Sanatçı, Akademisyen / Artist, Academician
TÜRKİYE
Doçent, Kırklareli Üniversitesi, Lüleburgaz MYO Grafik Tasarım Programı, erengorgulu@gmail.com

ÖZGEÇMİŞ

1982 yılında Ankara’da doğdu. 2007 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nü bitirdi. Aynı üniversitede tamamladığı Yüksek Lisans çalışmasının ardından, 2020 yılında, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Plastik Sanatlar Anasanat Dalında, Sanatta Yeterlik çalışmasını tamamladı.
Fotoğraf, Grafik Tasarım ve Plastik Sanatlar alanında kaleme aldığı yazıları, kitap ve dergilerde yayımlandı. Yurt içinde kişisel fotoğraf sergileri açtı. Birçok ulusal/uluslararası karma sergi, bienal, sempozyum ve kongreye katıldı. 2021 yılında Doçent unvanını aldı.
“Tekinsiz Fotoğraf: Fotoğraf Sanatında Tekinsiz İmgeler Üzerine Bir İnceleme” ve “Portre Fotoğrafına ‘Yeniden’ Bakmak” adlı kitap çalışmaları yayımlanan Eren Görgülü, Kırklareli Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine devam etmekte ve çalışmalarını sürdürmektedir.

Eren GÖRGÜLÜ | Fotoğrafta Gerçeklik ve Bellek Yitimi Üzerine Bir İnceleme

ÖZET

Dijital teknolojilerin hızlı bir şekilde yaygınlaşmasıyla birlikte bireylerin günlük yaşamları sürekli olarak üretilen/tüketilen görseller ile çevrelenmiştir. Böylesi bir görsel yoğunluk ve görsel yığılma hem kişisel bellek hem de toplumsal bellek yapısını dönüştürmekte ve aşındırmaktadır. Dijital görüntü üretiminin çarpıcı bir biçimde değiştiği günümüzde Facebook, Instagram ve Snapchat gibi platformlara her gün milyonlarca fotoğraf yüklenmekte, yapay zekâ çağında sanal fotoğraflar artık her yerden fışkırmaktadır. Bu yoğun görsel akış, bireylerin her bir fotoğrafa ayırabileceği zamanı minimize ederek, fotoğrafların algılanma ve hatırlanma süreçlerini zorlaştırmaktadır.
Günümüz insanı, fotoğraf çekme eylemini yalnızca bir bellek nesnesi olarak değil, aynı zamanda iletişim aracı olarak konumlandırmakta ve fotoğrafın toplumsal bellekteki yerinden ziyade, onun anlık paylaşım değeriyle ilgilenmektedir. Dijital çağın getirdiği görüntü fazlalığı, bireylerin bellek süreçlerinde ve gerçeklik algısında, köklü değişimlere yol açmaktadır.
Görsel materyallerin aşırı üretimi ve tüketimi hatırlama süreçlerini dönüştürmekte, bireysel belleği zayıflatmakta ve unutmayı hızlandırmaktadır. Uçsuz bucaksız ve sürekli büyüyen/sonu getirilemez bir görsel birikimin birey üzerinde yarattığı gerilim ve dikkat dağınıklığı belleksizleşmeye ve gerçekliğin yitimine doğru ilerlemektedir.
Post fotoğraf bakış açısıyla kendi özgün belleğini ve gerçekliğini yitiren fotoğraflar, günümüzün hızla değişen görsel ekosisteminde, fotoğrafa bakma ve fotoğrafla iletişim kurma arasındaki ayrımı derinleştirerek, giderek belleksizleşen bir yapıya doğru evrilmektedir.

