • Roshan, F. (2023); “The Impact of AI on the Photography Industry”. IMAGO; https://short-link.me/15ABl # [Erişim Tarihi: 16.03.2025]
  • Runway. (2023); AI Tools for Creatives: Runway ML;Retrieved from https://runwayml.com [Erişim Tarihi: 16.03.2025]
  • Skylum. (2020); Luminar AI: Revolutionizing Photo Editing with Artificial Intelligence; Retrieved from https://skylum.com/luminar-ai [Erişim Tarihi: 16.03.2025]
  • Vaccari, C. and Chadwick, A. (2020, May 28); “‘Deepfakes’ are here. These deceptive videos erode trust in all news media.” Retrieved from The Washington Post; https://short-link.me/15AHr , https://short-link.me/15AHJ [Erişim Tarihi: 16.03.2025]

Hülya Toksöz ŞAHİNER | Rediscovery of Photography and Visual Communication in the Age of Artificial Intelligence

ABSTRACT

The emergence of Artificial Intelligence (AI) and algorithm technologies has significantly changed the face of photography, enabling the emergence of new understandings in the visual communication paradigm and the reconsideration of these processes. Photography is a means of communication in which different techniques or technologies are used to capture what is seen, or to record what is framed, to reproduce it, or to experimentally produce images in multiple media by the artist. Today, developing artificial intelligence technologies enable photography to gain qualities that can overcome the limits of its traditional nature in both formal and contextual levels in the processes of production, expression and narrative. Photography has thus become fluid, editable, fictional and completely reproducible, where different ways of expression emerge. This has led to game-changing transformations not only in the processes by which photography is produced, but also in the ways in which it is received.

Thus, as artificial intelligence technologies such as GANs, digital image editing algorithms and deep learning image generators are changing the way we communicate visually, the creation, interpretation and reliability of photographs are also being reconstructed. This paper will discuss algorithms that improve, modify and diversify the qualities of images, and try to elucidate the controversial processes that these technologies create in terms of originality, creativity, authorship and ethics. By exploring the relationship between photography and artificial intelligence, the cultural implications of this evolution and how it reshapes our understanding of the future of visual media will be examined.

KEYWORDS

Artificial Intelligence, Generative Adversarial Networks, Deepfake Technology, Digital Media Ethics, Visual Communication, Image Processing

Fotoğraf Sanatçısı, Yazar, Küratör / Photographer, Writer, Curator
TÜRKİYE
www.cemreyesil.com
www.filbooks.com
cemreyesil@me.com

ÖZGEÇMİŞ

Cemre Yeşil Gönenli İstanbul’da yaşayan bir fotoğrafçı ve sanatçı. Lisans eğitimini İstanbul Bilgi Üniversitesi, Fotoğraf ve Video bölümünde aldıktan sonra yüksek lisansını Sabancı Üniversitesi, Görsel Sanatlar bölümünde tamamladı. London College of Communication’ın Fotoğraf Bölümü’nde başladığı doktora programından 2017’de ayrılarak araştırmasına bağımsız olarak devam etti. İşleri The Guardian, International Centre of Photography New York, British Journal of Photography, Colors Magazine, La Fabrica, 6 mois, İstanbul Modern ve Salt Beyoğlu gibi yerlerde sergilendi ve yayınlandı.

2020 yılında çıkan kitabı Hayal & Hakikat, PhotoEspana 2021 Yılın Fotoğraf Kitabı Ödülüne layık görüldü. Aynı kitap hem Paris Photo Aperture Fotoğraf Kitabı ödülleri’nde Yılın Fotoğraf Kitabı kategorisine, hem de Recontres Arles 2021 Historical Book Ödüllerine aday oldu. 2014 ve 2021’de Amsterdam Photography Museum FOAM’ın Paul Huf Awards, 2016’da ING Unseen Awards ve Lead Awards’a aday gösterildi. Maria Sturm’la birlikte çalıştığı projesi For Birds’ Sake ile British Journal of Photography’nin Şubat 2015 sayısında takip edilmesi gereken 25 genç sanatçı arasında yer aldı. Aynı proje PHE OjodePez Award for Human Values and Renaissance Photography Prize, Arles Author Book Award and Prix Levallois Award’a aday gösterildi.

Eserleri Houston Center of Photography, New York Library, İstanbul Modern ve RISD Library’nin koleksiyonlarına dahil edildi. Halen Falmouth Üniversitesi Fotoğraf yüksek lisans bölümü ve İstanbul Bilgi Üniversitesi, Görsel İletişim Tasarımı lisans bölümünde ders vermekte olan Cemre Yeşil Gönenli aynı zamanda yazar, küratör ve yayıncı olarak da üretim yapmakta. Yakın zamanda Milli Reasürans Galerisi’ndeki sergisine paralel olan çıkan kitabı ‘Double Portrait’ PhotoEspana 2021 Best Photobook of the Year ödülüne aday oldu. 9 yıllık bir araştırma ve fotografik pratiğin ürünü olan bu kitap, çifte portre fotoğrafları, annenin kucağı ve yokluğu üzerine görsel ve metinsel denemelerden oluşuyor.

