Akademisyen, Araştırmacı / Academician, Researcher
TÜRKİYE
Prof. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi,
Sanat Bölümü, Bileşik Sanatlar Anasanat Dalı rsahiner@yildiz.edu.tr
Genellikle hakikat olarak adlandırılan şey, kesin bir dille ifade etmek gerekirse, köpürtülmüş bir hiçliktir. ~ Hugo Ball
Hakikat ötesi (post-truth) dönemin söylem düzenine ve enformasyon aşırılığına odaklandığımızda, sanatın, bu süreçte sistemin işleyişine karşı farklı taktik ve stratejilerle söylem yapılarını ve düzmece gerçekliği yerinden etmesi, sistemin içine sızarak oradaki arızaları açığa vurması ve karar alma mekanizmalarını teşhir etmesi elzem hale gelmiştir. Amerikalı sanatçı Jenny Holzer’in 70’lerin ikinci yarısından beri giriştiği “gerçekliğe ilişkin söylem üretimi” günümüzde de en güncel etkinliklerde, dünyanın genel hakikatini (!) kurcalamak adına, bir farkındalık yaratabiliyor mu? Yıllardır Amerikan toplumunun sorunlarına kışkırtıcı dizeleriyle, aforizmalarıyla meydan okuyan Holzer, artık yetmişini geçtiği bugünlerde, halen dinç bir enerjiyle ABD’deki iç ve dış politik ve toplumsal sorunlara ne denli dokunabiliyor?
Bir hakikat oyununda gerçek varlıklar gibi algılanan ya da belli durumları ayırt edici hale getiren ifadeler, aforizmalar, direktif ya da komutlar işe yarayabilir mi? Sözün ve söylemin kolayca bir manipülatif unsur, sahte ve yalan haberlerin gerçeklikten daha gerçek hale geldiği böylesi bir süreçte, dilsel olana ne denli dayanabiliriz? Bilhassa, doğrudan dil oyunları üzerine çalışan bir sanatçının aforizmalarından, “Gerçekler”inden (Truisms) yola çıktığımızda, mevcut politizasyon dalgasında, iç ve dış politikadaki söz oyunlarının arkasına sızılabilir mi? İnternetin ve sosyal medyadaki dilsel akış ve anlam üretimi karşısında, Holzer’ın tavrı artık gerilemiş midir? Günümüz sanatının en önemli sanat mabetlerinden birinde yaptığı bu retrospektif sergi, Holzer’ın küresel ölçekte devam etmekte olan savaşlara dair ortaya koyduğu eleştirileri daha çekimser kılmış mıdır? Müzenin ideolojik kapsayıcılığı kamusal alanı etkin biçimde kullanan sanatçının tutumunda ve söyleminde ikircikli bir durumu ortaya çıkarır mı? İşte tüm bu sorulara Holzer’ın henüz geçtiğimiz yıl Solomon R. Guggenheim Museum’da açılan “Light Line” (Işık Hattı) başlıklı sergisinden hareketle yanıt bulmaya çalışacağız.
Gerçeklik, Hakikat, Işık Hattı, Kışkırtıcı Denemeler, Hakikat Ötesi,
What is often called truth is, to put it bluntly, a frothy nothingness. ~ Hugo Ball
When we focus on the discourse order and information excess of the post-truth era, it has become essential for art to dislodge discourse structures and false reality with different tactics and strategies against the functioning of the system, to infiltrate the system to expose the failures there and to expose decision-making mechanisms. Does the American artist Jenny Holzer’s “production of discourse on reality”, which she has been engaged in since the second half of the 70’s, raise awareness of the general truth (!) of the world in the most current events? To what extent can Holzer, who has been challenging the problems of American society with her provocative verses and aphorisms for years, still touch the domestic and foreign political and social problems in the US with her vigorous energy now that she is over seventy?
Can expressions, aphorisms, directives or commands that are perceived as real entities or that distinguish certain situations work in a game of truth? To what extent can we rely on the linguistic in a process in which speech and discourse can easily become a manipulative element and fake and fake news more real than reality? Has Holzer’s attitude regressed in the face of the linguistic flow and production of meaning on the internet and social media? Has this retrospective exhibition in one of the most important art spaces of contemporary art made Holzer’s criticism of the ongoing wars on a global scale more reserved? Does the ideological inclusiveness of the museum reveal an ambivalence in the attitude and discourse of the artist who uses public space effectively? We will try to answer all these questions with reference to Holzer’s exhibition “Light Line”, which opened last year at the Solomon R. Guggenheim Museum.
Truisms, Truth, Light Line, Inflammatory Essays, Post-Truth
Sanatçı, Yazar, Akademisyen / Artist, Writer, Academician
TÜRKİYE
www.orhancemcetin.com
gmail@orhancemcetin.com
1960 Yılında, İstanbul'da doğdu. Fotoğraf alanında kendisini yetiştirdi. Boğaziçi Üniversitesi, Psikoloji Bölümü'nde lisans; İstanbul Bilgi Üniversitesi, Görsel İletişim Tasarımı Bölümü'nde yüksek lisans derecelerini tamamladı. İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor.