ANAHTAR KELİMELER

Post Fotoğraf, Bellek, Gerçeklik, Hatırlama, Unutma

Giriş

İnsanlık tarihi boyunca bellek ve hatırlama, bireysel ve kolektif kimliğin inşasında merkezi bir rol oynamıştır. Antik Yunan’dan günümüze kadar uzanan süreçte bu kavramlar, felsefi, edebi, dini, bilişsel ve teknolojik bağlamlarda sürekli olarak yeniden yorumlanmış ve farklı disiplinler aracılığıyla incelenmiştir. Keos'lu şair Simonides (MÖ 556-468) belleğin sistematik bir şekilde nasıl geliştirilebileceğine dair önemli fikirler ortaya koymuş, özellikle yerleşim yöntemi olarak bilinen hafıza tekniğiyle hatırlama sürecine katkıda bulunmuştur. Paul Ricoeur’e (2020:81) göre Simonides “Unutmaya karşı kahramanca bir başarı elde etmiştir.”. Simonides, bellek ve hatırlama arasındaki ilişkiyi mekânsal imgelerle destekleyerek hafızanın güçlendirilebileceğini öne sürmüş, bu yöntem daha sonraki dönemlerde retorik ve eğitim alanlarında geniş bir yankı uyandırmıştır. Frances A. Yates’e (2020:17) göre ise “Simonides’in hafıza sanatını icat etmesi […] görme duyusunun bütün duyular içinde en güçlüsü olduğunu keşfetmesine dayanmaktadır.”. Orta Çağ’dan Rönesans’a kadar belleğin sistematik kullanımına dair geliştirilen teknikler, hatırlamanın sadece bireysel bir yeti olmanın ötesinde, kültürel mirasın aktarımı açısından da kritik bir unsur olduğunu göstermektedir. Modern dönemde ise bilişsel bilimler ve nöropsikoloji alanındaki çalışmalar, belleğin biyolojik temellerine odaklanarak, hatırlama süreçlerini daha derinlemesine anlamayı mümkün kılmıştır. Bilgilerin fiziksel hafızadan dijital ortamlara taşınması, bireysel ve toplumsal hatırlama biçimlerini köklü bir şekilde değiştirmekte, “unutma” kavramını dahi yeniden tartışmaya açmaktadır. Günümüzde dijital teknolojilerin gelişimi ile birlikte, bellek ve hatırlama kavramları yeni bir dönüşüm sürecine girmiştir. Bunun yanı sıra, dijital bellek sistemleri bireylerin hatırlama pratiklerini dönüştürürken, hipergerçeklik olgusu bireylerin gerçeklik algısını değiştirerek, sanal ve manipüle edilmiş bir dünya algısının yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Bellek ve gerçeklik arasındaki bu dönüşüm, görsel kültür ve medya çalışmalarının temel araştırma alanlarından biri haline gelmiştir. Bu süreçte, fotoğraf yalnızca bir arşiv veya hatırlama nesnesi olmaktan çıkıp, anlık etkileşim ve dolaşıma odaklanan bir medya pratiğine dönüşmüştür. Dijital görüntülerin yaratmış olduğu aşırı tüketimi, bireylerin hatırlama biçimlerini değiştirirken, aynı zamanda unutmayı hızlandıran bir etken haline gelmektedir (Van Dijck, 2007). Bu çalışmada, dijital çağda görüntü fazlalığının bellek ve gerçeklik algısı üzerindeki etkileri incelenecek ve bu bağlamda fotoğraf, görsel kültür ile bellek arasındaki ilişkiler ele alınacaktır.