Cemre Yeşil Gönenli ayrıca Karaköy’de yer alan fotoğraf kitapları, sanatçı buluşmaları ve atölyelere adanmış olan ve 2017’de bir yayınevi olan FiLBooks’un kurucusu.

Cemre Yeşil GÖNENLİ | Hayal ve Hakikat - Bir Fotoğraf Projesi

ÖZET

Lütfen devam etmeden önce başparmağınızı ve işaret parmağınızı ölçün.

II. Abdülhamid, saltanatının 25. yılında, planlanan bir af için hazırlık olarak, mahkûmların elleri görünür şekilde fotoğraflanmalarını emretti. Bir suç romanında okuduğu, “başparmak eklemi işaret parmağı ekleminden daha uzun olan herhangi bir suçlunun cinayete meyilli olduğu” şeklindeki, sözde bilimsel bilgiden etkilenmiş.

O ölürse üzülür müydünüz?
– Çok.
– O zaman affedin.

“Hayal” (Rüya), bu mahkûmların affedilme arzusunu, tebaanın affedilmeyi bekleyen ellerini göstererek sembolize eder.

Öte yandan “Hakikat” (Gerçek), zincire vurulmuş ve ölüme mahkûm edilmiş mahkûmların gerçek koşullarını ortaya koyar.

Mahkûmların başlarını, sanki giyotinle kesilmiş gibi, çerçevenin dışında bırakmak, onları kurtarmak için bir jesttir; suçlular olarak kimliklerini yeniden kaydetmek, suçları ne olursa olsun onları bir kenara atmak için değil, onlara, ikinci bir şans vermek veya hatta özgürlüklerini geri vermek ve belki de onları affetmeye çalışmak için.

Bu fotoğraflar, 'Rüya' ile 'Gerçek' arasındaki çizginin sıklıkla endişe verici bir düzeyde bulanıklaştığı, içinde bulunduğumuz sıkıntılı döneme benzer bir ışık tutuyor. Baskı ve keyfi tutuklamaların olduğu bir zamanda, bu görüntüler tarih boyunca yazılmış özgür konuşma gibidir - sessiz bir protesto.

Hayal ve Hakikat, Türkiye'nin içinden geçtiği bu zor zamanlarda, keyfi olarak mahkum edilen veya bu güzel topraklardan ayrılmak zorunda kalan parlak insanlara adanmıştır.

ANAHTAR KELİMELER

Anahtar Kelimeler: Hayal, Hakikat, Hayal ve Hakikat, Baskı, Keyfi Tutuklamalar


Cemre Yeşil GÖNENLİ | Dream and Reality - A Photo Project

ABSTRACT

Please, measure your thumb and index finger before you continue.

Abdulhamid II, during the 25th year of his reign, ordered convicts to be photographed with their hands showing, in preparation for a planned amnesty. He has been moved by pseudo-scientific information he had read in a crime novel that “any criminal with a thumb joint longer than the index finger joint, is inclined to murder.”

Would you be upset if he dies?
– So much.
– Then, forgive.

“Hayal” (Dream) symbolizes the desire of these prisoners to be forgiven by showing the subjects’ hands awaiting forgiveness.

“Hakikat” (Fact), on the other hand, reveals the actual circumstances of the prisoners who are chained and sentenced to death.

Leaving the heads of the prisoners out of the frame, as if they had been cut by the guillotine is a gesture to save them; not to re-record their identities as criminals, discarding their crimes whatever they were, but rather to give them a second chance or even to give them back their freedom, and perhaps to try to forgive them.

These photographs shed a comparable light on the troubling era at hand, where the line between ‘Dream’ and ‘Fact’ is often blurred at an alarming level. In a time of repression and arbitrary detentions, these images are like free speech written through history —a silent protest.

Hayal & Hakikat is dedicated to bright people who are arbitrarily convicted or had to depart from this beautiful land in these difficult times that Türkiye is going through.

KEYWORDS

Imagination, Reality, Imagination and Reality, Repression, Arbitrary Arrests

BIOGRAPHY

Cemre Yeşil Gönenli is a Turkish photographer and artist living in Istanbul. Her BA in photography is from Istanbul Bilgi University and she holds an MA in Visual Arts from Sabancı University. In 2017, she dropped out her practice-based PhD in London College of Communication. Her work has been exhibited and published internationally including The Guardian, International Centre of Photography New York, British Journal of Photography, Colors Magazine, La Fabrica, 6 mois, Istanbul Modern Museum, and Salt Beyoğlu.