İlk kişisel sergisi olan Tanıdık Şeyler (1988), alternatif fotoğraf yaklaşımı ile dikkat çekti. O tarihten bu yana, çok sayıda kişisel proje gerçekleştirdi; farklı disiplinlerden sanatçılar ile birlikte, çok sayıda, ortak projede yer aldı. Eserleri, çeşitli kurumsal ve kişisel koleksiyonlara dahil edilmiştir.
Orhan Cem Çetin sergi, gösteri ve performanslarında, kavramsal ve disiplinler arası tutumu ile tanınmakta; denemeleri ve fotoğraf kültürüne dair metinleri çeşitli basılı ve çevrimiçi dergilerde, kitap bölümlerinde yer almaktadır.
Sanat çalışmalarının yanı sıra, hayatını, tanıtım ve kültür fotoğrafçılığı; editoryal fotoğrafçılık; fotoğraf teknikleri/teknolojisi alanında, danışmanlık, editörlük, fotoğraf eğitmenliği ve çevirmenlik yaparak kazanmaktadır. Halen Bahçeşehir Üniversitesi ve Koç Üniversitesi eğitmen kadrosundadır.
Kitapları:
Bedava Gergedan (2004, 2018)
TutKeep (2018)
Sanat hakkında günlerce konuşabiliriz.
Gerçek, hakikat, gerçeklik hakkında haftalarca konuşabiliriz. Konuşmuşuzdur da. Fakat bu ikisini, gerçeği ve sanatı ilişkilendirerek konuşmak yıllarımızı alabilir. Zira, Frank Zappa’nın müzik için sarf ettiği ünlü sözünü uyarlayarak “Sanat hakkında yazmak, mimarlık hakkında dans etmeye benzer.”
Gerçekler. Gerçek. Herkesçe malum olan. Gözlenen, işte orada karşımızda duran, hayalden, rüyadan kolaylıkla ayırt edebildiğimiz gerçeklik.
Ama, bu kadar bariz, bu kadar göz önünde ve alelade olan bir şeyin mi peşindeyiz biz? Neredeyse bütün insanlık seferber olmuş, büyük bir sırmış gibi gerçeği tanımlama ve izah etme peşinde.
Bir olguyu tanımladığımızda, onu, aynı zamanda izah da etmiş olur muyuz?
Hayır olmayız. Zira, izahın içinde başka bir şey var. Tanımlamada olmayan bir şey: Nedensellik.
Hakikat hakkındaki çatışma işte burada ortaya çıkıyor.
İnsanın türleştikten ve çevresini idrak etmeye başladıktan sonra gözlediği doğa olayları, bugüne dek, hiç değişmedi. Gündüz ve gece vardır. Gece gökyüzünde çok sayıda ışık noktaları vardır ve bunlar belli bir düzenle, eş merkezli daireler biçiminde rotalar izleyerek yavaşça dönerler; taşı suya atınca batar; canlılar ölümlüdür vs. … Bu örnekleri zihninizde çoğaltın.
O günlerden bugüne, gözlemde, yani somut verilerde herhangi bir değişiklik olmadı. Tabii ki, sadece çıplak gözle gözlenebilecek olayları kastediyorum. Gözlem değişmezken, onbinlerce yıl içinde değişen, bu gözlemlere atfettiğimiz nedenselliktir.
O halde -artık ona “hakikat” diyelim- hakikate ulaşmaya çabalarken, biz, aslında görülenin yani çıplak gerçeğin arkasındaki süreci, onu var edeni, bu varoluşun içindeki tutarlılığı, düzeni, yani nedenselliği bulmak peşindeyiz. Bu o kadar da kolay değil, ne yazık ki!
Öncelikle zamansal sorun var karşımızda. Biz, bir hakikat arayışına girdiğimiz anda, ister istemez geçmişe, yani olmayana bakıyor oluyoruz.
Gerçek, Gerçeklik, Nedensellik.
We can talk about art for days.
We can talk about reality, truth and what is real for weeks. And we've probably done this. However, it could take years to talk about these two: reality and art in relation with each other. Because -adapting Frank Zappa's famous quote about music- "Writing about art is like dancing about architecture.".
Facts. Reality. The obvious and well known. Readily observed, standing right there in front of us with all its realness, easily distinguish from a dream or imagination.
But are we after something so obvious, so blatant and so mundane? Almost all of humanity is trying to describe and explain reality as if it is a huge secret.
When we describe a phenomenon, do we also explain it?
No, we don't. Because there is something else in explanation which does not exist in definition: Causality.
This is where the conflict about truth arises.
The natural phenomena that humanity, since its beginning, has observed and began to comprehend in the environment have never changed until today. There is day and night. There are many points of light in the night sky, and they rotate slowly in a certain order, following paths in the form of concentric circles. When a stone is thrown into the water, it sinks; living things are mortal, etc. You may add many other examples in your mind.
Since then, there has been no change in the observation, the solid data. Of course, I mean only those phenomena that can be observed with the naked eye. While the observation does not change, what changes over tens of thousands of years is the causality we attribute to these observations.
Therefore, while we are trying to reveal reality – or let's call it "truth" – we are actually trying to find out the process behind what is seen as the naked truth, what brings it into being, the coherence and order in this existence, in other words, the causality. Unfortunately, this is not an easy task.
First of all, there is the temporal problem. As soon as we embark on a search for truth, we inevitably look at the past, which means something that does not exist anymore.
Reality, Truth, Causality.