Dijital Görselliğin Yaygınlaşması ve Görüntü Fazlalığı

Fotoğraf, video ve diğer görsel materyallerin dijital ortamda kolaylıkla üretilebilmesi ve paylaşılabilmesi, bireylerin görsel veriye maruz kalma miktarını artırmıştır. Özellikle sosyal medya platformlarında her gün milyarlarca fotoğraf ve video paylaşılarak, bireylerin maruz kaldığı görsel bilgi yoğunluğu sürekli olarak artmaktadır (Murray, 2008). Paul Connerton (2021)’a göre “İmge aktarımının kişisel deneyim ve ortak bellek arasındaki bağları zayıflatmasının diğer bir sebebi de imgelerin fazlalığıdır.” (s. 89). Connerton “Modernite Nasıl Unutturur” adlı kitabının ilerleyen sayfalarında bilişim teknolojilerinin “bellek” kavramını insan zihninin ötesine taşıyarak, kişisel belleğin bilişsel işlevlerini dönüştürdüğünü ve onun önceki bütünleştirici ve özümseyici kapasitesini kısıtladığına dikkat çekmektedir. Nitekim bireysel hafızanın, teknolojik araçlar tarafından dışsallaştırılması sonucunda, organik süreçlerden koparak daha parçalı ve dışa bağımlı bir yapıya evrilmeye başlayan süreç, yazara göre, “yakın geçmişi bile ‘gerçek’ olarak tasavvur edebilmeyi” (s. 137) gittikçe zorlaştırmaktadır. Görsel kültür çalışmaları içerisinde, imajların aşırı dolaşımı konusu oldukça önemli bir tartışma alanı oluşturmaktadır. Matthew Rampley, Geçmiş Şeyleri Hatırlamak adlı kitabında Aby Moritz Warburg ve Walter Benjamin’in görüşlerine atıfta bulunarak, imajların fazlasıyla dolaşıma girmesiyle bireysel imajın değersizleştiğini ve bunun da algısal bir körlüğe neden olduğunu belirtmektedir. Rampley’e (2023:35) göre, “Warburg ve Benjamin tarafından ifade edilen, imajların aşırı dolaşımının belirli, bireysel imajı değersizleştirerek bir tür algısal körlüğe neden olmakta” iken, Benjamin bir metalaşma sürecine vurgu yapmakta, Warburg ise biçimin anlamdan uzaklaşarak abartılması/şişirilmesi olarak tanımlamaktadır.

Günümüz dijital kültüründe Warburg ve Benjamin’in yaklaşımları daha da güncellik kazanmakta ve gerek sosyal medya platformlarında imajların hızlı ve yoğun paylaşımı gerekse engellenemez bir şekilde her yeri saran sanal fotoğraf anlayışıyla üretilen fotoğrafları anlamlandırmada teorik bir çerçeve sunmaktadır. İmajların aşırı dolaşımı, bir yandan bireysel imgelerin değerinin azalmasına sebep olurken diğer yandan da onları homojenleştirerek algısal olarak duyarsızlığa yol açmaktadır.

Görsellik ortamının dijitalleşerek çarpıcı bir şekilde hız kazandığı, görsel dünyanın işleyiş biçiminin değişime uğradığı ve gördüklerimizin ötesinde bir bağlantı noktasının hayat bulduğu çağdaş görsellik dünyası, hem gerçekliğin hem de bireysel ve toplumsal belleğin kaybolmasına neden olmaktadır. Nathan Jurgensen’e (2024:72) göre “Fotoğraf teknolojisi kullanıcı sayısını artırdıkça, fotoğraf nadir ve değerli bir varlık olmaktan çıkıp görsel hafızamızı işgal eden, sıradan bir hatıraya dönüşmektedir.”. Özellikle, akıllı iletişim araçlarının yaygınlaşması ve sosyal medya platformlarının görselliği teşvik eden ilgi çekici yapıları, bireyleri sürekli olarak fotoğraf çekmeye, paylaşmaya, dolaşıma sokmaya ve tüketmeye yönlendirmektedir. Nitekim fotoğrafın nadir ve değerli bir belge olma özelliğini kaybetmesine neden olan bu durum, dijital arşivlerimizi çabucak dolduran, geçmiş ile kurduğumuz nostaljik ilişkiyi hızlandıran ve oldukça sıradanlaştıran bir akışa dönüşmektedir. Daha önceden var olanın temsiline anlamlı bir karşılama anı sunan fotoğraflar, artık bu var olmanın ötesinde bir şeyler üretmektedir. Michael Peter Schofield’a (2024:704)’e göre “Ortamın doğuşundan bu yana çok tutarlı bir rol gibi görünse de fotoğrafçılık, görünüşte ölmüş ve tuhaf, yeni konfigürasyonlarda yeniden dirilmiştir”. Fotoğrafın gelişen teknolojilerle değişen yapısı ve fotoğrafın oynamaya devam ettiği kilit rolde, sanallık ve dijitallik konusu sıklıkla tartışılan bir konu haline gelmiştir.

Dünyaya ilişkin bakışımızı François Soulages’in de belirttiği üzere, “sonu getirilemez” bir yapıya sahip olan fotoğraflar, artık, görüntü fazlalığına ve görsel doygunluğa ulaşmış, yalnızca geçmişi hatırlatan bir araç olmaktan çıkmış, anlık üretilen ve hızla üretilip hızla unutulan bir veri akışı içerisinde değişime uğramıştır. Dolayısıyla böylesi bir ortamda hem gerçekliğin hem de görsel hafızanın nasıl şekilleneceği üzerine yeniden düşünmek gerekmektedir.