Her 2020 book Hayal & Hakikat was the winner of Best Photobook of the Year in PhotoEspana 2021 and the same book was shortlisted in Paris Photo Aperture Photobook Awards for the Photobook of the Year Category and Historical Book Award in Recontres Arles 2021. She was also nominated for the Paul Huf Award of Amsterdam Photography Museum FOAM in 2014 and 2021, for ING Unseen Talent Award 2016 and for Lead Awards 2016. British Journal of Photography - Ones to Watch issue (February 2015) introduced her amongst the 25 most promising new talents in global survey of emerging photographers with the work ‘For Birds’ Sake’ (in collaboration with Maria Sturm). The same work was finalist at PHE OjodePez Award for Human Values and Renaissance Photography Prize, Arles Author Book Award and Prix Levallois.

Her works are included in the collections of Houston Center for Photography, New York Library, Istanbul Modern Museum, and RISD Library. She currently lectures on photography in Falmouth University MA Photography and Istanbul Bilgi University BA Visual Communication Design. She also works as a writer, curator and publisher. Recently, she published her book titled ‘Double Portrait’ in paralel with her exhibition in Milli Reasürans Art Gallery which was shortlisted in PhotoEspana 2021 Best Photography Book of the Year Award. The work is an outcome of 9 years of research and practical work on photographic double portraiture; a hybrid book of photographs and essays on mother’s embrace and absence. Cemre Yeşil Gönenli is also the founder of FiLBooks; a space dedicated to photo books, artist talks and workshops which in 2017 became a publishing house in Karaköy, Istanbul.

Sanatçı, Akademisyen / Artist, Academician
TÜRKİYE
Doçent, Kırklareli Üniversitesi, Lüleburgaz MYO Grafik Tasarım Programı
erengorgulu@gmail.com

ÖZGEÇMİŞ

1982 yılında Ankara’da doğdu. 2007 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nü bitirdi. Aynı üniversitede tamamladığı Yüksek Lisans çalışmasının ardından, 2020 yılında, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Plastik Sanatlar Anasanat Dalında, Sanatta Yeterlik çalışmasını tamamladı.
Fotoğraf, Grafik Tasarım ve Plastik Sanatlar alanında kaleme aldığı yazıları, kitap ve dergilerde yayımlandı. Yurt içinde kişisel fotoğraf sergileri açtı. Birçok ulusal/uluslararası karma sergi, bienal, sempozyum ve kongreye katıldı. 2021 yılında Doçent unvanını aldı.
“Tekinsiz Fotoğraf: Fotoğraf Sanatında Tekinsiz İmgeler Üzerine Bir İnceleme” ve “Portre Fotoğrafına ‘Yeniden’ Bakmak” adlı kitap çalışmaları yayımlanan Eren Görgülü, Kırklareli Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine devam etmekte ve çalışmalarını sürdürmektedir.

Eren GÖRGÜLÜ | Fotoğrafta Gerçeklik ve Bellek Yitimi Üzerine Bir İnceleme

ÖZET

Dijital teknolojilerin hızlı bir şekilde yaygınlaşmasıyla birlikte bireylerin günlük yaşamları sürekli olarak üretilen/tüketilen görseller ile çevrelenmiştir. Böylesi bir görsel yoğunluk ve görsel yığılma hem kişisel bellek hem de toplumsal bellek yapısını dönüştürmekte ve aşındırmaktadır. Dijital görüntü üretiminin çarpıcı bir biçimde değiştiği günümüzde Facebook, Instagram ve Snapchat gibi platformlara her gün milyonlarca fotoğraf yüklenmekte, yapay zekâ çağında sanal fotoğraflar artık her yerden fışkırmaktadır. Bu yoğun görsel akış, bireylerin her bir fotoğrafa ayırabileceği zamanı minimize ederek, fotoğrafların algılanma ve hatırlanma süreçlerini zorlaştırmaktadır.
Günümüz insanı, fotoğraf çekme eylemini yalnızca bir bellek nesnesi olarak değil, aynı zamanda iletişim aracı olarak konumlandırmakta ve fotoğrafın toplumsal bellekteki yerinden ziyade, onun anlık paylaşım değeriyle ilgilenmektedir. Dijital çağın getirdiği görüntü fazlalığı, bireylerin bellek süreçlerinde ve gerçeklik algısında, köklü değişimlere yol açmaktadır.
Görsel materyallerin aşırı üretimi ve tüketimi hatırlama süreçlerini dönüştürmekte, bireysel belleği zayıflatmakta ve unutmayı hızlandırmaktadır. Uçsuz bucaksız ve sürekli büyüyen/sonu getirilemez bir görsel birikimin birey üzerinde yarattığı gerilim ve dikkat dağınıklığı belleksizleşmeye ve gerçekliğin yitimine doğru ilerlemektedir.
Post fotoğraf bakış açısıyla kendi özgün belleğini ve gerçekliğini yitiren fotoğraflar, günümüzün hızla değişen görsel ekosisteminde, fotoğrafa bakma ve fotoğrafla iletişim kurma arasındaki ayrımı derinleştirerek, giderek belleksizleşen bir yapıya doğru evrilmektedir.

ANAHTAR KELİMELER

Post Fotoğraf, Bellek, Gerçeklik, Hatırlama, Unutma

Giriş

İnsanlık tarihi boyunca bellek ve hatırlama, bireysel ve kolektif kimliğin inşasında merkezi bir rol oynamıştır. Antik Yunan’dan günümüze kadar uzanan süreçte bu kavramlar, felsefi, edebi, dini, bilişsel ve teknolojik bağlamlarda sürekli olarak yeniden yorumlanmış ve farklı disiplinler aracılığıyla incelenmiştir. Keos'lu şair Simonides (MÖ 556-468) belleğin sistematik bir şekilde nasıl geliştirilebileceğine dair önemli fikirler ortaya koymuş, özellikle yerleşim yöntemi olarak bilinen hafıza tekniğiyle hatırlama sürecine katkıda bulunmuştur. Paul Ricoeur’e (2020:81) göre Simonides “Unutmaya karşı kahramanca bir başarı elde etmiştir.”. Simonides, bellek ve hatırlama arasındaki ilişkiyi mekânsal imgelerle destekleyerek hafızanın güçlendirilebileceğini öne sürmüş, bu yöntem daha sonraki dönemlerde retorik ve eğitim alanlarında geniş bir yankı uyandırmıştır. Frances A. Yates’e (2020:17) göre ise “Simonides’in hafıza sanatını icat etmesi […] görme duyusunun bütün duyular içinde en güçlüsü olduğunu keşfetmesine dayanmaktadır.”. Orta Çağ’dan Rönesans’a kadar belleğin sistematik kullanımına dair geliştirilen teknikler, hatırlamanın sadece bireysel bir yeti olmanın ötesinde, kültürel mirasın aktarımı açısından da kritik bir unsur olduğunu göstermektedir. Modern dönemde ise bilişsel bilimler ve nöropsikoloji alanındaki çalışmalar, belleğin biyolojik temellerine odaklanarak, hatırlama süreçlerini daha derinlemesine anlamayı mümkün kılmıştır. Bilgilerin fiziksel hafızadan dijital ortamlara taşınması, bireysel ve toplumsal hatırlama biçimlerini köklü bir şekilde değiştirmekte, “unutma” kavramını dahi yeniden tartışmaya açmaktadır. Günümüzde dijital teknolojilerin gelişimi ile birlikte, bellek ve hatırlama kavramları yeni bir dönüşüm sürecine girmiştir. Bunun yanı sıra, dijital bellek sistemleri bireylerin hatırlama pratiklerini dönüştürürken, hipergerçeklik olgusu bireylerin gerçeklik algısını değiştirerek, sanal ve manipüle edilmiş bir dünya algısının yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Bellek ve gerçeklik arasındaki bu dönüşüm, görsel kültür ve medya çalışmalarının temel araştırma alanlarından biri haline gelmiştir. Bu süreçte, fotoğraf yalnızca bir arşiv veya hatırlama nesnesi olmaktan çıkıp, anlık etkileşim ve dolaşıma odaklanan bir medya pratiğine dönüşmüştür. Dijital görüntülerin yaratmış olduğu aşırı tüketimi, bireylerin hatırlama biçimlerini değiştirirken, aynı zamanda unutmayı hızlandıran bir etken haline gelmektedir (Van Dijck, 2007). Bu çalışmada, dijital çağda görüntü fazlalığının bellek ve gerçeklik algısı üzerindeki etkileri incelenecek ve bu bağlamda fotoğraf, görsel kültür ile bellek arasındaki ilişkiler ele alınacaktır.