Fotoğrafın aşırı üretimi ve dolaşıma sokulması bireylerin anı biriktirme pratiklerini etkili bir şekilde değiştirdiği gibi, hatırlama biçimlerini de dönüştürmüştür. İmajların sayısız kez çoğaltılabildiği, paylaşılabildiği ve tüketilebildiği bu çağda, her anın belgelenmesi gerektiğine dair üzerinde bir baskı hisseden günümüz insanı, ironik bir şekilde ürettiği bu imgelerin birçoğunu zaman içinde unutmakta ve neredeyse hiç hatırlayamamaktadır. Dijitalleşmenin sonucunda yaşanan yoğun görsel üretim ve tüketimi bireysel belleği dışsallaştırarak, hatırlama süreçlerini teknolojiye bağımlı hale getirmekte ve bireysel belleği zayıflatmaktadır. Doğal hatırlama sürecinin giderek kaybolmaya başlaması ve ortaya çıkan yeni bellek durumu Andrew Hoskins’in (2001:334) de belirttiği üzere “Yeni bellek, giderek daha fazla tartışılan bir bellektir.”. Yanı sıra, hipergerçeklik olgusu, bireylerin belleğinin bir yansıması olan geçmiş algısını da değiştirerek, gerçekliğin ortadan kaybolmasına yol açmaktadır.

Gerçekliğin ve Belleğin Yitimi

Gerçeklik, insanların deneyimlerine ve algılarına dayalı olarak farklı şekillerde tanımlanabilmektedir. Var olan şeylerin bir toplamı ve bu şeylerin aynı zamanda nasıl algılandığıyla ilgili olarak gerçeklik kavramı felsefede, bilimde, sanatta ve gündelik hayatta farklı bağlamlarda ele alınmaktadır. Gerçeklik kavramı algısal, epistemolojik, sanatsal, sosyal/kültürel ve sanal/dijital gerçeklik gibi farklı ve geniş açılardan incelenmektedir.

Teknolojik gelişmelerin etkisiyle ve görsel kültürün hızla dönüşmesiyle birlikte fotoğrafların gerçeklikle olan ilişkisi, köklü bir biçimde, değişime uğramıştır. Yaşadığımız dijital çağda manipülasyon teknikleri ve yapay zekâ destekli görsel üretim biçimleri, imgelerin referans aldığı fiziksel gerçeklik ile arasındaki bağı zayıflatmış ve kimi zaman da koparmıştır. Jean Baudrillard’ın hipergerçeklik kavramı çerçevesinde ele alındığında, imajların, yalnızca gerçekliğin bir temsili olmaktan çıkmaları ve kendi başlarına yeni bir gerçeklik yaratmaları sıklıkla başvurulan bir kaynak olmuştur. Kevin Robins, zaman içerisinde değişime uğrayan gerçeklik tanımının gerçeğe olan bakış açışımızı değiştireceğinden bahseder. “Benzetilmiş ve vekaleten işleyen bu gerçekliğin yaratılmasıyla eski gerçekliklerle ilgili düşüncelerimizin, hatta bağlılığımızın tamamen biçim değiştirebileceği söyleniyor.” (Robins, 2020:80). Baudrillard’a (2013:19) göre, “İmajların işlevi gerçekliği yansıtmaktan gerçekliği gizlemeye, gerçekliğin yokluğunu izlemeye, nihayet gerçeklikle hiçbir ilişkisi olmamaya doğru değişmiştir.”. Kim Toffoletti’ye göre ise Baudrillard’ın simülakr ve hipergerçeklik kavramları imajların nasıl çalıştığı hakkında bizlere ipuçları vermektedir; “Bugün kendimizi bulduğumuz simülasyon ve sanallıkla belirlenen dünyaya bizi taşıyan ‘temsil’ ve ‘gerçeklik’ arasındaki değişen ilişki hakkında yardımcı olabilir.” (Toffoletti, 2020:24). Toffoletti, aynı zamanda, Baudrillard’ın “simülakr düzeni”nden bahsederek simülasyon ve hipergerçeklik kavramlarının üçüncü simülakr düzeni içerisinde yer aldığına değinmektedir. Dolayısıyla fotoğrafın ontolojik olarak gerçek bir temel referansa sahip olup olmadığını belirlemek, artık neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Baudrillard’a göre “bu evren ‘binaire’ 0/1 (ikili yapı) bir sayısal işlem evrenine” dönüşmektedir (Baudrillard, 2019:67). Dijitalleşme ile imajların hiç görülmemiş bir şekilde çoğalması ve yayılması aynı zamanda hatırlama pratiklerini dönüştürmüş, hipergerçeklik olgusu da bireylerin gerçeklik algısını değiştirmiştir. Bellek ve gerçeklik arasındaki bu dönüşüm, kültür ve medya çalışmalarının temel araştırma alanlarından birisi haline gelmiştir.