Dijital Görselliğin Yaygınlaşması ve Görüntü Fazlalığı

Fotoğraf, video ve diğer görsel materyallerin dijital ortamda kolaylıkla üretilebilmesi ve paylaşılabilmesi, bireylerin görsel veriye maruz kalma miktarını artırmıştır. Özellikle sosyal medya platformlarında her gün milyarlarca fotoğraf ve video paylaşılarak, bireylerin maruz kaldığı görsel bilgi yoğunluğu sürekli olarak artmaktadır (Murray, 2008). Paul Connerton (2021)’a göre “İmge aktarımının kişisel deneyim ve ortak bellek arasındaki bağları zayıflatmasının diğer bir sebebi de imgelerin fazlalığıdır.” (s. 89). Connerton “Modernite Nasıl Unutturur” adlı kitabının ilerleyen sayfalarında bilişim teknolojilerinin “bellek” kavramını insan zihninin ötesine taşıyarak, kişisel belleğin bilişsel işlevlerini dönüştürdüğünü ve onun önceki bütünleştirici ve özümseyici kapasitesini kısıtladığına dikkat çekmektedir. Nitekim bireysel hafızanın, teknolojik araçlar tarafından dışsallaştırılması sonucunda, organik süreçlerden koparak daha parçalı ve dışa bağımlı bir yapıya evrilmeye başlayan süreç, yazara göre, “yakın geçmişi bile ‘gerçek’ olarak tasavvur edebilmeyi” (s. 137) gittikçe zorlaştırmaktadır. Görsel kültür çalışmaları içerisinde, imajların aşırı dolaşımı konusu oldukça önemli bir tartışma alanı oluşturmaktadır. Matthew Rampley, Geçmiş Şeyleri Hatırlamak adlı kitabında Aby Moritz Warburg ve Walter Benjamin’in görüşlerine atıfta bulunarak, imajların fazlasıyla dolaşıma girmesiyle bireysel imajın değersizleştiğini ve bunun da algısal bir körlüğe neden olduğunu belirtmektedir. Rampley’e (2023:35) göre, “Warburg ve Benjamin tarafından ifade edilen, imajların aşırı dolaşımının belirli, bireysel imajı değersizleştirerek bir tür algısal körlüğe neden olmakta” iken, Benjamin bir metalaşma sürecine vurgu yapmakta, Warburg ise biçimin anlamdan uzaklaşarak abartılması/şişirilmesi olarak tanımlamaktadır.

Günümüz dijital kültüründe Warburg ve Benjamin’in yaklaşımları daha da güncellik kazanmakta ve gerek sosyal medya platformlarında imajların hızlı ve yoğun paylaşımı gerekse engellenemez bir şekilde her yeri saran sanal fotoğraf anlayışıyla üretilen fotoğrafları anlamlandırmada teorik bir çerçeve sunmaktadır. İmajların aşırı dolaşımı, bir yandan bireysel imgelerin değerinin azalmasına sebep olurken diğer yandan da onları homojenleştirerek algısal olarak duyarsızlığa yol açmaktadır.

Görsellik ortamının dijitalleşerek çarpıcı bir şekilde hız kazandığı, görsel dünyanın işleyiş biçiminin değişime uğradığı ve gördüklerimizin ötesinde bir bağlantı noktasının hayat bulduğu çağdaş görsellik dünyası, hem gerçekliğin hem de bireysel ve toplumsal belleğin kaybolmasına neden olmaktadır. Nathan Jurgensen’e (2024:72) göre “Fotoğraf teknolojisi kullanıcı sayısını artırdıkça, fotoğraf nadir ve değerli bir varlık olmaktan çıkıp görsel hafızamızı işgal eden, sıradan bir hatıraya dönüşmektedir.”. Özellikle, akıllı iletişim araçlarının yaygınlaşması ve sosyal medya platformlarının görselliği teşvik eden ilgi çekici yapıları, bireyleri sürekli olarak fotoğraf çekmeye, paylaşmaya, dolaşıma sokmaya ve tüketmeye yönlendirmektedir. Nitekim fotoğrafın nadir ve değerli bir belge olma özelliğini kaybetmesine neden olan bu durum, dijital arşivlerimizi çabucak dolduran, geçmiş ile kurduğumuz nostaljik ilişkiyi hızlandıran ve oldukça sıradanlaştıran bir akışa dönüşmektedir. Daha önceden var olanın temsiline anlamlı bir karşılama anı sunan fotoğraflar, artık bu var olmanın ötesinde bir şeyler üretmektedir. Michael Peter Schofield’a (2024:704)’e göre “Ortamın doğuşundan bu yana çok tutarlı bir rol gibi görünse de fotoğrafçılık, görünüşte ölmüş ve tuhaf, yeni konfigürasyonlarda yeniden dirilmiştir”. Fotoğrafın gelişen teknolojilerle değişen yapısı ve fotoğrafın oynamaya devam ettiği kilit rolde, sanallık ve dijitallik konusu sıklıkla tartışılan bir konu haline gelmiştir.

Dünyaya ilişkin bakışımızı François Soulages’in de belirttiği üzere, “sonu getirilemez” bir yapıya sahip olan fotoğraflar, artık, görüntü fazlalığına ve görsel doygunluğa ulaşmış, yalnızca geçmişi hatırlatan bir araç olmaktan çıkmış, anlık üretilen ve hızla üretilip hızla unutulan bir veri akışı içerisinde değişime uğramıştır. Dolayısıyla böylesi bir ortamda hem gerçekliğin hem de görsel hafızanın nasıl şekilleneceği üzerine yeniden düşünmek gerekmektedir.

Fotoğrafın aşırı üretimi ve dolaşıma sokulması bireylerin anı biriktirme pratiklerini etkili bir şekilde değiştirdiği gibi, hatırlama biçimlerini de dönüştürmüştür. İmajların sayısız kez çoğaltılabildiği, paylaşılabildiği ve tüketilebildiği bu çağda, her anın belgelenmesi gerektiğine dair üzerinde bir baskı hisseden günümüz insanı, ironik bir şekilde ürettiği bu imgelerin birçoğunu zaman içinde unutmakta ve neredeyse hiç hatırlayamamaktadır. Dijitalleşmenin sonucunda yaşanan yoğun görsel üretim ve tüketimi bireysel belleği dışsallaştırarak, hatırlama süreçlerini teknolojiye bağımlı hale getirmekte ve bireysel belleği zayıflatmaktadır. Doğal hatırlama sürecinin giderek kaybolmaya başlaması ve ortaya çıkan yeni bellek durumu Andrew Hoskins’in (2001:334) de belirttiği üzere “Yeni bellek, giderek daha fazla tartışılan bir bellektir.”. Yanı sıra, hipergerçeklik olgusu, bireylerin belleğinin bir yansıması olan geçmiş algısını da değiştirerek, gerçekliğin ortadan kaybolmasına yol açmaktadır.

Gerçekliğin ve Belleğin Yitimi

Gerçeklik, insanların deneyimlerine ve algılarına dayalı olarak farklı şekillerde tanımlanabilmektedir. Var olan şeylerin bir toplamı ve bu şeylerin aynı zamanda nasıl algılandığıyla ilgili olarak gerçeklik kavramı felsefede, bilimde, sanatta ve gündelik hayatta farklı bağlamlarda ele alınmaktadır. Gerçeklik kavramı algısal, epistemolojik, sanatsal, sosyal/kültürel ve sanal/dijital gerçeklik gibi farklı ve geniş açılardan incelenmektedir.

Teknolojik gelişmelerin etkisiyle ve görsel kültürün hızla dönüşmesiyle birlikte fotoğrafların gerçeklikle olan ilişkisi, köklü bir biçimde, değişime uğramıştır. Yaşadığımız dijital çağda manipülasyon teknikleri ve yapay zekâ destekli görsel üretim biçimleri, imgelerin referans aldığı fiziksel gerçeklik ile arasındaki bağı zayıflatmış ve kimi zaman da koparmıştır. Jean Baudrillard’ın hipergerçeklik kavramı çerçevesinde ele alındığında, imajların, yalnızca gerçekliğin bir temsili olmaktan çıkmaları ve kendi başlarına yeni bir gerçeklik yaratmaları sıklıkla başvurulan bir kaynak olmuştur. Kevin Robins, zaman içerisinde değişime uğrayan gerçeklik tanımının gerçeğe olan bakış açışımızı değiştireceğinden bahseder. “Benzetilmiş ve vekaleten işleyen bu gerçekliğin yaratılmasıyla eski gerçekliklerle ilgili düşüncelerimizin, hatta bağlılığımızın tamamen biçim değiştirebileceği söyleniyor.” (Robins, 2020:80). Baudrillard’a (2013:19) göre, “İmajların işlevi gerçekliği yansıtmaktan gerçekliği gizlemeye, gerçekliğin yokluğunu izlemeye, nihayet gerçeklikle hiçbir ilişkisi olmamaya doğru değişmiştir.”. Kim Toffoletti’ye göre ise Baudrillard’ın simülakr ve hipergerçeklik kavramları imajların nasıl çalıştığı hakkında bizlere ipuçları vermektedir; “Bugün kendimizi bulduğumuz simülasyon ve sanallıkla belirlenen dünyaya bizi taşıyan ‘temsil’ ve ‘gerçeklik’ arasındaki değişen ilişki hakkında yardımcı olabilir.” (Toffoletti, 2020:24). Toffoletti, aynı zamanda, Baudrillard’ın “simülakr düzeni”nden bahsederek simülasyon ve hipergerçeklik kavramlarının üçüncü simülakr düzeni içerisinde yer aldığına değinmektedir. Dolayısıyla fotoğrafın ontolojik olarak gerçek bir temel referansa sahip olup olmadığını belirlemek, artık neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Baudrillard’a göre “bu evren ‘binaire’ 0/1 (ikili yapı) bir sayısal işlem evrenine” dönüşmektedir (Baudrillard, 2019:67). Dijitalleşme ile imajların hiç görülmemiş bir şekilde çoğalması ve yayılması aynı zamanda hatırlama pratiklerini dönüştürmüş, hipergerçeklik olgusu da bireylerin gerçeklik algısını değiştirmiştir. Bellek ve gerçeklik arasındaki bu dönüşüm, kültür ve medya çalışmalarının temel araştırma alanlarından birisi haline gelmiştir.