Gerçekliğin ve belleğin yitimini anlamlandırmak sadece teknolojik ilerlemelerin değil aynı zamanda, fotoğraf sonrası dinamiklerin de analiz edilmesini gerektirmektedir. Çağımızın hızla değişen görsel kültür ortamında, bu fotoğraf sonrasını tanımlayan post-fotoğraf kavramı, fotoğrafın, geleneksel bellek işlevlerinden uzaklaşarak anlık bir iletişim aracına dönüşmesini ifade eder (Fontcuberta, 2015). Fotoğrafların birer arşiv veya hatırlama nesnesi olmaktan çıkarak, anlık etkileşim ve hızlı tüketim araçlarına evrilmesi, bireylerin bellek süreçlerini de dönüştürmektedir (Zylinska, 2017). Yanı sıra, yapay zekâ destekli görseller, filtreler ve dijital manipülasyon teknikleri, bireylerin gerçeklik algısını kökten değiştirmekte ve bireylerin gördükleri ile yaşadıkları arasındaki sınırları belirsiz hale getirmektedir (Manovich, 2002). Fotoğraf ve görselliğin hipergerçeklik üretimi için bir araç haline gelmesi, bireylerin bellek süreçleriyle birlikte gerçeklik algısını da dönüştürmektedir. Zamanın izlerini taşıyan bir gerçekliğin yok olup gittiği bu iki katmanlı yapıda, artık belleğe ait izler de silinmektedir.

Sonuç

Gerçekliğe dair izlerin endişe verici bir şekilde eksik olduğu günümüz fotoğraflarında, bu eksikliğin yaratmış olduğu bir bellek yitiminden de bahsetmek mümkündür. Dijital çağın bizlere sunmuş olduğu olanaklar, gerçeklik ve bellek arasındaki sıkı ilişkinin değişmesine yol açarak hem toplumsal, hem kültürel hem de bireysel düzeyde, belleksiz bir algı biçimi ortaya çıkartmaktadır. Gerçeklik ve bellek yitimi, birbirine paralel işleyen ancak farklı dinamiklere sahip iki süreç olarak kavrandığında, gerçeklik yitimi, hipergerçekliğin etkisiyle simüle edilmiş görüntülerin fiziksel dünyayla olan bağlarını koparması, temsillerin gerçekliğin yerini alması ve bireyin hakikat ile kurduğu ilişkinin yapay olarak yeniden inşa edilmesi sürecine katkı sağlamaktadır. Bellek yitimi ise toplumların ve bireylerin geçmişle kurduğu ilişkinin zayıflamasına, hatırlama pratiklerinin git gide dijital arşive devredilmesine ve sürekli artmaya devam eden görsel enflasyonun unutmanın hızlandırılmasına teşvik etmektedir. Gerçeklik yitimi ve bellek yitimi arasındaki temel ayrışım; belleğin yitim sürecinin daha çok bireysel ve kolektif hatırlama mekanizmalarının zayıflamasıyla bağlantılıyken, gerçeklik yitimi ise daha çok bilişsel, algısal ve duyusal düzeyde, fiziksel dünyadan bir kopuş şeklindedir. Nitekim, bu iki süreç birbirinden bağımsız değildir ve dijital ortamda sürekli olarak üretilen, dolaşıma sokulan ve tüketilen görsellerin önlenemez aşırı yoğunluğu, hem unutmayı hızlandırmakta hem de gerçekliği temsil eden imajların anlamını yitirmesine neden olmaktadır. Gerçeklik ve bellek yitimi bir yandan hatırlama ve unutma arasındaki sınırları belirsizleştirirken diğer yandan yapay gerçekliklerle bireylerin zihnini kalıcı olarak meşgul etmektedir. Fotoğrafik görüntü üretme biçimi üzerine yapılan araştırmalarda, güncel verilere göre, dünya üzerinde çekilen ve depolanan fotoğraf sayısında, 2025’te daha önceki yıllara göre bir artış olacağı ve 2029’a kadar da sabit bir doğrusal oranda artmaya devam edeceği öngörülmektedir. Üretilen bu fotoğrafların çoğunun akıllı iletişim cihazları tarafından gerçekleştirileceği düşünüldüğünde, bu yıl içerisinde geçen yıla oranla %6’lık bir artış ile dünya çapında, yaklaşık 1,9 trilyon fotoğraf çekileceği hesaplanmaktadır.