Gerçekliğin ve belleğin yitimini anlamlandırmak sadece teknolojik ilerlemelerin değil aynı zamanda, fotoğraf sonrası dinamiklerin de analiz edilmesini gerektirmektedir. Çağımızın hızla değişen görsel kültür ortamında, bu fotoğraf sonrasını tanımlayan post-fotoğraf kavramı, fotoğrafın, geleneksel bellek işlevlerinden uzaklaşarak anlık bir iletişim aracına dönüşmesini ifade eder (Fontcuberta, 2015). Fotoğrafların birer arşiv veya hatırlama nesnesi olmaktan çıkarak, anlık etkileşim ve hızlı tüketim araçlarına evrilmesi, bireylerin bellek süreçlerini de dönüştürmektedir (Zylinska, 2017). Yanı sıra, yapay zekâ destekli görseller, filtreler ve dijital manipülasyon teknikleri, bireylerin gerçeklik algısını kökten değiştirmekte ve bireylerin gördükleri ile yaşadıkları arasındaki sınırları belirsiz hale getirmektedir (Manovich, 2002). Fotoğraf ve görselliğin hipergerçeklik üretimi için bir araç haline gelmesi, bireylerin bellek süreçleriyle birlikte gerçeklik algısını da dönüştürmektedir. Zamanın izlerini taşıyan bir gerçekliğin yok olup gittiği bu iki katmanlı yapıda, artık belleğe ait izler de silinmektedir.

Sonuç

Gerçekliğe dair izlerin endişe verici bir şekilde eksik olduğu günümüz fotoğraflarında, bu eksikliğin yaratmış olduğu bir bellek yitiminden de bahsetmek mümkündür. Dijital çağın bizlere sunmuş olduğu olanaklar, gerçeklik ve bellek arasındaki sıkı ilişkinin değişmesine yol açarak hem toplumsal, hem kültürel hem de bireysel düzeyde, belleksiz bir algı biçimi ortaya çıkartmaktadır. Gerçeklik ve bellek yitimi, birbirine paralel işleyen ancak farklı dinamiklere sahip iki süreç olarak kavrandığında, gerçeklik yitimi, hipergerçekliğin etkisiyle simüle edilmiş görüntülerin fiziksel dünyayla olan bağlarını koparması, temsillerin gerçekliğin yerini alması ve bireyin hakikat ile kurduğu ilişkinin yapay olarak yeniden inşa edilmesi sürecine katkı sağlamaktadır. Bellek yitimi ise toplumların ve bireylerin geçmişle kurduğu ilişkinin zayıflamasına, hatırlama pratiklerinin git gide dijital arşive devredilmesine ve sürekli artmaya devam eden görsel enflasyonun unutmanın hızlandırılmasına teşvik etmektedir. Gerçeklik yitimi ve bellek yitimi arasındaki temel ayrışım; belleğin yitim sürecinin daha çok bireysel ve kolektif hatırlama mekanizmalarının zayıflamasıyla bağlantılıyken, gerçeklik yitimi ise daha çok bilişsel, algısal ve duyusal düzeyde, fiziksel dünyadan bir kopuş şeklindedir. Nitekim, bu iki süreç birbirinden bağımsız değildir ve dijital ortamda sürekli olarak üretilen, dolaşıma sokulan ve tüketilen görsellerin önlenemez aşırı yoğunluğu, hem unutmayı hızlandırmakta hem de gerçekliği temsil eden imajların anlamını yitirmesine neden olmaktadır. Gerçeklik ve bellek yitimi bir yandan hatırlama ve unutma arasındaki sınırları belirsizleştirirken diğer yandan yapay gerçekliklerle bireylerin zihnini kalıcı olarak meşgul etmektedir. Fotoğrafik görüntü üretme biçimi üzerine yapılan araştırmalarda, güncel verilere göre, dünya üzerinde çekilen ve depolanan fotoğraf sayısında, 2025’te daha önceki yıllara göre bir artış olacağı ve 2029’a kadar da sabit bir doğrusal oranda artmaya devam edeceği öngörülmektedir. Üretilen bu fotoğrafların çoğunun akıllı iletişim cihazları tarafından gerçekleştirileceği düşünüldüğünde, bu yıl içerisinde geçen yıla oranla %6’lık bir artış ile dünya çapında, yaklaşık 1,9 trilyon fotoğraf çekileceği hesaplanmaktadır.

Sonuç olarak, medya teknolojilerinin ve dijitalleşmenin hızlı gelişimi gerçeklik ve bellek algısının dönüşümünü kaçınılmaz bir hale getirmektedir. Dijital medya pratikleri ve görsel enflasyon, bireylerin geçmişle ve gerçeklikle kurmuş oldukları bağları sarsıcı bir şekilde değiştirerek, belleğin ve gerçekliğin anlamını değiştirmektedir.

Günümüz görsel kültürü çerçevesinden bakıldığında, gerçeklik ve bellek kavramlarını yeniden düşünmek, teknolojik gelişmelerin insan algısı üzerindeki etkilerini sorgulamak ve ortaya çıkan dönüşümün sosyal, kültürel, sanatsal, toplumsal ve bireysel sonuçlarını analiz etmek, görsel çalışmalar açısından, oldukça kritik bir gereklilik haline gelmektedir.

KAYNAKÇA

  • Baudrillard, J. (2013); Simülakrlar ve Simülasyon; Doğu Batı, Ankara.
  • Baudrillard, J. (2019); Şeytana Satılan Ruh yada Kötülüğün Egemenliği; Doğu Batı, Ankara.
  • Connerton, P. (2021); Modernite Nasıl Unutturur; Sel, İstanbul.
  • Fontcuberta, J. (2015); The Post-Photographic Condition; Mack.
  • Hoskins, A; (2001); New Memory: Mediating History; Historical Journal of Film, Radio and Television; Vol:21, No:4.
  • Jurgensen, N. (2024); Sosyal Fotoğraf: Fotoğraf ve Sosyal Medya; Espas Sanat Kuram, İstanbul.
  • Manovich, L. (2002); The Language of New Media; MIT Press.
  • Murray, S. (2008); Digital Images, Photo-Sharing, and Our Shifting Notions of Everyday Aesthetics; Journal of Visual Culture.
  • Rampley, M. (2023); Geçmiş Şeyleri Hatırlamak; Ketebe, İstanbul.
  • Ricoeur, P. (2020); Hafıza, Tarih, Unutuş; Metis, İstanbul.
  • Robins, K. (2020); İmaj, Görmenin Kültür ve Politikası; Ayrıntı, İstanbul.
  • Schofield, M., P. (2024); Camera Phantasma: Reframing Virtual Photographies in the Age of AI; The International Journal of Research into New Media Technologies, Vol: 30 (2).
  • Van Dijck, J. (2007); Mediated Memories in the Digital Age; Stanford University Press.
  • Yates, F., A. (2020); Hafıza Sanatı; Metis, İstanbul.
  • Zylinska, J. (2017) ; Nonhuman Photography; MIT Press.
    İnternet Kaynakça
  • Rise Above Research; https://riseaboveresearch.com/reports/

Eren GÖRGÜLÜ | An Analysis on Reality and Memory Loss in Photography

ABSTRACT

With the rapid spread of digital technologies, individuals’ daily lives have become constantly surrounded by produced and consumed images. This intense visual density and accumulation not only transform but also gradually erode both personal and collective memory structures. In today’s world, where digital image production has undergone dramatic changes, millions of photos are uploaded every day to platforms such as Facebook, Instagram, and Snapchat. In the age of artificial intelligence, virtual images are proliferating from all directions, saturating the visual landscape. This overwhelming visual flow reduces the time individuals can devote to each photo, making the processes of perceiving and remembering individual images increasingly difficult. Today, people regard the act of taking photos not only as a way to preserve memories but also as a means of communication. As a result, they tend to focus more on the immediate value of sharing these photos rather than their long-term role in social memory.

The excess of images brought about by the digital age leads to radical changes in individuals’ memory processes and their perception of reality. The excessive production and consumption of visual materials fundamentally alters the processes of remembering, weakens individual memory, and accelerates the process of forgetting. The tension and distraction caused by an endless and ever-growing/never ending visual accumulation push individuals towards a state of amnesia and a loss of reality. From a post-photography perspective, photographs that have lost their unique sense of memory and reality are evolving into memoryless objects. In today’s rapidly shifting visual ecosystem, this process deepens the distinction between merely looking at a photograph and actively engaging with it.

KEYWORDS

Post-Photography, Memory, Reality, Remembering, Forgetting

linkedin facebook pinterest youtube rss twitter instagram facebook-blank rss-blank linkedin-blank pinterest youtube twitter instagram