Sonuç olarak, medya teknolojilerinin ve dijitalleşmenin hızlı gelişimi gerçeklik ve bellek algısının dönüşümünü kaçınılmaz bir hale getirmektedir. Dijital medya pratikleri ve görsel enflasyon, bireylerin geçmişle ve gerçeklikle kurmuş oldukları bağları sarsıcı bir şekilde değiştirerek, belleğin ve gerçekliğin anlamını değiştirmektedir.

Günümüz görsel kültürü çerçevesinden bakıldığında, gerçeklik ve bellek kavramlarını yeniden düşünmek, teknolojik gelişmelerin insan algısı üzerindeki etkilerini sorgulamak ve ortaya çıkan dönüşümün sosyal, kültürel, sanatsal, toplumsal ve bireysel sonuçlarını analiz etmek, görsel çalışmalar açısından, oldukça kritik bir gereklilik haline gelmektedir.

KAYNAKÇA

  • Baudrillard, J. (2013); Simülakrlar ve Simülasyon; Doğu Batı, Ankara.
  • Baudrillard, J. (2019); Şeytana Satılan Ruh yada Kötülüğün Egemenliği; Doğu Batı, Ankara.
  • Connerton, P. (2021); Modernite Nasıl Unutturur; Sel, İstanbul.
  • Fontcuberta, J. (2015); The Post-Photographic Condition; Mack.
  • Hoskins, A; (2001); New Memory: Mediating History; Historical Journal of Film, Radio and Television; Vol:21, No:4.
  • Jurgensen, N. (2024); Sosyal Fotoğraf: Fotoğraf ve Sosyal Medya; Espas Sanat Kuram, İstanbul.
  • Manovich, L. (2002); The Language of New Media; MIT Press.
  • Murray, S. (2008); Digital Images, Photo-Sharing, and Our Shifting Notions of Everyday Aesthetics; Journal of Visual Culture.
  • Rampley, M. (2023); Geçmiş Şeyleri Hatırlamak; Ketebe, İstanbul.
  • Ricoeur, P. (2020); Hafıza, Tarih, Unutuş; Metis, İstanbul.
  • Robins, K. (2020); İmaj, Görmenin Kültür ve Politikası; Ayrıntı, İstanbul.
  • Schofield, M., P. (2024); Camera Phantasma: Reframing Virtual Photographies in the Age of AI; The International Journal of Research into New Media Technologies, Vol: 30 (2).
  • Van Dijck, J. (2007); Mediated Memories in the Digital Age; Stanford University Press.
  • Yates, F., A. (2020); Hafıza Sanatı; Metis, İstanbul.
  • Zylinska, J. (2017) ; Nonhuman Photography; MIT Press.
    İnternet Kaynakça
  • Rise Above Research; https://riseaboveresearch.com/reports/

Master | MASTER

ABSTRACT

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

KEYWORDS

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

BIOGRAPHY

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat.

linkedin facebook pinterest youtube rss twitter instagram facebook-blank rss-blank linkedin-blank pinterest youtube twitter instagram